hesabın var mı? giriş yap

  • tatilya projesinde yer almış olan adamın konuşmasını izlemiştim. tatilyanın neden battığını hatırladığım kadarıyla şöyle açıkladı:

    + türk ailesi çocukları için hiç bir şey yapmaz. tatilya projesi amerikan aile yapısına göre tasarlandı, her çocuk için iki yetişkinin de geleceği düşünüldü, neredeyse şehir dışına yapılması da sorun olmayacaktı çünkü aile taa beylikdüzüne kadar gitmeye çekinmeyecekti.

    oysa anladık ki türk ailesi çocuğu için o kadar uzağa gitmez. türk ailesi alış veriş merkezine kendi ihtiyacı için gider çocuğunu da avm'deki ufak oyun parklarına bırakır, kendi ihtiyacı yoksa sadece çocuğu için gitmez.

  • evinde bile kamuflaj olsun diye koltuk döşemesinin artan kumaşından giyinen bir insanın evindedir.

  • manavgat'a tatile gittiniz, orman yangını başladı, karnınız acıktı ve yemek yiyorsunuz. birileri de çıkıp insanlığınızla ilgili enteresan çıkarımlarda bulunuyor. ah vah edip izlemekle, yemek yiyerek izlemek arasındaki fark nedir? koca orman yanarken bu insanlardan ne yapmalarını bekliyorlar acaba.

  • filmlerin, ortamlarin en karizma polisidir.
    (bkz: police line do not cross)
    (bkz: crime scene do not enter)
    bu adamlarda oyle bir eda var ki, inan olsun bu yuzden polis olasim gelirdi benim eskiden, genckene, ben hic cocuk olmadim.
    neyse,
    bu abiler oyle davranirlar ki sanki oradaki cinayet bile bu yuzden olmu$, kaldirimin kiyisindaki ceset sirf o abi ortama gelsin de karizma yapsin diye orada yatiyormu$ gibi...
    bir de bu abi, o sari bantin altindan gecerken ba$ka bir polis, maraba takimindan uniformali, bu banti amiri, muduru, lietunanti daha rahat gecsin diye kaldirir. bir nevi kapi gorevlisidir...
    abide bir sikkinlik hali vardir. boyle "- ulan ben kari yaliycaktim, nereden cikti bu cinayet vakasi, neden cagirdiniz beni, butun $ehri ben mi temizliycem..." gibisinden davranir.
    olay yeri eli lastik beyaz eldivenli uzmanlarca incelenirken, bu esas oglan orada bir kanka uzman gorur. genellikle zenci kadindir bu uzman. parmak izi, olum nedeni falan sorar. ilk ismi ile hitap eder bu kadina. sanki daha once yala$mi$lardir.
    boyle i$te.

  • (bkz: entropi)

    fiziğin temel kanunlarından birisi olan entropinin, felsefi olarak hayata uyarlanarak algılanması durumu.

    bana göre son derece depresif bir algı, öyle olsa bile ben aksini iddia edemiyorum.

    şöyle ki insan hayatında, sosyal ilişkilerde ve hatta medeniyet ölçeğinde bir tek yönde durdurulamaz bozulma var.

    devletler yıkılır, sistemler çöker, insanlar ölür, hava kirlenir, hiçbir şey hiçbir zaman eskisi kadar tat vermez. adeta fiziksel bir kanun gibidir ve her daim geçerlidir.

    entropinin varlığının bilincinde olarak mutlu olmak adeta imkansızdır. yani bir fizikçi olarak evrenin entropisinin arttığını, kaosun düzeni yendiğini bilerek mutlu olabilirsiniz ama aynı fizik kanununun felsefi olarak da geçerliliğinin farkında olarak mutlu olmanız imkansızdır.

    hiçbir zaman ilk günkü kadar sevmeyeceksiniz onu, hiçbir zaman çocukluğunuzdaki tadı alamayacaksınız hayattan, hiçbir zaman zihniniz geçmiş yıllardaki kadar kuvvetli olmayacak. hiçbir güzel yer her daim güzel kalmayacak, hiçbir medeniyet düzeni hatta iskandinav sosyalizmi bile olduğu gibi kalmayacak, her şey ama her şey evrende boka sarmak için var adeta ve buna karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yok.

  • bahaneler çoğaltılabilir.

    ancak yaratıcı insanı tek körelten şey; psikolojik savaştır. insan en çok kendine acımasız davranır. sürekli kendini eleştirir, yaptığı işi hiç bir suretle beğenmez, mükemmeliyetçi bir zihniyeti vardır. bu nedenle çevresiyle paylaşmaktan korkmaya başlar, sanattan anlamayan insanların eleştirileri de eklenince haliyle özgüven kaybına uğrar ! tarz yaratmakta sıkıntı bile yaşayabilir.

    türkiye’de yaşamak bir tarafa dursun, parasızlık ya da internet kesinlikle körelme sebebi değildir. insan yaratmak istedikten sonra parayı her türlü idare edecek gerekirse kıyafet almayacak gene de boya setine tonlarca para yatırmaktan hiç geri kalmayacaktır. internet dediğiniz meseleye gelince, faydalı kullanmak yine kişinin kendi elinde. sosyal medyada gezerken başkalarının hayatını merak edip stalklamak yerine, yaratıcılığa ilham olabilecek dergileri, çizimleri, modern çağın sanatını ya da belli web siteleri takip ederek her boş bulduğu aralıkta kendini geliştirmek için çabalayabilir.. kaldı ki bu en büyük nimettir. zaman kavramı diye de bir olgu olduğunu sanmıyorum, yeterki kişi sanatını geliştirmek istesin gerekirse her akşam bir saat bunun için vakit ayırmayı hevesle isteyecektir...

    kendi yaşadığım problemlerden ufak bir özet geçeyim, belki biraz olsun herkese ilham kaynağı olabilirim. eminim içinde başlığa cevap olabilecek nedenlere dayalı detayları yakalayacaksınız...

    henüz 10 yaşımdaydım, abim okul kütüphanesinden aldığı meslekleri detaylı şekilde anlatan bir kitabı eve getirmişti. hala dün gibi, aklımda kalan tek görüntü sayfada ki resim yapan insan çizimidir. kitaba dair başka bir şey hatırlamıyorum. bir süre incelerken o sayfaya denk gelmemle dönüp ev halkına ‘karar verdim ben ressam olacağım’ demiştim. nasıl bir his nasıl bir tutku biliyorum o sayfayı detaylıca okumamın ardından kitabı öylece kapatıp abime geri verdim. senelerce bana ‘aç kalacaksın, ısınmak için tablo mu yakacaksın, sonra evin alev alacak ve yalnız başına öleceksin, hobi olarak yapsan da olur, türkiye’de bu işi yapamazsın, yol yakınken vazgeçmelisin’ gibi gibi bir çok acımasız uyarı ve espiri yapıldı !!! bu arada anne baba öğretmen buna rağmen herkesten tepki aldım. derken; lisede tembel bir öğrenciydim, bir şekilde mezun oldum. test çözmek öss ye hazırlanmak gibi bir karektere sahip değildim. neredeyse beni iki yıllık bir bölüme öylesine göndereceklerdi. bir gece ailece çok içmiştik ayakta duramadığım için uzanmıştım, babamı yanıma çağırdım geldi oturdu başucuma ‘ neden ağlıyorsun’ dedi. ‘ben güzel sanatlara girmek istiyorum, başka mesleği yapamam, beni hazırlık kursuna göndermiyorsunuz, hayatımla oynuyorsunuz, yıllardır dershanelerde sürünüyorum, buna mecbur değilim’ dedim. bir hafta sonra beni ressam bir tanıdığın atölyesinde kursa yazdırdılar. o sene sadece üç ay eğitim aldım. ilk yetenek sınavına girdiğim üniversitede görsel tasarım bölümünü kazandım. benden umudu kesmişlerdi haberi aldığımız gün bütün aile kutlama yaptı. hevesle bütün süreç boyunca yanımda oldular. hatta gidip bana okulum ilk günü ev tuttular. üniversite boyunca resim yapmayı hiç bırakmadım ancak dijital dünya ve teknoloji hoşuma gitmiyordu. mezun olunca denedim sektörü sevmedim. bıraktım. sinema sektöründe devam ettim. şartlar hassas karekterime zor geldi onuda bıraktım. çünkü hayatım boyunca hiç bir zaman para için çalışmadım. ailemin durumu çok çok iyi ya da çok çok kötü de değildi ancak bir şekilde kendi ayaklarımın üstünde durmak için oradan oraya savrulup, çabalayıp, yıpranıp duruyordum. 6/7 sene çizim yapamadım. belki daha fazla. sonra yine aniden, hayatımı böyle saçma sapan şeylerle geçiremeyeceğimi, sektörün yeteneklerimi körelttiğini farkedip meslek hayatımı bitirme kararı aldım. yaşım oldu 32, hızla geçen 10 seneye geri dönüp baktım. elde hiç bir şey yok. ne para, ne ev ne kendi aldığım bir araba ! sorgulamaya başlayınca en ağır eleştirileri kendime yaptımı anladım. ne için gelmiştim ki dünyaya, üç beş lira kazanmak adına sağlığımı kaybetmek için miydi tüm bu eziyetler. hayatım boyunca yalnız yaşamıştım, ailemden maddi bir beklentiye girmemiştim ama artık yılmıştım. psikolojik tedaviler, fiziksel problemler yaşamaya başlamıştım. her şeyi bırakıp sıfırdan kendi istediğim mesleği icra etmek, insanlara, topluluklara, saçma sapan şirketlere, kapitalizme hizmet etmektense kendime yatırım yapmak istiyordum. hayatım düzene girecek diye beklemekten senelerimi harcamıştım. ne yapacağımı bilmez bir ruh haliyle kayıplara karıştım. başka bir şehre göç ettim. kendimi geçindirebilmek için evime yakın olan bir markette işe başladım. mesai saatlerimi kendim ayarlama şartım vardı. akşamları erkenden soluğu evde alıyordum. her gece saatlerce resim yaptım. iki ay aileme yalan söylemek zorunda kaldım. bu süreçte ziyaretime gelen kuzenlerim durumumu görüp haber vermişler. ailem endişelenmeye başlamıştı. hatta bir süre yalanıma ortak olmaya devam ettiler. sonra bana geri dönmem için ideal teklifler sundular. babamın şöyle bir cümle kurduğunu hatırlıyorum sadece ‘ biz senden maddi bir şey beklemiyoruz, sende yıllarca mücadele ettin, sağlığını bozdun, ülkenin durumu zaten ortada, bence tatilini yapıp kafanı dağıttığına göre artık dön yanımıza. markette çalışmanı istemiyoruz, buna gerek yok, gel evinde otur, resim yap, ne yapmak istiyorsan onu yap, orda kendine daha fazla işkence çektirme’ dedi. istanbul’a geri döndüm. gerçekten de bir sene evde oturdum. odamı atölye gibi kullandım. malzemelerin bir kısmını babama aldırdım. bir kısmını arkadaşlarım, kuzenlerim, dayılarım aldı, eksiklerim oldukça kendi harçlıklarımı kullandım. gerektiğinde bir ay sokağa çıkıp para harcamaktan kaçındım. 32 yaşında eve dönmek sıkıntılı ve mahçup ediciydi. onu da aştım. resim yaparak motive oldum. sağlığım düzeldi, aileme yakınlaştım, yılların kopukluğunu ortadan kaldırdım. yıllarca çalışmaya alışkın biri olarak sonra neden evde duruyorum dedim. yüksek lisansa başladım. eski ressam hocalarımla görüşmeye başladım. çevrem bile değişti. hayatımda her kademe değişti. mutluyum. resim yapmayı hiç ihmal etmedim. yılların acısını çıkardım, günlerce sabahladım, bende körelen ne varsa yeniden ortaya çıkardım.....

    gelecekte bir sergi açmak dileğiyle !

    sevdiğin şeyi yapmak bahaneleri hiçe sayar bunu anladım.
    kendiniz olun. toplum baskısı, aile, ekonomi, siyaset bunlar faso fiso. hayatta hiç bir şey sağlığınızdan daha önemli olmasın ! ancak o zaman gelişmeye devam edebilirsiniz.

  • -nahit karşıdan karşıya geçerken sağa sola bakmadım fark ettiysen..
    -aşkım..deli ediyorsun beni..

  • bu cümleyi kuranların azalarak bitmesini beklemek.

    tek bir başlıkta, türk olmak aşağılanmış, kız olmak aşağılanmış, en büyük beklentisi diyerek, en büyüğünün bile kimbilir ne saçma bir şey olacağı vurgusu yapılmış.

    bizi kendi halimize bırakın, sizden tek beklentimiz bu. tek beklentimiz, bir türk kızı olarak, daha doğrusu bir türk kadını olarak, adaletli bir ortamda yaşayabilmek. sokakta, çalışma hayatında, özel hayatımızda abuk sabuk engeller olmadan yaşayabilmek. insan olarak görülebilmek.

    kalanını biz hallederiz.

  • türkiye (eğitimli) vatandaşlarını sevmeyen, bu vatandaşları küstürmeyi uzun zamandır kendine görev bilmiş kişiler tarafından yönetilen bir ülke. bu sadece akp döneminde değil, öncesinde de böyleydi. akp aynı durumu şiddetini fazlasıyla artırarak devam ettirdi.

    peki kim, niye, hangi motivasyonla onu sevmeyen, onu istemeyen bir ülkenin lobisini yapar?

    vatandaş ülke için var olmaz. ülke vatandaş için vardır. türkiye kendisi için lobi yapılmasını istiyorsa önce kendi içindeki bu çarpık anlayışı düzeltip vatandaşına değer vermeli.

  • bedirhan umarim allahumme salli diye soylene soylene uzaklasan anneanneyi cok kafaya takmaz.turk bayrakli balon, erikli su, cay tabagina oturtulmus mum ve cakmak, evde bir bilimsel deney icin kullanilabilecek ne varsa toplamis gelmis. merhaba arkadaslar ben bedirhan diye lafa girip bidi bidi deneyini bi guzel anlatmis. bi cocuk yetistirme ozurlu yuzunden cesareti kirilmamistir, mutfaktan su kapip gelmistir bence