ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
apple'ın beyaz eşya işine girmesi
-
klozet kapağı satsa kapısında kuyruk olacak mallar olduğu için akıllı bir yatırım.
edit: başlık başa.
sözlükçülerin en uzun yürüyüşleri
-
ilkokuldaydım. sekiz yıl boyunca bi kıza yürümüştüm. en uzun yürüyüşümdü.
frank zappa
-
zappa efsanesinin başlangıcı kısa şöyle olur:
zappa ilk başlarda davul çalmak istiyordu. iki baget edindi ve ailesi artık dayanamayıp ona trampet alana kadar mobilyalara vurmaya devam etti. o zaman kadar hiç r&b dinlememişti, orkestra müziğine ilgi duyuyordu. ama ilk kez r&b dinlediğinde bu müziği yapan bir grupta yer almak istediğine karar verdi ve grup kurmak için para biriktirmeye başladı.
kendi söylemiyle "o zamanların solo enstrümanı gitar değil saksafondu." ama zappa gitarın potansiyelini farketti ve 18 yaşında davuldan vaz geçip kendine 1.5 dolarlık bir gitar aldı. telleri çok yüksek olan gitar yüzünden akor basamasa da bu solo çalışmasına engel değildi. hepimizin yaptığı gibi o da bir süre dandik ergen şarkılarının sololarını çaldı. akor basmayı ise bundan ancak bir yıl sonrasında öğrenmeye başlayacaktı.
zappa ilk grubunu (blackouts) lisede (antelope valley high school), henüz gitara başlamadan önce kurmuştu. yaşadığı kasabanın ilk kez r&b ile tanışması, 1954'te buraya konsere gelen birkaç grup sayesinde olmuştu ama bu gruplarla birlikte gelen eroin satıcıları halkı oldukça korkutmuştu. bunun yanında o zamanlar polis bile gençlerden korkuyordu çünkü her yerde çete savaşları sürmekteydi. böyle bir dönemde şehre taşınan zappa kurduğu grupla 10 şarkılık bir repertuar oluşturdu. grubu tek destekleyen, kasabanın dışındaki sun village isimli siyahi yerleşiminde yaşayan insanlar oldu. ama burada verdikleri, siyahi insanların danslarla eşlik ettikleri konserler kasabalının hiç hoşuna gitmiyordu. bir konser öncesi zappa serseilik yaptığı gerekçesiyle tutuklandı ve geceyi kodeste geçirdi.
bu gruptayken tanışan captain beefheart ve zappa, okul sonrası birlikte takılmaya, her gün sabahlara kadar birlikte müzik dinlemeye ve okulu asmaya başladılar. aynı şarkıları o kadar çok dinlediler ki artık gitar sololarını ağızlarıyla da olsa çalabiliyorlardı. bunun yanında vakitlerini, hangi sanatçının kaç albümü var, son albümü hangisi, şarkıyı kim yazdı gibi sorularla sınav yaparak geçiriyorlardı.
zappa o dönemdeki şartları şöyle anlatır:
"artık gençler her şeye daha kolay sahip oluyor. o zamanlar arabanın anahtarları için babanızla birlikte çalışmanız gerekirdi. şimdi ise babanızda araba istiyorsunuz ve "hangisi?" diye soruyor. o zamanlar dışarı çıkmak için zar zor izin alırdınız ve gece yarısı evde olmanız söylenirdi. ve olurdunuz. bugün kimse size kaçta eve geleceğinizi söylemiyor, çünkü geri gelmemenizden korkuyor. asit kullanabilir, bir rock grubuna katılabilirsiniz. eskiden bunu yapmak için evden kaçmanız gerekirdi. şimdi her zaman size göz kulak olan yaşça daha büyük birine sahipsiniz. o zamanlar evden çıkmak tehlikeliydi. sizden yaşça büyük insanlar, arkadaşlarınızdan daha tehlikeliydi."
derken bir gün jimmy carl black, karnını doyurabilmek için zillerini rehin bırakmak üzere girdiği rehincide roy estrada ile karşılaşır. orada konuşmaya başlayan ikili soul giants'ı kurar. ray collins'in de katılımıyla bir klupte çalmaya başlayan grup, ray'in gitaristle tartışması sonucu gitaristsiz kalır ve zappa'yı arar.
gecede adam başı 0 ile 7 dolar kazanan ekip geçim derdine düşer. yeterince uzun süre bir arada kalırlarsa eninde sonunda para kazanmaya ve albüm yapmaya başlayacaklarını düşünürler. ancak o zamanlar etkin olan ingiliz akımı işleri olumsuz etkiler. mekanlar the beatles, the rolling stones tarzı müzik yapan grupları işe almaktadır. oysa zappa ve arkadaşları bu akımla kıyaslandığında oldukça garip bir müzik yapıyorlardı ve sürekli kovulup başka bir yerde iş aramaya başlıyorlardı. sonunda isimlerini mothers olarak değiştirip ilk çalıştıkları bara yeniden girdiler.
uzun süre barlarda çaldıktan sonra bir menajere ihtiyaçları olduğunu düşündüler. mark cheka, gruba mondo hollywood'un yönetmeni robert carl cohen'in verdiği partide iş ayarladı. orada bulunan herb cohen -grubun yaptığı müzikten hiç anlamasa da- ekibin ticari potansiyeli olduğunu düşündü ve birlikte çalışmaya başladılar.
herb, ekibin hollywood'da bir turne için seçmelere girmesini sağladı. grup 6-7 ay önce aynı seçmelere katılmış ancak saçlarının yeterince uzun olmaması sebebiyle geri çevrilmişti (o zamanlar imaj her şeydi). bu tecrübeden hareketle zappa ve arkadaşları mor gömlek ve siyah şapkalarla kendilerine bir imaj oluşturdu ve bu imajı satmayı başardı. 4 haftalık bir sözleşmeyle grup ilk çıkışını yapmaya hazırlanıyordu. bu turnenin ardından whisky'de çalma fırsatını yakaladılar.
ekip buarada mgm'nin ilgisini çekti ve kayda girdiler. kaydın ilk gününde yemek yiyecek paraları dahi yoktu. zappa, "eğer jesse kay bize 10 dolar vermeseydi açlıktan bayılacaktık" diye anlatır. 10 dolar ile karnını doyuran ekip o gün altı şarkı kaydetti ve olaylar gelişti.
amerikan evlerinde pencerelerde korkuluk olmaması
-
bahçeye giren yabancıyı pompalı tüfekle ikiye bölmenin suç olmamasıyla ilintilidir.
15 haziran 2022 amazon.com.tr rezaleti
-
daha dur insafsız, adamlar çözeceğiz demiş. üstünden bir gün bile geçmeden rezalet başlığı açılır mı? insanlık olarak biraz tırt bir hale geldiğimizi düşünmekteyim.
krediye kefil olmayan 10 yıllık iş arkadaşı
-
insanlar doğduğundan beri tanıdığı insana kefil olmaz, iş arkadaşı neymiş.
biraz mantıklı argümanlarla gelin.
yetiş ya picasso yetiş ya dali
-
20. yüzyıl sanatının güçlüklerine dikkat çeken bir şarkıdır.
kübisti fauvistten ayırıyorlar
bu sizden bu bizden kayırıyorlar
guernica ne diyor anlamıyorlar
ortalık karıştı modern bozuldu
yetiş ya picasso yetiş ya dali
yolumuz düştü piet mondrian'a
tuvalde olan gelirmiş başa
can düşman olmuş ressam ressama
yetiş ya picasso yetiş ya dali
magritte'e duchamp'a saygı kalmamış
insanlık matisseden nasip almamış
galerisi var ama gözü doymamış
biçare kandinsky abstrakta uymuş
yetiş ya picasso yetiş ya dali
öyle bir dünya ki, pop-art avant-gardea
sürrealistin sırtından vuran vurana
aşkolsun gerçekten pollock bulana
insanlık yaralı postmodern sanatta
yetiş ya picasso, yetiş ya dali
spor tarihinin en karizmatik hareketi
-
bence spor tarihinin en karizmatik hareketi antonin panenkanın 1976 avrupa futbol şampiyonası finalinin son penaltısında attığı panenka penaltısıdır. öyle bir anda bu vuruşu yapmak gerçekten yürek ister. hem vuruşun estetiği, hem dünya literaürüne girmesi, hem de bu vuruşun çekoslavakyaya kupayı getirmesi sebebiyle panenka penaltısı spor tarihinin en karizmatik hareketidir.
penaltının tadına doyamayanlar için link.
edit:link eklendi.
orgi havaalanı vip salon görüntüleri
şamil iğde
-
bu kadın mıdır? kız mıdır? meselesinin mimarını da hatırlatmakta fayda var.
bu coğrafya hakikaten çürük. bitik bir coğrafya.
çok şerefsiz insanlarla yaşıyoruz.
tek başına kafede kahve içmek
-
"dehanın en önemli göstergesi, olduğun yerde sakince bekleyip kendi başına zaman geçirebilmektir."
lucilius annaeus seneca
insanlar olarak muhakkak ki sosyal varlıklarız. çevremizde olup biteni anlama ve çevremiz tarafından anlaşılma (çoğu zaman nafile olsa da) ihtiyacımızı inkar edemeyiz. ama bir birey olarak kendimizi var edebilmek için de kendi başımıza kaliteli zaman ayırmaya ihtiyacımız var. bu bağlamda, yalnızlık hissiyle bir başınalık arasında önemli bir ayrım var:
"yalnızlık, etrafınızda hiçkimsenin olmamasından değil, sizin için önemli olan meseleleri anlatamamaktan veya etrafınızdakiler kabul edilemez buldukları için bu meseleleri kendinize saklamanızdan ileri gelir."
carl gustav jung
zira yaşadığımız toplumdan beslensek bile, beslendiğimiz düşünce ve davranışları olduğu gibi irdelemeden benimsediğimizde öğrenmiş değil taklit etmiş oluyoruz. her bir düşünce ve davranışa kendi imzamızı atıp kendi benliğimizin bir zenginliği haline getirebilmemiz için de kalabalıklardan uzaklaşmamız gerekiyor. öyle ki bu kalabalıklara, (varsa) eşimiz/sevgilimiz, ailemiz ve en yakın dostlarımız da dahil. tabii bunun için de bir başınalığa yüklediğimiz anlamları değiştirmemiz gerekir:
"çocuklar bir başına kaldıklarında ne yaparlar? taş ve kumları alırlar ve bir şeyler inşa ederler. sonra onu yıkıp yenisini yaparlar. ama asla sıkılmazlar... öyleyse, bir başınayken neden yalnız hissedesin ki, elinde taş ve kum yok diye mi? bu zavallılığın sebebi sana bahşedilen aklı yeterince kullanmadığındandır."
epiktetos
yalnızlık dahil, pek çok konuda çoğunluğun atfettiği peşin yargılarla hayatın içinde bulunan olgulara iyi veya kötü diye anlam vermek büyük bir tembelliktir. bir başınalık iyi veya kötü değildir; bir başınalığı iyi veya kötü yapacak olan bizim ona atfettiğimiz anlam ve bir başınayken zamanımızı ne kadar kaliteli geçirdiğimizdir. bir başınalığa atfettiğimiz anlamı her an değiştirme gücüne sahibiz. eğer bir başınalığı, bir dışlanma hali görürsek mutsuz oluruz elbette. ama bir başınalığı, kendimizi ve çevremizi daha iyi tanıma fırsatı olarak görürsek öylesine keyifli ve doyurucu bir deneyime dönüşür ki. çünkü gerçekten önemli olan şeylere odaklanmamızı sağlıyor:
"başkalarının söylem, düşünce ve davranışlarını önemsemeyi bırakınca gelen huzur... yalnızca, kendi eylemlerin (bu adil mi, doğru olanı mı yapıyorum?) üzerine düşünüp; başkalarının karanlığından endişeye düşmeden, kendi yolundan şaşmadan kararlı adımlarla hayatın bitiş çizgisine kadar yürümeye devam etmek..."
marcus aurelius
sürekli bir bombardımanın altındayız günümüzde. teknoloji, bilginin iletim hızını artırırken, iletimin maliyetini de azalttı. haliyle her an her saniye, yepyeni uyaranlar geliyor önümüze. kendimizi bu uyaranların çoğuna tepki vermek zorunda hissediyoruz. oysa, bu uyaranların çoğu elimizde olmayan meseleler. elimizde olmayan şeyler üzerine düşündükçe daha da çaresiz hissediyoruz, çaresizlik arttıkça kaygımız da artıyor mutsuzluğumuz da...
bu otomatik bir tepki olarak gerçekleşiyor çoğu zaman. ama bir başımıza kaldığımızda, bizi üzen ve/veya kaygılandıran durum/olayın elimizde olup olmadığı üzerine düşünme fırsatı bulabiliyoruz. eğer elimizde değilse şayet, hayatın olağan akışı dahilinde bu durumu kabul etmek; bir kadercilik değildir! bilakis, elimizde olmayan şeyleri kabul etmek, değiştirebileceğimiz şeyleri değiştirme gücü ve odağını bulmamızı sağlar. ancak, neyi değiştirebileceğimiz üzerine düşünmek ve eyleme geçmek için de bir başınalığın sakinliğine ve berraklığına ihtiyaç duyarız:
"mutluluk ve özgürlüğe giden yol, hayatta bazı şeylerin elimizde olduğunun; bazılarının ise kontrolümüz dışında gerçekleştiğinin kabulüyle başlar."
epiktetos
memur maaşları bütçeye yük
-
torpille giren memurlar olmazsa yük olmayacak durum.