hesabın var mı? giriş yap

  • doğru bir tespittir.

    benim sürecim de şöyle olmuştu:

    satılık ürün: çekyat
    gerçekten tertemiz, neredeyse hiç kullanmadık.
    kendi değeri 2000 tl idi

    - ilk fiyat: 800 tl
    arayan yok
    - ikinci fiyat: 500 tl
    arayan yok
    - üçüncü fiyat: 250 tl
    arıyorlar ama gelen yok
    - dördüncü fiyat: 100 tl
    arayanlar arttı ama hala gelen yok
    - son fiyat: 1 tl
    bir öğrenci aradı, "ben almak istiyorum ama nakliyeyi siz halledebilir misiniz?" dedi.

    orada bende film koptu, apartman görevlimize sordum. oğlu evleniyormuş, bedavaya ona verdim.
    bu kadar beleşçi ve şark kurnazı bir millet olamaz.

  • metroda bir anne ve 6-7 yaşlarındaki oğlu arasında geçen diyalog:
    o: anne 4. elemente mi geldik?
    a: hayır oğlum 4. levent o.

  • uçak irtifa kaybediyormuş. pilot, hostesi çağırıp "uçaktan 4 kişiyi at, ağırlığı azalt" demiş.
    hostes hemen alman'ın yanına gidip "çabuk aşağı atla!" demiş ve alman atlamış.
    hostes fransız'ın yanına gidip "rica etsem uçaktan atlar mısınız?" demiş ve fransız atlamış.
    hostes türk'ün yanına gitmiş ve "sen bu uçaktan atlayamazsın!" demiş ve türk durur mu, atlamış.
    hostes son olarak kürt'ün yanına gelmiş ve "bu uçaktan atlamak yasak!" diye fısıldayıvermiş...

  • bilmiyorum yorumlar bana mı garip geliyor yoksa siz her şeye çok mu alıştınız ama söylemeden geçemeyeğim. arkadaşlar o sarı şey dünya kupası ve tüm dünyanın en iyisini seçmek için yapılan bir organizasyon sonucu sadece 1 ekibin seçildiği ve sonucunda verilen ödül. bunun daha üstü yok.

    biz yerel ligde bir kupa aldığımızda servisin ön koltuğuna koyup emniyet kemeriyle bağlayıp tüm ilçeyi korna çalarak gezmiştik o hafta gece gündüz mutluluktan yerimde duramadığımı hatırlıyorum siz gelmiş "dünya kupası" kazanan birinin kupa ile paylaştığı pozu eleştiriyorsunuz. o zaman siz de alın ve nasıl poz verilmesi gerektiğini gösterin bize.

  • saat: 02:30 "değirmendere-yüzbaşılar"

    abimle balkonda oturuyoruz. hava müthiş sıcak ve ilçe inadına hareketli, cıvıl cıvıl. donanma kuvvetlerinin bayrak devir teslim töreni için tertiplenmiş eğlenceler megafonlardan dinletiliyor tüm ilçeye. sokaklar ışıl ışıl;
    "kim bilir değirmendere sahili nasıldır şimdi?" diye konuşuyoruz abimle. kahvelerimizi içiyor biraz daha muhabbet ediyor ve bir müddet kadar sonra odalarımıza gidiyoruz uyumak için. hiç unutmam; orhan pamuk'un benim adım kırmızı romanını okuyordum o sıra. yatağıma uzanmış kitabı okurken sanırım birkaç dakika içinde uyuyakalıyorum.

    derinden ama çok derinden bir ıslık sesi geliyor kulağıma; "gece çöpleri almaya gelen belediye kamyonudur" diye düşünüyor ve tekrar uykuya dalıyorum. ıslık sesi yükseliyor, hâlâ uykudayım. kitap göğsüme düşmüş, hissediyorum. fakat nasıl bir rehavetse alıp yere bırakacak dermanım dahi yok. ıslık kesiliyor ve ardından korkunç bir homurdanma başlıyor. tüm bunları algılamam birkaç saniye içinde oluyor. göz kapaklarım külçe gibi. zorla aralıyor ve hemen karşımda duran, yatmadan önce ardına kadar açık bıraktığım pencereye bakıyorum. artık bilincim tamamen açık;

    "aman yarabbi! yıldızlar! ne kadar çok, ne kadar yakınlar bu gece." diye düşünürken ilk sarsıntı başlıyor; yavaş yavaş, fakat gittikçe şiddetini artırarak. birkaç saniye kadar sürüyor ve aniden duruyor. müthiş bir sessizlik! kalbim o kadar hızlı çarpıyor ki nefes alış verişimi kontrol etmeye çalışıyor ve başımı hemen paralelimde uyuyan sekiz yaşındaki kardeşime çeviriyorum. uyuyor... sonra duvardaki saate... 03:05

    belki o an milyonlarca şey geçiyor aklımdan fakat hiçbir şey yapamıyorum. saniyeler sonra yıkıcı olan ikinci dalga başlıyor. binanın eğilmesiyle annemin haykırışlarını duyuyorum. abimin de sesini duyuyorum, adımı haykırıyor. kendime gelir gelmez korkudan gözleri kocaman olmuş kardeşimin üzerine atılıyorum. o sırada annem odamıza giriyor sürünerek.

    bina birçok kez bükülüp doğruluyor, tıpkı secdeye varır gibi. her eğilişinde bahçedeki ağaçları, her doğruluşunda gökyüzündeki yıldızları görüyorum pencereden. annem abimin adını haykırıyor. doğrulup abime gitmek istiyorum fakat olanaksız. abimin odası koridorun en sonunda. kardeşimi anneme bırakıp sürünerek koridora çıkıyorum. bitmiyor kahrolası! durmuyor! bitmiyor! koridora çıktığımda portmantonun devrilip hemen karşıdaki duvara dayandığını ve yolu tıkadığını görüyorum. bağırmaktan başka çarem yok; abi! abi!! ses yok. tekrar bağırıyorum; abi! abi!! "bayılmış olmalı" diye düşünüyorum. gücüm tükeniyor. artık araftayım... ne annemle kardeşime gidebiliyorum, ne de biricik abime. sonrası toz duman. bilincimi kaybediyorum.

    rüyada olduğumu sandığım bir an yaşıyorum. yarı uyanık yarı uykuda, tükenmiş haldeyim. sesler var, kımıldayamıyorum. abimin sesi bu! bana sesleniyor. annemin de sesini duyuyorum. sonra başkaları... sanki bütün dünya adımı çağırıyor. savaşıyorum. kontrolümü kaybetmemeliyim. neredeyim? çok sıcak, çok karanlık! insan sesleri, araba sesleri, ambulans sesleri birbirine karışıyor. n'oluyor? adımı haykıranlar kim? "ben burdayım!" demek istiyorum, olmuyor. sarsıntılar devam ediyor. şiddetli ya da hafif fakat durmuyor. sonra birisinin benimle konuştuğunu duyuyorum;

    "korkma sakın! bitiyor az kaldı, korkma." tanımadığım bir ses. bu kim? bilmiyorum. gücümü toplamalıyım yardım istemeliyim. haykırıyorum; "burdayım! yardım edin burdayım!"

    bir doğum anını yaşar gibiyim. küçücük karanlık bir delikten çekip alıyorlar beni. yeniden doğuyor gibi... gün doğmuş, sabah olmuş. ailem ağlayarak yanıma geliyor. ayağa kalkıp yürüyebilecek kadar iyi hissediyorum kendimi. nasıl bir enerjiydi o yaşadığım, hâlâ tanımlayamıyorum. bir de o kara delikte benimle konuşan sesi.

    yer yer gidenlerle kalanları ziyaret etmek için gölcük'e gitsem de, hâlâ denize bakmaya ürküyor ve kaybolan binlerce insanın isimlerini okurken gözyaşları döküyorum. zira o isimlerin içinde akrabalarım, arkadaşlarım, komşularımız ve aile dostlarımız da var. o gece gidenlerin ruhları şâd olsun.

  • kulak üstü bluetooth kulaklık kategorisinde jbl tarafından üretilen "kötünün iyisinin bir tık üstü" diyebileceğim kulaklık.

    emsali olan birçok kulaklıkta olduğu gibi bunda da, şarkıları ileri/geri almak için ses açma ve kapatma tuşları kullanılıyor. yani bir sonraki şarkıya geçmek için "ses +" tuşuna iki saniye basılı tutulması yeterli.

    maksimum pil süresi 16 saat.
    bir tık altı sayılan sony wh-ch500 modeli 20 saat misal ama jbl'de hızlı şarj özelliği var. 5 dakika şarjla 1 saat, 2 saat şarj ile 16 saate kadar müzik dinleyebiliyorsunuz.
    sony 4 saatte tam şarj oluyor.

    koca kafalar ve kulaklıklar için değil.
    ama merak etmeyin bu sınıfın hepsi için geçerli. sadece bazı modeller daha uzayan taç kısmına sahip. onun dışında pedlerin büyüklükleri birçok modelde aynı. kulak çevreleyen modeller daha iyi bu konuda.
    dengeli bir ses sunuyor. yine de ekolayzer uygulaması kullanılmasını şiddetle tavsiye ediyorum.
    son sese kadar açarsanız basslarda dağılma olması kaçınılmaz.

    aliexpress gibi sitelerden f/p canavarı kulaklık sipariş etmeyecekseniz, ülkemiz piyasasında şu an parasına göre alınabilecek en ideal kulaklık diyebilirim.

  • ikinci videodan çıkan sonuç gerçekten vahim.

    ancak ben şakayı yapan arkadaşların iletişiminde de bir sorun olduğunu düşünüyorum.

    orjinalinde, "arkanızdan gelen kızların ne kadar güzel olduğunu farkettiniz mi?", "arkanızdaki çift sizce de çok uyumlu değil mi?" gibi iltifatlar hoş ve naif bir ses tonuyla söylenirken, türk versiyonunda söylenen "dünyanın en güzel/ dünyanın en karizmatik..." gibi ifadeler dalga geçiyormuş izlenimi uyandırıyor.
    ilkinde güzelliğinizin farkına varın gibi bir sosyal mesaj veriyorken, ikincisi fazla abartılı bir yaklaşımla "hadi lan oradan" cevabını hak ediyor.

    aynı deneye maruz kalsam, ilk yaklaşıma gülümseyip teşekkür edecekken, ikincisine, "bu mu lan dünyanın en karizmatik adamı" cevabını yapıştırırdım.

    dönüp bakmaya tenezzül bile etmeyenlere ise diyecek bir sözüm yok.

  • bu eyleme engel olamıyorum ben. televizyonda ne olduğu mühim değil. o an japon televizyonu olsa kitlenirim.

    siparişimi veririm sonra bakkal amca siparişimi yerine getirmek için hareketlenir. o, büyük plastik kaşığıyla 100 gram fıstığımı koyarken ben ekrana kitlenirim. ki genelde televizyon, tezgahın tam karşısında tepede durduğu için boynumu geri geri giden şöför gibi yapıp öyle bakarım. bakkal isteğimi verdikten sonra ben televizyona bakarak parayı uzatırım, bakkal da parayı alırken bir yandan televizyona bakar. ikimizin de dünya umrunda değildir.. öyle televizyona bakarız. hatta bakkalda yancı bir üçüncü var ise bu eylem üç kişilik bir şenliğe dönüşür. bakkalın dışından gören üç tane adamın yukarıdaki bir noktaya mal mal baktığını görüp adımlarını hızlandırır. çünkü nöbet onundur. o da alışverişini yapana dek tvye kitlenecek ve bu ulvi görevi diğer arkadaşına devredecektir.