ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
kişinin büyüdüğünü anladığı an
-
eve kola alındığında, kardeşinle eşit bardaklarda eşit miktarda içmeye kasmayı bıraktığın andır.
8 mart 2018 çaylak onay rezaleti
-
rezalet gibi rezalet. zamanında nasıl yırtınırdık çaylakken yazdığımız 10 entrynin imla kurallarına uyması, anket olmaması, bilgi içerikli olması için. demek kanzuk efendi'nin oğluna torpil yapan rektörden bir farkı yok. aslında olay çok basit. işe birisini alacaksınız. iş için istediğiniz şartlar var. bu adam hiç birini karşılamıyor ama işe alınıyor.
4 ocak 2023 alkol zammı
-
yok artik anasinin ami dedigim zam.
markette 40 lira bira, mekanda en az 80-100 tl
bira lan bu bira amk, allah belanizi versin.
zayıflamak
-
2005 yilinda okumak icin almanya'ya geldigimde ilk 12 ay icinde yaklasik 15 kilo almistim. türkiye'ye döndügümde 1 hafta bu konusulmustu. ondan sonraki yillar hep o ayarda seyretti. artik sisman bir insandim. bu gercegi kabullenmis ve pek de takmaz hale gelmistim. gerci ara ara "la azcik zayiflasam ne güzel olur" filan diyip bi iki günlük diyetlere tabii ki ben de basvurdum.
en fazla 106 kilo oldugumu hatirliyorum. o dönem yaptigim ve yedigim seylere bakiyorum da sanki kendime kilo alma programi yapmisim ve onu itinayla uyguluyorum.
aslinda kilo vermek istiyordum ama bir neden bulamiyordum. beni gören herkesin "olm biraz dikkat et, damarlarin yagla dolmustur senin simdi, allah muhafaza" nevinden ikazlarina alismistim.
artik cevremde, kilolu, sevimli, tombul ismilo olarak kabul görmüstüm. cogu arkadasimin kilo verirsem bu sevimliligin gidecegini iddia ederek motivasyonumu kirdiklari da vakidir.
neyse efendim, günlerden bir gün, bir bayanla tanistim. konustuk, anlastik. sevgili olduk yani. aradan aylar gecti kilolarimla ilgili tek bir sey söylemedi. acayip uyuz oldum. kendisi zayif bir insan. hatta anneme göre acilen biraz kilo almasi lazim gelen bir kisiydi. buna ragmen bana bir kere bile "biraz kilo versen iyi olur" cinsinden tek bir kelam etmedi.
2011 yilinin eylül ayinda nisanlanmaya karar verdik. 2011'in nisan ayinda istanbul'da arkadaslarla otururken "olm nisan da var, artik ben kilo vereyim" dedigimde atilan kahkahayi su anda bile duyabiliyorum. "görürsünüz olm, türkiye'ye döndügümde dal gibi olucam" diyerek iclerinden bir tanesiyle takim elbisesine iddia'ya girdik. eylül'e kadar 80'e inmeliydim.
ben nisan ayinda almanya'ya döndüm. o ay hic bir sey yapmadim ancak mayis ayindan itibaren yedigime, ictigime dikkat etmeye basladim. asitli icecekler, sekerli meyve sulari, cikolatalar, sekerlemeler, pizzalar, dönerler...
bunlari neredeyse sifira indirmistim.
ilk iki ay varsa yoksa salata, corba, tavuk.. bol bol su, bitki caylari..
veee tabii ki hareket. isemeye gitmeye bile üsenen ben artik her gün 50 ila 80 dakika arasinda yürüyüs yapiyordum. yürüdükce aciliyor, acildikca kendimi cok daha iyi hissediyordum.
zayiflamanin ilk emarelerini kilik kiyafetimde gördüm. pantolonlarim artik emanet gibi duruyordu üzerimde. t-shirtler, atletler vs..
artik cok daha rahat hareket ediyordum. özellikle namaz kilarken rükularda, secdelerde hic zorlanmiyordum.
suratim kücülmüstü. bileklerim, baldirlarim incelmis, göbegimin büyük kismi yok olup gitmisti.
ramazan boyunca neredeyse her gün corba, salata, az miktar tatli ve bol bol su bu hale gelmemde kilit rolü oynamisti. pek tabii ki yürüyüslerim.
hafif tempolu, 1 saati askin yürüyüsler..mümkün mertebe yokuslara vuruyordum kendimi. eve geldigimde kan ter icindeyim. harika bir duygu.
29 agustos'ta istanbul'a indigimde beni gören herkes resmen soka girdi. 4 ayda 99 kilodan 77 kiloya inmistim. tam 22 kilo.
annem haric herkes sevindi.. sismanken basimin etini yiyen, her telefon görüsmesinde nasilsin demeden kac kilosun diye soran annem resmen üzüldü ya.. derhal 85 kiloya cikmam gerektigini söyledi. babam da hemfikirdi ama umrumda degildi acikcasi. zira bu keyfi tatmistim artik. hafif olmak! ne müthis bir seymis. kalbim o gün bugündür bir kere bile hizli hizli atmadi (kiloluyken ara ara bir ritim bozuklugu oluyordu)
beni gören herkes bu "mucize"yi konusuyordu. mahalle'de olay olmustu nerdeyse. esnaf'tan, akraba'ya herkesin diyecek bir seyi vardi. cok mutluydum. arkadaslarimdan bazilari önceleri biraz garipsedilerse de zamanla alistilar.
iddia'ya girdigim arkadasim takim elbiseyi aldi. 1 ay bunun geyigini yaptik. o da hostu.
eylül'ün 3'ünde nisanim oldu. pek tabii ki kiz tarafi da epeyce sasirmisti.
nisan'dan sonra mersin'e gittim, kerebic, tantuni, künefe derken 81-82 kilo oldum. o kadar kiloyla tekrar almanya'ya döndüm su anda hala öyleyim.
önümüzdeki eylül'de ise dügünüm var; bu kez hedef 73 kilo.. ama kimse iddia'ya girmeye cesaret edemedi.
hanta
-
kemirgen dışkısı, idrarı ve salyasıyla bulaşan ölümcül bir virüsmüş bu.
belirtiler şiddetli karın ağrısı ve bunu takiben ishal ile başlıyormuş. dışkıda kan olması ise bir sonraki belirtiymiş. başlangıçta dizanteriyle karıştırılan bu virüs, böbreklerde fonksiyon bozukluğu oluşturması sebebiyle araştırma konusu olmuş. ayrıca, virüsün insandan insana bulaşmadığı söyleniyor. kesin bir tedavisi olmamakla birlikte, herhangi bir temas halinde, o bölge dezenfekte edilip en kısa sürede doktora başvurulması öneriliyor. ve dahi, uygulanabilecek en basit korunma yöntemi ise ellerin sıkça ve iyice yıkanmasıymış.
edit: fareler yalnızca taşıyıcılarmış, yani virüsten etkilenmiyorlarmış.
game of thrones
-
missandei: o kadar da dracarys demedik aq :(
hasan mezarcı'nın doğum günü kutlaması
-
adam 2021 yaşında. olsun o kadar da.
28 nisan 2023 selçuk bayraktar'ın isyan etmesi
-
t: 14 mayıs'tan sonra "tamam, lideri kayınpederim olabilir ama benim akpli olduğumu da nereden çıkardınız? bakın ak parti demiyorum, akp diyorum. hem biz ailecek kılıçdaroğlu hayranıyız elhamdülillah " demesi muhtemel ihalesiz işler kralının isyanı.
not: (t:) niye yaptın diye sorarsanız; moderasyondaki parti komseri olan moderatörler "tanım değil" bahanesiyle entryi silmesin diye.
6-7 haziran 2020 15 ilde sokağa çıkma yasağı
-
yarın haber vereydiler. böyle erkenden demek olmuyor.
üçler kebap salonu sahibinin veremli olması
-
dükkanın google yorumlarına veremli ve bulaşıcı hastalık taşıyor yazdım
mandalina
-
annemin bir dayısı var, ekrem dayı, biz bildiğimizden bu yana bekar, kendi halinde takılan, sessiz sedasız bir adam. izmir'de yaşıyor ama ne zaman başka birilerinin evinde kalması icap etse, evlerde öyle pek de istenmeyen bir adam oluyor. sebebini çok sonraları, vefatının ardından annemden öğrendim.
ekrem dayı, yakışıklı bir adam, bakınca gençliği hızlı geçmiştir diyeceğiniz insanlar var ya, onlardan. saçları beyaz ama hala gür, güzel güler hatta keyfi yerindeyse şöyle bir kahkaha savurur, sağlam içer. gençliğinde bir kadına aşık olmuş, evliyken ve çocuklarına rağmen. hani hep öyle gelir ya insana, çocuk olunca gönül işleri bitirilmeli gibi, ya da çocuklar büyüyene kadar bu işler ertelenmeli, doğrusunu böyle bildik hepimiz. ekrem dayı, bildiklerine öğrendiklerine rağmen aşkının peşinden gitmiş, sonra da kavuşmamışlar hiç kadınla. günahı boyunlarına ama kadın da biraz şeymiş diyorlar, bilirsiniz, kötü kadın işte. bu lafı duyunca da kötülük mevzusunu bir kere daha masaya yatırası gelir insanın.
sonrası beklenen son, sevdiğine kavuşamayan, hani hiçbir zaman o eskisi gibi olamayan insanlardan ekrem dayı da. kavuşamadıkça içmiş, içtikçe işinden olmuş, işinden oldukça içmiş, içtikçe yalnızlaşmış. insanların evinde olmasından rahatsız olacağı, çocuklara kötü örnek bir adam olarak kabul edilmiş çoğusu tarafından.
mevzunun sonunda, yani benim aklım onu tanıyacak kadar erdiğinde, kimseye bir zararını görmediğim, neden arkasından öyle kısık sesle konuşmalar yapıldığını anlamadığım, az gülen ve az konuşan bir adamdı. kulübeden hallice bir yerde yaşıyormuş ve ölümünden önce, o kadar parasızlık çekmiş ki, cebine para koyan uzaktan akrabaları kanser olan babalarını ekrem dayının sırtında taşıtıyormuş hastane odasına kadar.
ekrem dayı, bir sanayi sitesinde, eski arabasını yaptırıp dönerken tamirci çırağının yaptığı kaza sonrası vefat etti. kazayı duyanlar, ilkin, alkollü araba kullandığı için sonunda kendini öldürdüğü yakıştırmasını yapmış da gerçeği öğrenip evine gidence, yalnızlığını ve yoksulluğunu anlatıp durdular. ölünün arkasından yalnızlığa, vefasız akrabalara, hayırsız çocuklara, hayattayken nasıl da kıymet bilinmediğine ağıt yakmak bizde bir cenaze ritüelidir zaten. öldüğünde o derme çatma kulübeye gitmişler ya, "bir tane çürümeye yüz tutmuş mandalina varmış masanın üstüne, tabağın içinde" dedi annem, başka da yiyecek hiçbir şey yokmuş.
nasıl bazı yerler bazı insanları, bazı kokular bazı anları hatırlatır. mandalina da bana hep ekrem dayı'yı hatırlatır ve ağır roman'daki o sözler gelir aklıma:
"savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye, zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın. nüksederken raksına mahallenin maşallahı, eyvallahı; güzelleş be oğlum şimdilik ölümüne kadar hayattasın. şimdilik, ölümüne kadar hayattasın..."
pedro almodovar
-
kırmızıyı sürekli kullanır, çünkü filmlerinde öfke, acı, tutku ve aşk vardır. kadınları anlatırken de hikâyesi olmayan kadınları anlatmaz; öfkeli, acı çeken, aşık, bağımsız ve tutkulu kadınları anlatır. almodovar'ın hikâyelerinde genelde baba yoktur, ama varsa bile muhtemelen pek faydasız konumdadır. o yüzden almodovar kadınları bir açıdan yalnız bırakılmış, ancak diğer açıdan zaten kimseye ihtiyaç duymayacak kadar güçlü, akıllı ve özgürdür. bu yüzden bu 'yalnız bırakılmışlıkla' ilgili bir sorunları yoktur. kırmızı duvarlı evlerinde, kırmızı masalarında, üzerlerindeki kırmızı elbiselerle en yakın arkadaşları ile kırmızı şaraplarını içer ve sorunları neyse çözüm ararlar.
filmlerinde aşk vardır ama bildiğimiz, izlediğimiz aşklar gibi değildir. tarafların tutkuları karşılarındaki kişiden bağımsız olarak kendi içlerinden gelen, onları hayata bağlayan, bir arayış varsa onun için enerji sağlayan, çektikleri acıdan çıkış yolu aramaya iten kaynaktır. doğal olarak aşkın kırmızısı romantizmi çağrıştırmaz. saf tutkuya daha yakındır.
en iyi örneklerini todo sobre mi madre ve otobiyografik kabul ettiğimiz dolor y gloria'da gördüğümüz üzere almodovar'ın dünyasında acının rengi de kırmızıdır. ruhsal veya fiziksel fark etmeksizin acı bir ifadeye baktığımız sırada gözümüze mutlaka kırmızı bir renk ilişir yahut gözümüze sokulur.
bir de subjektif bir bakış olarak, kırmızı kimi zaman seyirciyi rahatlatan bir görsellik sunuyor. zor bir durumun, bir ikilemin ortasında veya fiziksel olarak acı çeken bir karakterin mutfağında bir anda kırmızı bir masada oturulduğunu görmek o anın, o sahnenin derininde var olan o acıyı/durumu bir an için unutturuyor. bu bana sanki yönetmenin "her şeye rağmen hayat devam ediyor" deme şekliymiş gibi geliyor. çünkü filmlerinde, karakterler geçmişleriyle hesaplaşsa da hesaplaşmasa da sürekli ilerlemeye ve gelecekten beklenti içinde olmaya devam ediyorlar.
kıyafetler, mutfak masaları ve dolapları, tiyatro salonunun koltukları, arabalar, telefonlar, duvarlar, süslemeler, çiçekler... her yerde kırmızı çarpar gözümüze. sırtı ağrıyanın da geçmişe özlem duyanın da gömleği kırmızıdır; geçmişi acı dolu olanın da aşık olanın da duvarları kırmızıdır.
almodovar'ın kırmızıları:
kika
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
todo sobre mi madre
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
la flor de mi secreto
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
dolor y gloria
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
mujeres al borde de un ataque de nervios
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
la piel que habito
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
volver
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
hable con ella
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
que he hecho yo para merecer esto
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
halifax patlaması
-
dünyanin ikinci dünya savasina kadar gördügü ve atom bombasinin yapiminda da ilham alinmis en büyük patlama. aralik 1917'de belcika bandirali imo, 3000 ton tnt ve bilumum bomba yüklü fransiz gemisi mont blanc ile carpisir. fakat beklenenin aksine bi patlama gerceklesmez. cünkü yüksek patlayicilar sinifindan olmayan tnt basinc altinda patlamaz. yine de nasil bi tehlikenin icinde oldugunu bilen tayfa gemiyi hemen terk eder. 15 dakika boyunca gemi patlamadigi gibi yüzlerce insan da kiyida toplanir ve bu ilginc kazayi izlemeye koyulur. derken mont blanc alev alir. fakat bu da patlama icin yeterli degildir, zira tnt'nin patlamasi icin öncül bir patlama, bir sok gerekmektedir. bu arada alevler daha cok insani kiyiya ceker, bazilari da evlerinin camlarindan geminin yanisini izlemeye koyulurlar. aslinda alevler icinde tnt sadece kömür gibi yanip sönücektir. fakat bu artan isi tnt'yi degilse de diger patlayicilari atesler ve tnt'nin patlamasi icin gerekli sok gerceklesmis olur.
patlama o derece siddetli olur ki sadece olusan dalgalardan 200 kisi ölür. evlerinin icinde oturan insanlar dahil 2000'e yakin insan hayatini kaybeder. 9000'in üzerinde yarali vardir. geminin parcalari sehrin her tarafindan toplanir. nerdeyse 100 km uzaktaki evlerin camlari iner. kopmus insan uzuvlari limanin her tarafina dagilmistir.
patlamanin bu kadar etkili olmasinin nedeni ise geminin deniz yüzeyinde, yani zeminden yüksek bi yerde olmasidir. söyle ki, patlamanin ardindan olusan enerji hem asagi hem yukari dogru bi basinc uygular. yukarda hava asagida da daha etkilisi zeminden destek alarak etkisini katmerler. los alamos'daki bilim adamlari da man hattan projesi sirasinda bu bilgiyi dikkate alir ve yaptiklari deneylerle onaylarlar. böylece atom bombasinin kullaniminda ayni yöntem uygulanir. ucaktan birakilan bomba henüz zemine inmeden havada patlatilir ve patlamanin siddeti katlanir. böylelikle daha fazla can alma hedefine ulasilmis olunur
(bkz: hirosima)
(bkz: nagasaki)
(bkz: hidrojen bombasi)
fakir kaldın çünkü denemedin
-
üzerine başlık açmaya * değmeyecek söz.
stand up'ına gülünmeyen adam
-
üzmüştür.
oğlum ben böyle şeylere çok üzülüyorum lan videoyu izleyemedim bile hemen başında kapadım.
orada olsam sırf adam yıkılmasın diye tek başıma kahkaha atardım.
zaten başıma ne geliyorsa bu vicdanım yüzünden geliyor mk.