hesabın var mı? giriş yap

  • merak ediyorum kokpit'e girip kuleyle mi haberleşecekti?

    -alo kule merhaba. piste doğru gideyim mi yoksa kenarıyada bekleyeyim mi?

  • yurt dışına taşınmak istemiyorum, türkiye artık güzel ve yaşanılası bi yer olsun yakamızı bıraksınlar istiyorum.

  • ulan biriniz de ataride silahla ördek avlamayı söylememiş.

    ulan ne teknolojiydi beee! bugün bile böyle bir teknoloji yok :)

  • kadın takılmak ister kaşar, hastalıklı dersiniz.
    evlenmek ister, kezban dersiniz.
    biz şimdi neyiz der, dalga geçersiniz.
    hiçbir şey demez, her şeyinizi kabul eder kullanırsınız.
    kullandığınız kadınlara da hakaret edersiniz, kullandırtmasaydı dersiniz.
    "avrupai türk kadını" bulup onu da ananıza benzetmeye kalkışırsınız.
    kadınları manyak edip histerik olmakla suçlarsınız.

    siz türk kadınlarını sevmiyorsunuz erkekler. hepiniz değil belki ama çoğunuz. kendimizi size karşı korumak zorunda bırakıyorsunuz. bu cümle de sizin eseriniz.

    debe edit: https://www.instagram.com/…?igsh=mxn5btc1ng44amo2oq

  • ilginç olmayan yorumdur.

    kendini tanıyan, özel alana her daim ihtiyaç duyan insanlar için evlilik ciddi anlamda yaşam kalitesini düşüren bir oluşum. türk milleti olarak yaşadığımız ilişkileri sürekli yakınlık ve vıcık vıcık olmazsa yaşayamıyoruz. sevgililer sürekli birlikte gezmek zorunda, evliler sürekli aynı odada oturmak zorunda gibi bir yaşam biçimine sahibiz.

    ama bireylerin gün içinde kendine harcaması gereken zamanı olmalı. insanların ilişkilerini sağlıklı yürütebilmek için muhtaç olduğu bir yalnızlık gereksinimi var. inanın sevgiliniz günde 1-2 saati kendine harcıyor diye sizi daha az sevmiyor. eşiniz odada 1 saat kitap okudu diye sizden soğumuş değil.

    evlilik veya ilişki sürekli bir yapışıklık bağı değildir. hayatı birlikte kaliteli yaşamaktır. hocanın bahsettiği de bu kaliteli yaşam anlayışının toplum tarafından hala algılanamamış olması. ilginç bir durum yok ortada. gerçek bu.

  • türk tipi işletmecilik anlayışının sonucu ortaya çıkan durum.
    çalışma saatleri uzadıkça verimlilik düşer. milletçe bunu anlamıyoruz hiç bir zaman da anlamayacağız. iş veren ''ben bu parayı bu personele veriyorsam bir şekilde bu parayı çıkartmalıyım'' zihniyetiyle saat olarak personelini fazla çalıştırmaya çalışıyor. işte vizyonsuzluk nedir en net örneği bu. bu hiç bir zaman düzelmeyecek bir sorun. herkes yaptığı işten, iş yerinden ve iş vereninden nefret ediyor. kimse uzun mesai saatlerinden dolayı kendini geliştiremiyor, dinlenemiyor, yaptığı işe saygı duymuyor ve daha bir sürü sıkıntı.

    edit: evet ben de biliyorum tek sorunun sadece uzun mesai saatleri olmadigini ama ücret, idealizm artık her ne ile motive olduğunuzun tükenmişlik sendromu içine düştüğünüzde bir anlamı kalmayacak. bu çözülmesi gereken ilk ve en temel sorun. kimse harici bir hayat yaşamasına izin vermeyen, eşiyle evlatlarının arasına giren bir işi mecburiyetten yapsa bile sevemez sahiplenemez doğal olarak başarılı ve verimli olamaz.

    edit: format geregi tanim eklendi.

  • bir karı-koca tanıyorum. 12 yıl falan evli kaldılar. ilk 6-7 sene herkes kendi evinde yaşadı ama sonrasında adam "yaşlandılar" gerekçesiyle anasını babasını aldı, evine getirdi. bir 5-6 sene de adamın anne babasıyla yaşadılar. kadın çalışıyordu, gıkını çıkarmadan o kadar sene hizmetlerini etti.

    12 yıl sonra kadınla adam (adamın aldatması nedeniyle) boşandı. ve ne oldu biliyor musunuz? adam boşandıktan 3 ay sonra, koşa koşa gidip annesinden, babasından ayrı eve çıktı. şu anda anne baba ayrı yaşıyor, oğulları tek başına yaşıyor...

    şimdi bu adam 5-6 yıl boyunca "annesine babasına bakan hayırlı evlat"tı; öyle mi?

    kendi bakmayacağınız, tahammül edemediğiniz ana babanıza karınızı baktırmayın. mecbur değil. yok efendim "40 yaşından sonra anne babayla mı yaşanır"mış... eee, karın varken yanında, değişen neydi? beyefendi anasının babasının hizmetini karısına yaptıracak, boşanıp yalnız kaldığı gün "haydi eyvallah, ben kırkımdan sonra size katlanamam..." alt metni şu: "ben hiçbir sorumluluk taşımayan bir asalağım, hayatım boyunca öyleydim, karım toparlıyordu beni... şimdi artık o yok ve ben eski halime dönüyorum." yani aslında kendisi hayırlı evlat falan değil amk, karısının insanlığı (ya da belki mecburiyeti) üzerinden rol kesiyor.

    kendiniz bakacak, hizmetlerini kendiniz edecekseniz o ayrı mesele. ama siz yemekten sonra koşa koşa gittiğiniz yatak odanızda bilgisayardan film seyrederken, işten gelen karınız sofrayı kurup topladıktan sonra kayınpederine, kaynanasına çay servis ediyorsa, "anasına babasına bakan hayırlı evlat" olmuyorsunuz. yüz kere şahit oldum; adam sofradan kalktığı gibi koşa koşa yatak odasına gidip, uyuyana kadar bira içip film seyrediyodu. karısı işten gelip yemek yapıyor, sofrayı kuruyor, kaldırıyor; alınmasınlar, gücenmesinler diye mecburen yaşlı insanların yanında zaman geçiriyor, bacaklarını bile uzatamadan uyuklaya uyuklaya koltukta oturuyor... on dakika dinlenemeden sabah kalkıp işe gidiyor... karınızı buna mecbur bırakmayın. yazıktır.

    ps: kadın ne yapsa yaranamaz da üstelik ha, o da ayrı mesele...

  • şu adamın şovundan ben bile sıkıldım. her albümünü ezbere bilirim. o kadar da fanıyım. ama yok "kadınlar ık mık" yok "müzikten sıkıldım" yok "tükendim" eeee.

    (bkz: amlarına koyayım onların çok ayıp ediyorlar)

    zenginlerin derdi cidden çekilmiyor. utanmıyorlar da açıklama yaparken. az iç manyak herif. hay allah'ım ya.

  • dün başıma gelen olay.

    ilk haberini aldığımda normal karşıladım " e abim evlendi tabi çocuğu olacak normal yani" dedim, ama gün geçtikçe bi düşünce sardı dört bi yanımı. sonra o gün geldi çattı, doğdu.

    hastaneye gittim sabahtan, lan bildiğin el kadar, korkuyla karışık tebessüm eden bi hale geldim. bi yandan da "darısı başına, hadi amca oldun hadi" diyenlere "ehe ehe evet dimi amca oldum ben" diye cevap verme faslını çektim. bi türlü idrak edemedim başta, e yaani noluyo ki şimdi diye. taa ki amcam bizi ziyaret edene kadar, şöyle bi baktım, 60 küsür yaşındaki adam benim amcam, haa ben de bunun yeğeni oluyorum dimi lan dedim. ha o zaman düşündüğümden daha yakınım dedim. dedim ki kendime; "lan ne öküz adamsın, şu girdiğin pozlara bak hele, boynunda fular oluşacak bu gidişle, o kadar insan her gün amca teyze oluyo, ne diye mal mal düşüncelere giriyosun, sev işte çocuğu, neyin peşindesin?" ve böylece biraz netleşti kafamda git gide daha çok ısındım ona.

    sonra sevmeye agucuk magucuk demeye başladım ki, bi anda uyarıldım! neden? çocuğa "ne güzelsin sen" diyerek sevmişim. ne diyecek mişim?

    - ne çiykin şeysin şeeen, çiykin mişin şen yaaa

    diyecekmişim. çünkü nazar değermiş, ayrıca çok da öküzmüşüm. e oğlum ben eskiden hep öyle seviyodum ne ara değişti bu olay ya. nazar ne lan ayrıca!?

    1 saat kadar bizim kızı izledikten sonra, karşı odalarda yeni doğan gökalp bebek ve ceylin bebekleri sevdim, evet soyadları bebek'ti, çünkü kapıdaki süste öyle yazıyodu. karşılaştırdım bizimkiyle, bence bizimki daha güzeldi, paydon daha çiykindi. ama gökalp'in teyzesinin de maşallahı vardı şimdi, neyse. sonra ben daha çok ortalığı karıştırmadan, şerbet servis etme elemanı görevime başladım ama annem önce davranıp gökalp'in teyzesine benden önce ikram etti şerbeti, yaktı beni. gerçi şerbetle de olmazdı o iş sanki, merhaba siz de mi partiden sıkıldınız diyemezdim böyle bi durumda. ayıp olurdu. olsun hayırlısı olmuş.

    sonra işsizlik geldi aklıma, lan bi flüt bile alamıyorum ben buna, kaç para lan bi flüt, düşüncelerine daldım. çok şükür çalamıyor da anlamaz fakirliğimi o büyüyene kadar alırım en kralından, süper baba çalarız. olmazsa yutuptan açarız. sevdim seni, umarım ileride, "amca ne garip bi adamsın" demezsin. tamam kız dersen yine severim, ama demezsen daha çok severim ona göre.

    edit: imla.

  • milli piyango yilbasi haric donemlerde 5 tllik ceyrek bilet ve 600000 bilet ustunden oynanir.

    ortalama 7,5 tl desek maksimum 4-4.5 milyona tum biletler alinir. 10 gunde 1 cekilis olur yil boyu.

    yilbasi ikramiyesi bana ciksa yapacagim sey onumudeki hafta tum biletleri almak olur. boylece buyuk ikramiye olan 2 milyon tl yine bana cikacaktir, sonraki yaklasik 45-46 haftada da tum biletleri alirim. yil boyu her ay 6 milyon tlye yakin milli piyango sabit gelirim olur. (ki paranın 5de biri doğrudan amorti olarak geri dönecek ve ufak odullerle beraber gelir cok daha buyuk boyutta ama neyse)

    2016 yilbasinda da 1 yıl boyunca elde ettiğim tüm servetimi gömerek varolan tum biletleri alirim. (bi kaynakta 3 milyon bilet basildigini okudum. 50 tl ortalama alsan en fazla 150milyon eder. )

    boylece 2016 buyuk ikramiyesi de benim olur. boyle boyle milli piyango idaresini komple satin alirim 5-10 yil icinde.

    2025 cekilisinde herkese amorti dagitip milli piyango idaresini kapatirim.

  • 2 kişiyi öldürmüşsün, kırmızı ışıkta o hızla geçtiğin için bence kasten öldürmekten yargılanmalısın ama senin entry sildirmene izin veriyorlar. bu ülkede 1 kişinin itibarı 2 kişinin hayatından daha kıymetli.

  • pikap (pick up): iğnenin hareketini elektrik dalgasına çeviren parçanın ismidir. ilk başta bobinler kullanılıyordu. şimdi manyetik kartuş kullanılıyor.

    pick up

    ses kutusu: iğne doğrudan metalik bir diyaframa bağlıdır. iğnenin hareketi diyaframı
    titretir ve ses çıkarmasını sağlar.

    ses kutusu

    eğer plakçalarınızın kolunun ucunda, elektrik akımı üreten bir parça varsa, cihazınız bir pikaptır. eğer bunun yerine bir ses kutusu varsa ismi gramofondur.

    ***

    aslına bakacak olursanız, edison'dan bu yana üretilen cihazların tek bir teknik ismi vardır: fonograf.

    ancak hem patent savaşları hem de beta-vhs arasındakine benzer bir format savaşı yüzünden, herkes ürettiği cihaza farklı bir isim verir.

    bununla birlikte edison'dan bu yana sistem aynıdır:

    ses dalgaları ile bir diyaframı titret. diyaframa bağlı olan iğne, yumuşak bir yüzeyi kazıyarak dalga çukurları ve tepeleri oluştursun. daha sonra bu yüzeyin üzerinden tekrar geç. bu kez iğne, dalga tepeleri ve çukurlarını takip ederek diyaframı titretsin. titreyen diyafram da ses versin.

    plakçalarlar ilk çıktıklarında tamamen mekanik olarak çalışıyordu. elektrikli bir parçaları yoktu. plak, kurma kolu ile kurulan zemberekli motor ile döndürülüyor; plağı okuyan iğne, ses kutusundaki metalik diyaframı mekanik olarak titretiyor; titreyen diyaframın çıkardığı ses, bir huni yardımı ile odayı dolduracak seviyeye kadar büyütülüyordu.

    fonografta kayıt ve tekrar dinleme

    --- devir hızı ---

    kayıt edilen sesin doğru bir şekilde tekrar dinlenebilmesi için, sabit bir dönme hızı gerekmektedir. edison, en sabit dönme hızını, silindirin vereceğini düşünmüştür. bu yüzden fonograflarda silindir şeklinde kayıt ortamı kullanılır.

    edison'un ilk yaptığı fonograf, 120 devir ile dönüyordu. silindirin dönme hızı 180 devire çıktığı zaman ses daha berrak geliyordu. ancak bu kez makinenin, silindirin bir ucundan diğer ucuna gitmesi 2 dakika sürüyordu. yani edison'un alabileceği toplam kayıt süresi 2 dakikaydı. bunu silindirin üzerindeki izlerin arasındaki mesafeyi daraltarak çözüyor ve 160 devirde 4 dakikalık kayıt almayı başarıyor.

    4 dakikalık amberol kayıt örneği

    --- kayıt süreleri ---

    ilerleyen yıllarda edison'un silindirlerinin yerini, önce taş plaklar ardından da vinil plaklar alacaktır. taş plak ile vinil plak arasındaki fark, devir hızından değil kullanılan malzemeden gelir. taş plaklar gomalaktan imal edilir. gomalak, askeri malzeme olarak da kullanıldığı için 2. dünya savaşı sırasında piyasada gomalak sıkıntısı başlar. bu yüzden ses kayıtları mecburen vinil plağa basılır. 2. dünya savaşı'ndan kalma 78 devirli vinil plaklar da vardır.

    ancak hemen akabinde, tıpkı edison gibi, yüzeydeki izlerin arasındaki mesafeyle oynayarak, bir plağa daha uzun müzik sığdırmayı başarıyorlar ve ortaya 33 devirde çalışan long playler çıkıyor. bu iki teknolojik geçiş, birbirine çok yakın zamanlarda oluyor. bu yüzden taş plak ile vinil arasındaki fark devirden kaynaklanıyormuş gibi geliyor.

    motion picture'dan talkie'ye

    78 devirli taş plaklar, toplam 4 dakika ses kaydı alıyorlar. ses kayıtlarının süresinin uzatılması için iki büyük baskı vardı:

    klasik müzik: koskoca operadan sadece bir arya kaydetmek mümkün oluyordu.

    ve sessiz sinema: sessiz sinema aslında hiç bir zaman sessiz olmadı. film gösterimi sırasında, bir piyanist, canlı olarak filmin müziklerini icra ediyordu. ancak konuşma kısımları metin olarak perdeye yansıtılıyordu.

    nosferatu üzerine doğaçlamalar

    konuşmaların da film gösterimine ekleme arzusu, ses kayıt teknolojisini gelişmeye zorladı. bunun için 40cm çapındaki taş plaklara 33 rpm'de ses kayıtları yapılıyordu. ancak bu ses kayıtlarının toplam uzunluğu 11 dakika tutuyordu. fim boyunca plaklar peşpeşe çalınıyordu. fakat plakların sırasının karıştırılması veya yıpranan filmin tadil edilmesi durumlarında senkronizasyon sorunları ortaya çıkıyordu.

    sinema konuşmayı öğreniyor

    yani, ev kullanıcıları için 78 devirli vinil plaklar da basıldı, sinema için 33 devirli taş plaklar da.

    --- plakların ortaya çıkması ---

    edison'un makinesi hem kayıt alıyor hem de kaydettiği sesi geri çalıyor. ancak fonografın ticari olarak başarılı olabilmesi için, yaptığı kayıtların kopyalarını çıkartıp satabilmesi gerekiyor. işte edison, bu aşamada çok vakit kaybediyor.

    llk başlarda edison, bir hortum ile bir fonografın okuma kafasını, diğer makinenin yazma kafasına bağlıyor ve fonograftan fonografa kayıt aktarıyordu.

    sonraki evrede ise pantograf ile master kalıptan kopya çıkartıyordu.

    üçüncü aşamada ise çetrefilli bir kimyasal işlemle yaptığı kaydın kopyalarını çıkarmaya başladı.

    bu sırada emile berliner, silindir yerine kauçuk disklerle çalışan ürünü için patent aldı. ama fonograf yerine gramafon terimini kullanmak zorunda kaldı. berliner'in yaptığı ilk gramofon elle çalıştırılan bir oyuncaktan ibaretti. zemberekli motorun eklenmesi ile beraber gramofon bugün bildiğimiz şekli aldı. kayıt ortamı da kauçuk diskten, bugün taş plak dediğimiz gomalak karışımına döndü.

    plakları stoklamak, silindire göre daha kolaydı. ama plağın esas avantajı seri şekilde kopyalanabilmesiydi.

    taş plağın basımı

    --- kayıt teknolojisi ve elektrikli plaklar ---

    ister plak olsun, ister silindir, sesler bir huni aracılığıyla toplanarak kayıt ediliyordu. buna akustik kayıt diyorlar. kayıt sırasında şarkıcı kafasını huniye yaklaştırıyordu.

    akustik kayıt

    üflemeli çalgılaın kaydını almak görece olarak daha kolaydı. ancak yaylı çalgılarda sıkıntı çıkıyordu. bu yüzden kontrobasın yerini tuba alıyor. kemanın yerini ise stroh keman.

    stroh keman

    western elektric firması, telefonların alıcılarındaki mikrofon ile yazıcı kafayı birbirine bağlıyorlar. böylece elektrikli plaklar ortaya çıkıyor. yanlış anlaşılma olmasın, gromofonlar hala zemberekli motorla çalışıyor ve ses hala huni ile büyütülüyor. gramofonun hala elektrikli bir aksamı bulunmuyor. sadece plaklar mikrofon ile kaydediliyor. ama bu vesile ile daha güçlü ve huninin alamadığı frekansları da kayıt ortamına taşıyarak daha derinlikli ses elde ediyorlar.

    --- sesin büyütülmesi ve ortofonik gramofon ---

    gramofon dendiğinde aklımıza akşamsefası şeklinde hunisi olan cihazlar geliyor. ses kutusunun ürettiği cılız ses, huniler ile büyütülür.

    bağzı gramofonlar iki boy huni ile geliyor. tek dinleyeceğiniz zaman küçük boy huniyi, kalabalıkta dinleyeceğiniz zaman büyük boy huniyi takıyorsunuz.

    yıllardan caz yıllarıdır ve dans eden insanlar, gramofonun çıkardığı parlak sesi sevmektedir. ancak bu ses, klasik müzik dinleyicileri için fazla metaliktir.

    bunun üzerine, sesi gramofonun kabinin içerisindeki tünellerden dolaştırarak genlik kazandırıyorlar ve kabinin ahşap gövdesi yardımı ile sesi yumuşatıyorlar.

    elektrikli plaklar ile ortofonik gramofonun ortaya çıkma tarihleri de birbirine çok yakındır. akustik plak çalabilen ortofonik gramofon makul fiyata satılsa da,
    elektrikli plak çalabilen versiyonu oldukça pahalıdır. şöyle bir karşılaştırma yapılıyor: bir katibin aylığı 80 dolar, ford'un sattığı araba 300 dolar, elektrola gramofon 650 dolar.

    kabinli gramofon

    --- radyo ve pikapların doğuşu ---

    1920'li yıllarda yaşanan gelişme, gramofonları bir kez daha değişmeye zorlar. artık evlerde radyo ve bu radyonun bir hoparlörü vardır. elektrikli plakların kaydı sırasında kullanılan elektro-manyetik kafanın tam tersi bu kez plakları okumak için kullanılır. müzik, elektrik akımına çevrilerek, radyonun hoparlöründen dinlenir.

    aşağıdaki videoda, eveki gramofonu, hunisi yerine, radyonun hoparlöründen dinlemeyi sağlayan ilk pikap yer almaktadır. bu cihaz kelimenin tam anlamı ile bir ara üründür.

    ilk bobinli pikap

    ilerleyen yıllarda, elektrikli motoru, kendi amplikatörü ve hoparlörü olan plak çalarlar üretilecektir.