hesabın var mı? giriş yap

  • dünyada üzülecek çok daha fazla şey varken umrumda olmayan ayrılıktır.

    bu ülkede 16 milyon kişi açlık sınırının altında yaşıyor. ekonomi hariç her şey konuşulsun istiyor birileri. o ayrıldı, bu barıştı.

    bu ülkenin tek gündemi "ekonomidir" nokta.

  • az önce şu diyalogların yaşandığı telefon numarası...
    kelimesinde abartı yoktur...

    daha önceki telefon konuşmalarından sıkılmış olan ben direkt konuya gireyim dedim:
    - ...bakın hanımefendi, yardımcı olalım diyorsunuz ama, bana net bir buçuk aydır yardımcı olamıyorsunuz... açıkçası hiç umudum kalmadı artık...
    ( karşıdan dünya kibarı sesli hanım kızımız sözümü balla keser )
    - ...bi dakka beyefendi bi dakka, bir tek şey söylemek istiyorum. umutsuz yaşamayın n'oluuuur.... mutluluğun değerini nasıl bilebilirdik ki umutsuzluğu yaşamamış olsaydık. nasıl anlardık kıymetini... hı? ( ben bu arada kızın söylediklerini not almak üzere kalem arıyorum )... biliyorsunuz, herkes böyle; herkesin bir yarası vardır. mutlaka vardır. o gülen yüzlerin altında kim bilir neler gizlidir... bilemeyiz di mi... ben sadece şunu söylemek istiyorum: bütün insanlar mutlu olsun, umutsuz olmasın... lütfen.
    ( ben hayvanlığımdan ödün vermeden )
    - n'oooolucak bu benim bağlantı?!
    - ben sizi servise aktarayım, hattan ayrılmayın lütfen, umutsuz olmak yok. tamam mı?
    .......

    gerçektir

  • beyler bu bir futbol maçı değil bu bir gövde gösterisi.

    bu normal bir maç değil “ben senden büyüğüm” mesajı.

    şampiyon olmuşsun bir haftadır alkol alıp parti düzenliyorsun, takım antrenman yapmıyor, şampiyon olmuşsun odaklanacağın bir şey kalmamış çıkıp 3 atıyorsun.

    devre arasında getirdiğin dünya yıldızı çıkıp 2 tane gol atıyor. galatasaray bu italyan aygırını getirirken sen bek oyuncusu alıyordun. fark var.

    çakma yıldızlarla kendinizi avutun, maç sahada oynandı.

  • sadece işci bal arıları soktuktan sonra ölürler ve genelde sokmazlar. demet hanımı sokan arı muhtemelen eşek arısıdır sarı olandan ve o orosbu çocukları istedikleri kadar sokarlar. zaten bu piçler genelde bal yapmayıp milletin balına çöken, etini falan yiyen şerefsizlerdir.

  • karantina döneminde, unuttuğu anıların üstündeki tozu alan birçok insan vardır sanırım. yalnız kalıp kendini daha çok dinleme fırsatı bulanlardansa hiç fire vermediğimizi düşünmüyorum. belki de kendi nostaljik günümü olmadık bir durumla ilişkilendirmeye çalışıyorum, bilmiyorum. hem bir zamanlar tutkuyla bağlı olduğum bir oyunla ilgili anılarımı hatırlamak için neden bir açıklamaya ihtiyacım olsun ki? zaten tarihte bu oyunu en iyi oynayan adamın son dansının anlatıldığı bir belgeselle karşılaşmak yeterli bir neden olmaz mı?

    bu belgeselin yayınlanan ilk iki bölümünü izlemek, birçok konu hakkında bilgi sahibi olmamı sağladı: pippen'ın son sezon başındaki tavırları, jordan'a ikinci sezonunda sakatlıktan döndükten sonra uygulanan süre kısıtlaması, bird, magic, obama ve gazetecilerin jordan hakkında düşünceleri, 84 öncesi bulls tarihi, jordan frenchise'a adım atarken kurduğu cümleler ve hayalleri... bölüm biter bitmez, oyuna dair hayallerim, hatıraların, tecrübelerim, düşüncelerim sanki vücudumda akışkan bir hal aldı ve beni buraya getirdi. semptomlar hüzünlü bir yolculuğa çıkacağımı gösteriyordu ama yürümek istedim bu yolda ve buraya geldim.

    1998 yılında 11 yaşındaydım. bulls'un canlı bir maçını oturup izleyebildim mi hatırlamıyorum. hatta, o zamanlar jordan diye birini tanıyıp tanımadığımı bile anımsamıyorum. televizyonda bir görüntü veya gazetede bir haber görmüşümdür mutlaka. esrarlı hikayelerle bezeli üst üste şampiyonluklar ve durdurulamaz bir adam. sporla ilgili kimin ilgisini çekmez ki? milenyumun başlarında basketbol en çok ilgilendiğim spor haline geldi. mutfağın kapısında durup, olabildiğince yuvarlanmış peçeteyi evyenin en ucuna koyduğum bardağın içine atmaya çalışırken ne senaryolar yazmadım ki? eğer çok atış kaçırırsan en kötü ihtimal sona kalıyordu: türkiye liginde oynamak. hiç denemedim desem yalan olur ama sonuna kadar da zorlamadım şansımı oyunu profesyonel oynamak için. lise hayatımda iki gün üst üste topa elimi sürmediğim olmuş mudur, bilmiyorum ama son sınıfta artık o bardak o kadar uzaktaydı ki sayı yapmam imkansız görünüyordu.

    lisede tek tük nba maçı izlemeye başlamıştım. üzerine sevdiğim basketbolcuların fotoğraflarını yapıştırdığım bir klasörüm vardı. ilk formamın arkasında shaq yazıyordu. durdurulamaz herhalde dediğim ilk adamsa mcgrady olmuştu. üniversite döneminde koptum basketboldan, uzun bir süre ilgilenmedim de hiç. sonra rose bana yeniden sevdirdi oyunu; lebron hep aradan kafasını gösterdi ve 'benim gibi bir oyuncuyu izlemiyorsun ve sonra üzüleceksin' diyerek telkin etti beni. zaman, iyi balık tutanları izlemenin de çok eğlenceli olabileceğine ikna etti beni. önce iyi bir izleyici olmaya başladım, sonra da ucundan oyunun tarihiyle ilgilenmeye. her fırsatta oyunu, en azından izlemeyi, bildiğini düşündüğüm insanlarla sohbet etmeye çalıştım. konu da ara ara hep oraya geldi: en iyisi kim? konuştuğum ve dinlediğim insanlarda ibre hep jordan'a daha yakındı ama ben en iyinin lebron olabileceğini düşünmeye çoktan başlamıştım.

    beni bir süre hüzünlü hülyalara daldıran bu belgeselin ilk bölümleri, şimdi de güncel düşüncelerimi sorgulamama ve kendime kızmama neden oluyordu. evet hiçbir başarı tek başına kazanılmaz (ki bundan jordan da bahsediyordu belgeselde), evet birinin en iyi olarak seçilmesinin çok bir anlamı ve mantığı olmayabilir ama... majestelerinin kişiliği ve yarattığı hikaye biricikti. kazandığı başarıları biri geçebilirdi belki ama jordan gibi. asla.

    bir hayale ulaşmak için süreklilik arz ederek çok çalışmak ancak sağlam bir irade ile mümkün olabilir. jordan'da bu erdem vardı. başarısızlık ihtimali en aza indirmek için çevresindeki herkesi yeteneğine, zekasına ve azmine en başından beri inandırmaya uğraşmıştı. ancak tüm bunlar, onun başarılarla dolu bir kariyere sahip olmasına yetmeyebilirdi. ne yani, eğer jordan hiç şampiyonluk kazanamadan emekli olsa tüm zamanların en iyisi olarak anılmayacak mıydı? büyük ihtimalle evet. ama bu ihtimal jordan için mümkün değildi. çünkü onun başarı için eksik olanı görme, bu eksiği kapama veya insanları bu eksiği kapatmak için ikna etme yeteneği vardı. bir amaca ulaşmak için o uğurda harcanan çabanın verdiği mutluluk onun için yeterli değildi. yolda alınan hazzın amaca ulaşmaktan daha tatmin edici olduğu söylemi, onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. işte jordan'ı benzersiz yapan nokta tam da buydu. başarısızlığa bir bahane bulmak anlamsızdı.

    neyse çok uzattım, konudan saptım, anılarımı yad ettim, jordan'a hak ettiğini düşündüğüm saygıyı verdim de biraz rahatladım; şimdi viskimi tazeleyebilirim. şişeyi almaya giderken, her kapının üstünde olduğunu düşündüğüm hayali potaya bir turnike atmadan geçmem, merak etmeyin.

    unutmadan, diziyi mutlaka izleyin. netflix'te şimdiye kadar gördüğüm en kaliteli içerek, prodüksiyon muhteşem. ayrıca umarım şanlı lakers'la bir three-peat yapar da lebron, silerim bu entry'yi. we love this game!

  • sen kalkıp adı uludere olan yere, sanki orası farklı bir ülkenin toprağıymış gibi roboski de, kabul edilsin. sonra sen kalk orası farklı bir ülkenin toprağıymış gibi "tc askeri buradan geçemez de", onun da kabul edilmesini bekle.

    ya kalkıp oradaki askere saldırmayacaksın, ya da saldırınca ve asker karşılık verince ağlamayacaksın.

  • hırsızın elinde silahı görür görmez karşı tarafa belli etmeden elinin usulca silahına gitmesinin, tabancasını belinden çektiğinde silahın halihazırda kurulu olmasının, hırsız etkisiz hale gelip yere düştükten sonra yanına giderek ayağıyla hırsızın silahını elinden uzaklaştırmasının ve hırsızı etkisiz hale getirdikten sonra dışarı çıkarak hırsızın yardımına gelen kimse olup olmadığını kontrol etmesinin olayın ana karakterinin de bu tip durumlara yabancı olmadığını gösterdiğini değerlendiriyorum.