hesabın var mı? giriş yap

  • az önce bu telefondan bir polis memuru aradı. terörle mücade birimindenmiş. telefonumu nerden aldığımı sordu. faturasının olup olmadığını sordu. son bir kaç gün içinde internetten herhangi bir işlem yapıp yapmadığımı sordu. kimlik bilgilerimi aldı. adıma bir sürü işlem yapılmış. iban numarasını aldım. hemen 20bin tl göndericem. halledecek. allah razı olsun. ucuz yırttım

    edit : çok tuhaf mesajlar aldım. arkadaşlar elbette ki ironi yapıyorum. ama adam çok ama çok ikna edici detaylarla konuşuyor. en başında ismimi biliyordu mesela. o yüzden dikkat edin. kişisel bilgilerinize her yerden ulaşılabiliyor bugünlerde.

    bu tür aramaları en kolay sonlandırma yöntemi arayan kişinin ismini, aradığı şubeyi sormanız. ben sordum. isminin c*** yıldırım olduğunu, sicil numarasının 269772 olduğunu söyledi. antalya il emniyet müdürlüğü, terörle mücadele'den aradığını söyledi. ben de onu aynı şubeden arayıp ulaşacağımı söyleyince telefonu yüzüme kapattı. polise bildirdim. az önce de polis (gerçek olanı) beni aradı. olayı anlattım.

    eşinizi dostunuzu uyarın. olmadı organize işler sazan sarmalı'nı izletin

  • her sabah 7de gelip burnuyla burnuma dokunması.
    aldım karşıma konuştum, 7 çok erken dedim. 7buçukta gelmeye başladı.

  • şu haberde görülen insanın içini sızlatan ailedir. söyleyecek söz bulamıyorum. kendi vatandaşımız bu durumda iken ortadoğuda ağırlığını koymak nedir arkadaş

    edit1: haberi yapan muhabiri bulup babanın telefonuna ulaştım. antepli arkadaşlardan benimle birlikte gelecek varsa yeşillendirsin. gidip konuşalım aile ile. ben işin maddi boyutunu hallederim. sadece biraz utangaç olduğumdan cesaret verecek birilerini arıyorum yanımda.

    edit2:arkadaşlar çok sağolun herkes yardım etmek istiyor. ancak şu anda kampanya başlatmıyoruz. önce gidip durumu anlamak aile ile görüşmek gerek. haberin çıkalı 5 gün olmuş. ancak cihan haber ajansından geldiği için, ana akım medya gündeme taşımamış. biz başlığı açtıktan sonra, uludağ sözlükteki arkadaşlarda başlık açmış. yani şu anda en önemlisi konuyu gündemde tutmak. ailenin durumunu inceleyip, ne yapmamız gerektiği konusunda sizlere danışacağım.

    sonuç:cigerci ile adamı bulduk. sözün bittiği yerdeyiz arkadaşlar. 30 yıldır bu şehirde yaşıyorum. burnumuzun dibinde böyle hayatlar olduğunu yeni öğrendiğim için kendime mi küfredeyim ne yapayım bilmiyorum.
    bildiğiniz gibi değil, o mahallede dolaşmak, diğer insanların hayatını görmek... nefesinizin boğazınızda düğümlenmesi. diyebilirim ki bu aileden daha kötüleri bile var orda.

    bildiğiniz gibi değil arkadaşlar. bu fakirlik bu yoksulluk. ben ne diyeyim bilmiyorum. olay para ile çözülecek olsa neyim varsa verir gelirdim onlara.

    bizim yapabileceğimiz birşey yok. sadece devletin dikkatini çekmeye çalışabiliriz.

    tüm iyi yürekli insanlara sonsuz teşekkürler.

  • mesela bu dangalak kadının bilmediği şeyler var, 18 yaşındaki oğlunu bir yerde garson olarak çalıştırmak yerine acaba doğum gününde hangi arabayı alsam da üniversiteye öyle göndersem diye de düşünebilirdi ama düşünemiyor.

    öz oğlunu tehdit ediyor, kendini yaktın diyor, bunlara fakirlik falan müstehak ya, gerçekten umrumda değil, şu kadın daha da beter olsun diye oyumu akp'ye bile verebilirim yani.

  • başlık: aile içi kriz yaşandı dün gece beyler yardım

    entry: gece yarısı oturduk bizim aile bi de amcamın ailesi sohbet ediyoruz. kahkahalar, çekirdekler havalarda uçuşuyor.
    sonra amcamın 5 yaşındaki oğlu uyanmış geldi içeri. anlamsız anlamsız bi eliyle gözünü kapatmış diğeriyle etrafına bakıyor.
    amcam 'ne bakıyon lan ibne göstersene amcana çükünü' dedi gülüşmeler içinde. bu da sol eliyle sıyırdı hemen pijamasını çükü salladı sağa sola. ulan biz gülerken babam 'o ne lan bamya gibi' diye bi çıkardı malafatı. çocuk sapsarı oldu amk. yengem çığlık çığlığa kaçtı. amcam 'birader' diyebildi sadece. annem de eliyle tutmuş içeri sokuşturmaya çalışıyor. babam itti annemi 'dalga gör dalga' diyo hala çocuğa doğru. zavallı çocuk gözlerini bile kırpamadı yarım saat :(
    (yarim altin ?, 22.06.2012 22:28 ~ 22:29)

  • benim japonya’ya ilgim pek çok insan gibi animeyle başladı. samuraylar, shinobiler, daimyo'lar derken dur şunun aslı neymiş bir öğreneyim dedim. zaten tarih okumayı da severim. daha önce avrupa, ve amerikan tarihi de araştırmıştım. ancak bu ülkelerin dünyaya etkisini sürekli konuştuğumuz için buradan edindiğim bilgiler çok farklı gelmemişti. işte rönesans, napolyon savaşları, amerikan iç savaşı falan derinlemesine öğrenmek keyifliydi ama yeni bir keşif de sayılmazdı. bu nedenle tarih konusunda japonya’nın bir maden olduğunu söyleyebilirim. birincisi japonya'ya genel dünya tarihi içinde çok fazla yer verilmiyor. bu nedenle öğrendiğiniz çoğu şeyi daha önce duymamış oluyorsunuz. ikincisi de japonya ada ülkesi olmasının da etkisiyle dışarıya çok açık değil. bu da tarih boyunca çok kendine özgü bir gelişim göstermesini sağlamış. sonuç olarak da dışarıdan bakan insanın hayret içinde kalacağı, tarihte pek görülmemiş olayların pratik haline geldiği çok acayip bir ortam oluşmuş.

    şimdi bahsedeceğimiz belgesel age of samurai da japonya tarihinde çok önemli yer tutan üç ismin dönemini ele alıyor. oda nobunaga, toyotomi hideyoshi ve tokugawa ieyasu adındaki bu üç daimyo, 1500’lü yılların sonunda, birbirlerinin selefi olarak çalışıyor ve japonya’nın tek bayrak altında birleşmesini sağlıyor. bu o dönem için muazzam bir olay çünkü 15. ve 16. yüzyılda japonya, büyüklü küçüklü pek çok daimyo’nun arasında bölüşülmüş durumda. kimin kellesi gidecek, kim kime ihanet edecek, kimin toprağına çökülecek hiç belli değil. hayat böyle sürüp gittiği için de çiftçi, köylü falan resmen kan ağlıyor. bu üç isim ise bu iç savaşa son veriyor.

    bölüm sayısıyla kıyaslarsak belgeselin bu tarihi akışı anlatmak ve önemli olayları izleyiciye aktarmak konusunda başarılı olduğunu söyleyebiliriz. çünkü bahsettiğimiz gibi bu savaşta rol oynayan pek çok insan var ve japonya tarihine aşina değilseniz yolunuzu kaybetmeniz çok olası. belgesel ise çok akıllı bir şekilde anlatım sırasında sadece tek bir olaya odaklanmış. mesela kore işgali sırasında olan diğer olayları tümden göz ardı etmiş. böylece gerçekte karman çorman olan tarihi olayları altı bölüme sığdırmayı başarmış.

    ancak kısa süren serinin bir dezavantajı var. o da hiç nefes alma anı verilmemesi. ben burada bir bütçe sıkıntısı seziyorum. çünkü dikkat ederseniz kurulan çok fazla set yok, ne bileyim bir pazar yeri, şehrin günlük hayatı falan görmüyorsunuz. mesela pazarda üstü başı dökülen karakterlerin diyalogları seriye çok güzel katkı sağlardı (bkz: akira kurosawa) filmleri. yine de böyle çekimlerin iç mekanlardaki planlardan daha pahalıya patlayacağını tahmin etmek zor değil. ancak bu tercih nedeniyle hem atmosfer kurulamamış hem de her dakikaya üç bilgi sıkıştırdıkları için bölümleri izlerken iki dakika bile dalsanız dünya kadar şey kaçırıyorsunuz. bu da bir süre sonra yorucu olmaya başlıyor. burada tercihin sebebini de konuştuk ki gördüğümüz zırhlara falan özenmişler baya ama en azından oyuncular arasında serinin ilerlemesine direkt katkısı olmayan birkaç diyalog ekleselerdi biz de tarih dersinde not tutmaya çalışan öğrenci gibi hissetmezdik en azından.

    bunun dışında seri ele aldığı kişilerin karakterlerini yansıtmak konusunda da başarılı diyebiliriz. oda nobunaga gerçekte de bu kadar acımasız, diplomasiyi umursamayan bir insan. eğer bir kapı kilitliyse kapıyı kırar içerideki herkesi öldürür sonra istediği ne varsa alır gider. toyotomi hideyoshi ise daha diplomatik, eğer istediği bir şey varsa kapıyı çalıp içeridekilerle konuşur, onları kapıyı açmaya ikna eder, istediği şeyi alır ancak kapıyı açmak konusunda direten insanları da asla unutmaz, ilk fırsatta da defterlerini dürer. tokugawa ieyasu’nun ise diğerlerine göre çok farklı bir taktiği var. ieyasu, içeride istediği bir şey varsa gelip bunu istemez. evin yakınlarında gezer ancak istediği şeyi almaya çalışmaz. ta ki eşyanın sahipleri kapıyı bir gün açık unutana kadar.

    sonuç olarak seri genel olarak başarılı. ancak biraz fazla hızlı ilerliyor, atmosfer konusunu çoğunlukla görmezden geliyor ve kostüm konusunda bazı sıkıntıları var. çünkü kostümlerin gerçekçi olabilmesi için eskitme yapılması gerekiyor normalde. ancak eskitme demek ayrıca iş gücü demek bu çaba da bütçeye bir yük olacaktı. bu nedenle bu konuyu da es geçmişler ve köylüsünden, dağda gezen askerine kadar herkes pırıl pırıl kıyafetlerle gezmek zorunda kalmış. yine de anlatım olarak bakarsanız çok kısa sürede çok geniş bir zaman aralığını neden sonuç ilişkisini çorba etmeden aktarmayı başarmışlar. bu kısıtlama nedeniyle pek çok detayı atlamışlar gerçi ama japon tarihine ilgi duyuyorsanız ve fazla karışık olmayan bir kaynakla giriş yapmak istiyorsanız bu belgeseli izleyip temeli atabilir daha sonra işleri daha detaylı öğreneceğiniz alanlara yönelebilirsiniz.

  • istanbul dışında üniversite okuduğum yıllardı. annem yeni yeni namaz kılmaya başlamış, sabah namazlarına kalkamıyor henüz. bir sabah ben gelip annemi sabah namazına kaldırıyorum. kalkıyor, abdestini alıyor, namazını kılıyor... sonra tekrar uyumak için yatağa yattığında birden fark ediyor; 'iyi de bu çocuk evde değil ki!'. bir titreme alıyor kendisini. sabahın kör vaktinde koştur koştur yan komşuya gidiyor.

    işin ilginç yanı, istanbul'a geldiğimde bana bu olayı anlattı ve hayretler içinde hatırladım ki söz konusu gece ben de rüyamda evdeydim ve annemi uyandırıyordum... şimdi siz bunu okurken çok saçma geliyor biliyorum. hatta bana da saçma geliyor şu an. tek başıma böyle bir şey yaşasam hayatta inanmazdım ama annem de olayın içinde ve olayın şahidi olunca ne desem bilemedim. astral seyahat falan mıdır bilmem ama böyle şeylere inanmayan, bu tür hikayelere gülüp geçen biri olarak nasıl bir anlam vereceğimi de bilemiyorum bu olaya...

    doğaüstüne inanmıyorum ama bir supernatural var.

  • bildiri dağıtmak fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında bir haktır. her ne sebeple olursa olsun engellenmesi doğru değildir. elinden bildiriyi alıp yırtma kısmı olmasa, karşı kaldırımda durup size katılmıyoruz denilerek eylem koyulsa demokratik, özgürlükçü bir hamle olur.

    şu haliyle elf gözlerim kınanması gereken bir durum görüyor.

    sokaklar hepimizin, beraber yaşayacağız, kimseyi eksiltmeyeceğiz.

    gezi neydi?
    gezi emekti, eşitlikti, özgürlüktü.

    onlar bize yaptı biz de onlara yapalım kafası çirkinliğin lacivert olanıdır. aynı boktur.
    bu süregelen hınç vicdanlıların göğüsünde kırılmazsa bin yıl daha kırılmaz. işinize gelmese bile hakkı hak edene teslim edeceksiniz.

    bunun başka yolu yok.

    baskıyla, sindirmeyle varılabilecek bir ütopya da yok.

    ya hep beraber, ya hiçbirimiz.
    kurtuluş yok tek başına.

  • gazların çözünürlüğünü etkileyen etmenler sıcaklık ve basınçtır. sıcaklık, çözünürlük ile ters orantılıdır. sıcaklık azaldıkça daha iyi çözünür. basınç ile doğru orantılıdır. yani basınç arttıkça çözünürlük artar. o yüzden içeceği soğuk olarak içmek; karbondioksit gazının şişe açıldığında uçmamasını sağlayacaktır. yoksa kolanın şekerli sudan pek farkı kalmaz.

    o yüzden derler ki:
    (bkz: soğuk içiniz)

  • cocuklarin hayal gucunun kanitidir. ben ak sakalli bir dede olarak tasvir etmistim ki bu da benim o zamanlar ne kadar hayal gucu kit bir insan olduguma isarettir;