hesabın var mı? giriş yap

  • öhöm.. moskova'ya ilk uçuşum. pencere kenarına oturdum uçağın kalkmasını bekliyorum. bir yandan da uçağa binip yerleşmeye çalışanları izliyorum. içeriye tarifsiz birşey girdi. hani olur ya slow motion. zamanın durduğu an. arkada only you çalıyor falan. siyah, omuzlara dökülen saçlar, beyaz yüz, doğal vişne rengi dudaklar, yaş 23-24, tarifsiz bir güzellik... benim gözler faltaşı gibi açılmış, allahım yarabbim diye düşünürken, bu hatun kişi geldi, geldi, geldi... yanıma oturdu. şöyle bir ufak kafa sallamasıyla selamlaştık. hatun oturdu, eşyalarını yerleştirdi. bu sarkma asılma olaylarından nefret eden bir adam olduğum için, bir yandan elimdeki derginin sayfalarına bakmaya çalışıyorum hani ilgilenmiyormuşum gibi, ama içim içimi yiyor, piyangodan büyük ikramiye çıkmış gibi bir hissiyatım var. aradan birkaç dakika geçti, hop hatun birşey sordu, hem de türkçe. şaşırdım tabi, sordum nereden öğrendiniz diye, ben istanbul'da çalışıyorum dedi. laleli'deki deri mağazalarından birinde tezgahtarlık yapıyormuş. bir yandan düşünüyorum, yahu sen holywood'a git, paris'e git, ne işin var laleli'de... tam bu sırada birisi peydah oldu, rusça birşeyler anlatmaya çalışıyor, bu hatunla birşeyler konuştular, tartıştılar, meğer biz yanlış yere oturmuşuz. (o zamanlar kiril alfabesini tam bilmediğim için ufak bir karışıklık) neyse hatun dedi ki, bizim yerimiz karşı taraf oraya gidelim. giderken elimi tuttu. bak ne diyorum. elimi tuttu diyorum. oturduk, sonra sonu gelmez muhabbet başladı tabi. 2,5 saat uçuş. dedim ki tamam kmc. olay budur, şimdi siz moskova'da bir iki görüşürsünüz. bir kahve. ardından romantik bir akşam yemeği. akabinde bir süre sonra beraber yaşamaya başlarsınız. 1 yıl sonra güzel bir düğün. hemen ardından aşkınızın meyvesi güzel bir bebek. 5 yıl sonra bir tane daha. yaşlanırsınız foça'ya yerleşirsiniz. mavi gözlü torunlarınız olur. önce ben giderim, hatun kişi mezar başında ağlar. o da dayanamaz bir süre sonra gelir. cennette buluşuruz falan diye daldım gittim ben. (bkz: 25th hour final sahnesi)

    moskova'ya geldik, ayrılırken telefonunu istedim verdi. tamam dedim, ararım, uygun olursak görüşürüz. herşey güzel, telefonu bir kağıda yazıp cüzdanıma koydum.

    1 gün sonra cüzdanı çaldırdım.

    ---------------------------------------------

    yıllar sonra gelen edit: bu macerayla ilgili, sağolsunlar, çok sayıda mesaj aldım. bir kısım arkadaşlar da sonra ne olduğuna dair sorular soruyorlar.

    olaylar daha sonra şu şekilde cereyan etti: tahmin edileceği üzere, bu kızı bir daha hiçbir yerde göremedim. bu olay 2004 eylül ayında yaşanmıştı. aradan 9 yıl geçmiş.

    ben kısa bir süre sonra evleniyorum. kız arkadaşım da aynen burada tarif ettiğim gibi biri; beyaz yüzlü ve vişne dudaklı. bu kadar yıl moskova'da hayatıma -ciddi ya da değil- giren, görsel olarak birbiriyle alakasız bu kadar insan arasından hayatımı birleştireceğim insanın aynı tarife uymasını iki şekilde açıklayabiliyorum. ya algıda seçicilik ya da kaderden kaçılmaz kardeş )

    ---------------------------------------------

    edit 2: evlendim. eylül 2013'te baba oluyorum :)

    ---------------------------------------------

    edit 3 (2015): oğlum 1,5 yaşında) ismini devrim koyduk. bir şekilde yukarıdaki hikayeye bağlayacak olursam, insanın aşık olduğu kişiye olan sevgisi güneş kadarsa, çocuğuna olan sevgisi evren kadarmış. ben bunu gördüm)

    ---------------------------------------------

    edit 4 (2018): oğlum 5 yaşında. annesiyle pek bir iletişimimiz kalmadı. ayrı yaşıyoruz. ama hem anne hem baba tarafından sonsuz sevgi gören bir çocuk. umarım anne-babanın bu durumu psikolojisini ileride kötü etkilemez. zira kaç tane bilimsel makale okuduysam, ebeveynlerin ayrı olması ama çocuğa sorunların yansıtılmamasının, birlikte ama problemli ilişkiden daha sağlıklı olduğunu söylüyor. herşeyin hayırlısı.

  • tam adı william avery "billy" bishop olan kanadalı 1. dünya savaşı ünlü savaş pilotu. kendisi kanada'da bir savaş kahramanıdır hatta toronto'daki havaalanına ismi verilmiştir.
    bu kadar büyük bir savaş kahramanı olmasının nedeni ise, 1. dünya savaşı batı cephesinde, müttefiklerin en çok uçak düşüren 2. pilotu, savaşın ise en çok uçak düşüren 3. pilotu olmasıdır.
    1. si zaten red baron (manfred von richthofen) 80 uçak, 2. ise fransız rene fonck 75 uçak ve 3. sırada billy bishop 72 uçak.

    bu kadar ünlü bir figür olan billy bishop'un çok ilginç bir olayı vardır. kısaca anlatmak gerekirse kendisi bir yalancıymış.

    bundan önce kısaca 1. dünya savaşındaki hava muharebelerinde kullanılan sistemi anlatmak isterim. genel olarak bir uçağı düşüren diğer pilot, üssüne döndüğünde düşürdüğü uçağı raporunda belirtir, ve bu uçağı düşürdüğü başkaları tarafından görülmüş ve onaylanmışsa hanesine 1 zafer kazandırmış olur. o zamanlar özellikle havacılık ve hava savaşları çok romantik ve yeni olduğu için, hem de ülkelerin bu tür kahramanlara ihtiyaçları olduğu için bu zafer kazanma olayı savaş boyunca çok popüler olmuştur.
    uçağı düşüren pilot eğer yapabilirse düşen uçağın yanına gider, kesin kanıt bulur, veya yanında uçan diğer arkadaşları onaylar, hiç olmadı yerdeki birliklerden teyid alırlarmış. tabii ki zaman zaman düşürdükleri uçağı kimse görmez bu yüzden hanesine zafer yazılmazmış (bazen de yazılabiliyormuş !)
    alman ve fransız birliklerinin aksine, britanyalı birliklerdeki pilotlar bazen düşürdükleri uçaların zaferlerini paylaşırmış. yani düşen uçak sayısı 1 iken, bazen 3 pilot birden zafer kazanmış sayılırmış.

    billy bishop ise gerçekten iyi bir pilotmuş. özellikle ilk uçtuğu zamanlarda kendisini iyi bir pilot olarak kabul ettirmiş. ancak daha sonraları zafer sevdası ve madalya hırsı yüzünden genellikle çok sık ve tek başına seferlere çıkmaya başlamış ve bu seferlerde zaferlerini çok hızlı bir şekilde arttırmaya başlamış. buraya kadar sorun yok, ama victoria cross (en yüksek mertebeli madalya) kazandığı çatışma sonrası çok büyük şüphe çekmeye başlamış. tek başına bir alman havaalanına saldırıp 3-4 uçağı düşürdüğünü söylemiş ve madalyayı kazanmıştır. üssüne döndüğünde uçağı yaralanmış, makineli tüfekleri ise sökülmüş bulunmuş. bunun nedeni olarak çok yara aldğı için söküp atmak zorunda kaldığını söylemiştir. uçağında yapılan incelemede ise mermi deliklerinin çok ilginç olduğu ve sanki çok yakından atıldığı düşünülmüştür.
    yıllar sonraki araştırmalara göre bishop böyle bir saldırı hiç gerçekleştirmemiş, uçağını boş bir araziye indirip, makinalı tüfekleri sökerek uçağına kendisi güvenli bir biçimde ateş edip tekrar üssüne dönmüştür.
    kazandığı zaferlerin yarısından fazlası tek başına çıktığı devriyelerden ve görgü tanıkları olmadan kazandığı zaferlerden oluşmaktadır.

    halen kanada'nın ulusal kahramanlarından birisi olmasına ve kanada bu iddiaları reddetmesine rağmen, birçok tarihçi ve araştırmacıya göre çok iyi pilot olmasına rağmen bir sahtekar olduğu sonucuna varılmıştır.

  • hayatimda bazi ritueller var. mesela her sabah kahvemi alip gazetemi okudugum bank da bunlardan biri. biraz amerikanvari evet, ama olsun.

    son iki aydir, tahminimce 60 yaslarinda, dislerinin yarisini kaybetmis, agir adimlarla yuruyen, inceden beli egilmis, basindan sapkasi hic eksik olmayan, sevimli bir amca geliyor her sabah yanima. alman disiplini iste, her sabah 7:40-45'te yanimda oluyor. tanimiyorum. iki aydir hic konusmadik; ama her sabah yanima gelip oturuyor. yaptigi tek sey, oturduktan on saniye sonra basini hafifce gazeteme cevirip goz ucuyla tarihe bakiyor olusu. kisik bir sesle dienstag(sali) diyor ve gidiyor. samstag(cumartesi) diyor ve gidiyor. haftanin yedi gunu boyle. gune bakmaya geliyor. ben de arkasindan gulumsuyorum sadece.

    ne olduysa dun oldu. saat 7:55 olmustu. hala gelmemisti. iki aydir ilk defa boyle bir sey oluyordu. ne okudugum gazeteye odaklanabiliyordum, ne de kahveden tat alabiliyordum. gozum sadece o'nu ariyordu. niye gelmemisti? endise ediyordum. basina bir sey mi gelmisti? gun boyunca aklimdan cikmadi. "montag" demesi gerekiyordu o gun. o kadar kafama takmistim ki, ruyama bile girdi gece.

    bugun sabah oldu. ben yine gazetemi ve kahvemi alip banka oturdum. sadece gelmesini bekledim, adini bile bilmedigim o adamin. kahve iciyordum; ama gazete okumuyordum. saat tam 7:43'te belirdi kendisi. uzun zamandir boyle mutlu oldugumu hatirlamiyorum. oyle bi heyecanla actim ki gazeteyi. bu defa o basini cevirmeye zahmet etmesin diye epey sag tarafa dogru okuyordum. oturdu, on saniye gecti, yine basini cevirdi, bakti, "dienstag" dedi ve kalkip gitti.

    bu defa tedbirliydim. arkasindan fotografini cektim. olur ya bir gun gercekten hic gelmez. anisi kalsin bende.

    http://i.imgur.com/k3q5dyo.jpg
    - http://i.hizliresim.com/oeyeqx.jpg

    bir daha boyle yapma amca.
    gelmeyeceksen bile haber ver.

  • yaş beş, annem bana sıkı sıkı kimseden para ve çikolata almamam gerektiğini tembihlemiş.
    babamın dayısına oturmaya gittik, haceli dayı bana para uzattı, al kendine gofret al dedi.
    almam dedim, al dedi, almicam dedim, alsana yav dedi, çok sinirlendim, almıyorum senin ağzına sıçarım diye bağırdım.
    sonra dayak yedim sanırım.

  • cuma akşamı işten eve döndüğümde giydiğim pijamaları pazartesi sabah çıkarıyorum.

  • bu jenerasyon gencler arasinda asiri derecede yaygin kullaniliyor. bazilarinin 2-3 kelimesinden biri "aynen". felaket bir moda olmus.

    tabi bizim gibi yasi kemale erenler icin "genclik cok bozuldu" gibi bir his yaratsa da, inanin her jenerasyonda bu tur sacma sapan dile pelesenk olan kelimeler vardi. o acidan belki de cok normal bir durum, ama o jenerasyondan olmayani da ister istemez rahatsiz ediyor.

    mesea biz kucukken bizden bir jenerasyon buyuk kusal icin "herild yani" lafi cok modaydi "tabi ki", "elbette" demek yerine. yine "senin anan guzel mi" sozu bizden onceki jenerasyonun sikca kullandigi bir tabirdi. ben orta okuldayken her itiraz icin "bok oyle oldu", "bok gidersin", "bok yenersin" gibi sacma sapan bir kullanim yaygindi. yine "sinir olmak", "kil olmak" gibi tabirler o yillarda dile yerlesti.

    yani boyle modalar olabiliyor, aynen yani, aynen aynen.

  • en büyük ayıbı allah yapmış aslında nasıl iki farklı cinsiyet yaratabilir ya böyle bir şey nasıl olabilir acilen duyarı kasılmalı