hesabın var mı? giriş yap

  • bunun açıklaması daha önce charlie chaplin'in bir filminde aynı bu şekilde ortalıkta dolaşan kadın görüldüğünde yapılmıştı. o duyma güçlüğü çekenlerin kullandığı bir alet de olabilir hatun cüzdanı elindeyken kulağını kaşıyor da olabilir.

    the circus filmindeki o sahne

    1928'deki charlie chaplin'nin filmindeki kadının kullandığı alet de muhtemelen buydu.

    siemens'in o zamanlardan bir reklamı.

    edit: link eklendi.

  • 1892 ve 1942 yılları arasında yaşamış, eserlerinde amerikanın orta-batı hayatını canlandıran grant wood, iowada doğdu. 19 yaşına kadar köy işlerinden**** fırsat buldukça kendi kendine resim yaptı. daha sonra iowa üniversitesi ve chicago sanat enstitusünde çalıştı. birinci dünya savasından sonra paristeki julian akademisine gitti. parisin modern resminde çekicilik bulamayarak almanyaya geçti fakat orada da aradığını bulamadı. '' bir an içinde tüm güzel düşüncelerimin süt sağarken meydana geldiğini idrak ettim ve iowa ya döndüm. '' şeklinde bir beyanat vererek en nihayetinde vatanına döndü. döndüğünde, eserlerinde amerikayı yerli bir dil ile tasvir etmeye çalıştı. parlak, sade ve objektif bir üslup ve realist duruşu ile en iyi bildiği manzaraları ve halkı anlattı.

    wood, en meşhur tablolarından american gothic için ise şunları demiş:
    ''bunlar bütün hayatım boyunca tanıdığım insanlardır. hususiyetlerini tam olarak vermeye, onları gerçekte olduğundan daha fazla kendilerine benzetmeye uğraştım. bunların kusurları vardı, bu kusurları gizlemedim fakat bu insanlar iyi ve sağlam insanlardı.''

  • yine vatandaşın binlerce lirasına mal olmuş saçmalık. o kostümlerin tanesi 2-3 bin liraya mal olmuşsa, akp işi olarak her birine en az 50 bin lira ödenmiştir. vatandaşın parasını savurmak gibisi yok.

  • tercümesi "esirleri kurtarmaya gittik, kurtaramadık. üstüne rütbeli personel kaybettik ama başarılı olduk." olan açıklamadır.

    gerçekten çok başarılı olmuşsunuz, tebrikler. keşke bu büyük başarıyı çarşamba günü müjdeleseydiniz.

  • ne zaman düşünsem tüylerim diken diken..

    geçen hafta dolan otuz beş yıldan beri otuz beş kuruşla ev geçindiriyorlar. üç çocuk büyütmüşler, okutup adam etmişler. üç çocuklarına da aynı sevgi ile bakmışlar hep, gözlerinde hala o sevgi. hani olmaz da, göstermek istemeseler bile ele verecekler kendilerini, naif bir sevgi sızıyor gözlerinden. işe gitmek için evden çıkarken, arkamdan usulca aralanan perdenin arkasındaki annemin gözünde görüyorum, her sabah.

    nasıl başladığı değil nasıl yaşandığı önemli; onca yıl nasıl büyüdüğü, bizi büyüttüğü. onlar dolu dolu da yaşamışlar, damdan düşer gibi de. tepeden tırnağa sevdalılar, sevda nedir biliyorlar çünkü.

    çünkü yaşamışlar, yaşıyorlar bu hayatı. tüpsüz kalmışlar, vesikayla ekmek almışlar, kuru üzümle çay içmişler herkes gibi. kaç ihtilal kaç kriz görmüşler. ve hala, sabahın yedisinden gecenin körüne kadar haberlerde gördükleri "dünyaya" üzülüyorlar. yirmi dokuz yıldır onları sabır ve umut ederken gördükçe tüylerim diken diken oluyor benim.

    keyif almasını da bilmişler. uğrak lokantası’nda kızarmış yarım piliç ve haydari ile içmişler rakıyı, tam cam kenarındaki masada hem de. bizim gibi rakının yanına pırasa getiren, fasıl diye taverna müziği çalan, damsız girilemeyen yerlere, olmadığı gibi görünen insanların arasındaki masada birkaç arkadaş mahkum kalmamışlar. en son ne zaman sinemaya gitmişler hatırlamıyorlar, dilleri dönmüyor hatırlayınca da zaten filmin adını. o akşam televizyonda ne varsa, bir bardak da çay yanına, en seyredilir eser oluyor o akşam.

    bu sevgiyi anlamak istiyorsanız, görmeniz lazım. birbirine güzel söz söylemez, çarçur etmezler iltifatlarını. sevgilim, bir tanem bunlar sahte laflar, yer yok onların lugatında. her gün milyonlarcası gırla giden gerçek sevgi sözleriniz gerçek kıymetini biliyorlar.

    yıllarca işten gelirken kesik ankara soğuğunda yüzü kızaran emekli memur babam gibi yüzüm, aşk hakkında düşünürken, utancımdan. hayat bana daha ne öğretebilir? onlarla karşılaştırınca, hokkabazın ağzındaki yalancı alev gibi yabancıyım aşka. oysa onlar, birbirlerine sarılıp kenetlenmişler. ve kalbime bıçak sokar gibi kirpikleri bana, bize doğru dönmüş soruyorlar:

    "ya siz?"

  • bizde vardi bir tane bundan. "yari-otomatik" ne demekse artik.

    cok duygusal bir aletti, yalniz kalmayi sevmezdi. koridorun ortasina kadar pesimizden gelirdi, fisi yettigi yere kadar.

  • baslik: kafesini nadiren açabiliyorum yemin ederim ailemizi perişan etti

    bir tanidiğimin hediye ettiği jago cins papağanimi satiyorum.o tanidiğimla da bütün ilişiğimi kestim.alana daha önce kerpeten (papağanin ismi) tarafindan parmaği koparilan kardeşimin kullandiği ilkyardim setini bedava vereceğim.zamaninda bir petshopa sattiğimda adam bana parami iade etti ve 3. fotoğrafi bana yolladi.diğer kuşlarla da fazla anlaşamamiş.

    gerekli gördüğüm bazi önemli notlar;
    asla kafesini açmayiniz.
    açarsaniz elinizden haydari eksik etmeyiniz.
    kerpetene asla agresif tavirlar göstermeyiniz.
    olur da yem vermek için kafesine yanaşirsaniz 3 kişiden az olmayiniz.
    yem olarak herşeyi verebilirsiniz yemek seçmez.(bamya, kurufasülye, kabak)

    kopan uzvunuzu buzla dolu bir tencere veya benzeri bir kap ile en yakin devlet hastanesine giderseniz çok geç kalmiş sayilmazsiniz.
    alan arkadaşa hayirli olsun.

    http://www.sahibinden.com/…110291wqqpxqqdisplayitem