hesabın var mı? giriş yap

  • ulan duyuyorduk zaten.

    sen ramazanda "neden oruç tutumuyorsun?" diye linç edene kadar duyuyorduk. her cuma metro altgeçidinde seccadelerden yürüyecek yer kalmadığında bile -ki sen sırf camiye gitmeyip camiyi dükkanının önüne getirirken- duyuyorduk. günde beş vakit ezan dinlerken, kahvede bahçede ezan okunurken müziğin sesini bana sormadan kısarken de duyuyorduk. bir ortama her gelenin alnımızda yazıyor gibi "selamün aleyküm" diyişini karşılıksız bırakmazken de duyuyorduk. siz yılda birgün anma, yıldönümü, etkinliğe; günde bir saat basın açıklaması, protesto, duyuruya tahammül edemediğiniz halde haftalar süren kutlu doğumlarda, aylar süren mutlu ölümlerde, sayısız kandillerde ortalığa çıkmazken de duyuyorduk. kurban olayım söyleyin ölmemiz dışında elimizden gelebilecek ne gibi bir saygı daha bekleniyor?

  • bulunduğum yeri 86 ve 78. caddenin kesiştiği köşedeyim ya da 82. otoyoldan kuzeye doğru ilerliyorum, yaklaşık 8 dakika sonra hedefe ulaşmış olacağım diye tarif etmek. nerdesin, beşiktaş iskelesindeyim. piii!

  • kimse annesini ve ailesini seven, değer veren, önemseyen bir insana düşman olmaz.

    düşkün diye tabir edilen kavramın altındaki mana biraz derin. bazı erkekler belli bir yaşa ve olgunluğa erişse bile annesine danışmadan, annesinin onayını almadan hiçbir şey yapmaz.

    bu tarz bireylerin evlendiği zaman da evlilikleri annesi tarafından yönetilir. ilişki iki kişilik değil üç kişilik bir boyuta ulaşır.

    kadınlar bu olaya düşmandır.

  • kısa süre sonra gerçekleştireceğimdir.

    dokuz yıl önce dünyanın en güzel gözlerini gördüğümde, çocuk aklımla, ilk düşündüğüm şuydu: camından güneşin girdiği güzel bir yatak odasında -hiç tanımadığım bir kız ile ikimize ait olacak olan yatak odasında- bu gözler sabah mahmurluğuyla yine güzel görünür mü bana?

    akşam eve döndüğümde, bir kızı ilk görüşümde onunla evlenmek istememin ne kadar çılgınca olduğunu düşündüm. ertesi gün biyoloji sınavım vardı ve bana sınavların ne kadar saçma olduğunu düşündüren şey de aşktı sanırım. yalan olmasın, ilk gün anlamamıştım aşık olduğumu.

    hiç çalışmadığım halde biyoloji sınavımın çok iyi geçmesi hayatıma yeni bir felsefenin hakim olmaya başlamasının ilk adımıydı. heyecanlı, umutlu ve neşeli isem işler hep yolunda gidiyordu. sonradan anladım, aşk alana bedavaydı bu duygular.

    teklif etmek diye bir şey vardı o aralar. hala vardır belki bilemiyorum, ilk teklifim kabul edilince ilgilenmedim sonra bununla. benim dalga geçtiğim bir sözdü bu; "tamam oğlum teklif edecen de, ne teklif edecen? onu da söyle!" diye dalga geçerdim arkadaşlarımla. kızlardan çok bilgisayarlarla ilgilendiğim için arkadaşlarımın heyecanını çözemezdim. fifa 98'de rakipsiz oluşumu açıklayan da buydu sanırım o günlerde.

    fifa 98'den kesildiğim hafta aklımdan çıkmayan tek şey, ne kadar saçma olduğu hiç umrumda olmayan, 'teklif etmek'ti. bir an önce gidip teklif etmeliydim. ne teklif edeceğimi ben biliyordum aslında ama ilk günden söyleyip de ürkütmek istemedim; arkadaşlık teklif ettim. aklımdaki 'hayatlarımızı birleştirmek' olsa da.

    arkadaşlık teklifimi kabul eden güzel bir kızla yürürken ne konuşulacağını bilmediğim için o meşhur salaklığın kurbanı oldum ben de; saklayacak değilim, teşekkür ettim. sonradan salakça gelse de o an nazikçe bir davranıştı bana göre.

    kızın cep telefonu olsa süper olacaktı çünkü yazılı anlatımıma daha çok güveniyordum. teklifimi kabul etmiş olabilirdi ama bu yetmezdi. bana aşık olmalıydı. onda cep telefonu olmamasına rağmen ben kendi numaramı verdim. işte kimilerince mucizelere inanmak olarak tanımlanan 'aşık olunan ilk kişi ile evlenmek' bizim için de mucizelerle mümkün olmuştu galiba. akşam bir mesaj geldi: "nasılsın? ya inanılmaz ama babam cep telefonu almış. ben de ilk mesajımı sana atayım dedim." (bkz: #2746780)

    aradan bol mesajlı, bol faturalı güzel günler geçti. artık şu lanet olası süreç hızlanmalıydı. hergün gördüğüm şu eli artık tutmalıydım ama doğal da olmalıydı bu; öyle zorlama bir romantizm istemiyordum. zaten çocuktuk daha, en büyük romantizmimiz okul çıkışı birlikte yürüyüp dondurma yemekti. bir ilişkide şans olacak, ilk el ele tutuşmamız tam istediğim gibi olmuştu. (bkz: yapılmış en güzel sürpriz/@terk edemeyen oglan)

    artık daha güzeldi her şey, daha yakındık. el ele tutuşmak gerçekten önemliymiş bir ilişki için. sokaklarda el ele tutuşarak yürüyebilmek için tenha yerler bulmalıydık. el ele tutuşmayı çok sevdiğimiz, yaşadığımız şehrin postacılarının bile bilmediği dar sokakları bizim ezbere bilmemizden belliydi.

    yaklaşık üç sene öpüşmek gibi bir düşüncemiz olmadı. benim vardı aslında ama, korkuyordum. kaybetmekten korkuyordum. ne kadar yanlış düşündüğümü şehrimize geç de olsa gelen pearl harborı izlemeye gittiğimizde anladım. saçma sapan bir köşeden seçtiğim koltuk için hiç mırın kırın etmemiş, kuzu kuzu gelmiş oturmuştu. o gün anladım ki, doğru filmi seçmiştik ilk öpücük için. tüm iştahıma rağmen "film de hemen bitti!" gibi bir şikayetim olmadı. yalnızca bir ara gözlerimi açıp perdeye baktığımda kocaman bir bombanın bir geminin tam ortasına doğru düşmekte olduğunu görünce "bu ne lan?" dediğimi hatırlıyorum. tabii ki içimden dedim bunu, yoksa ilk öpücük son öpücük olurdu.

    o günden sonra biz artık birbirinin bağımlısı iki insan olmuştuk. hayatımıza hep ilişkimize uygun yönler belirledik. üniversitelerimiz, bölümlerimiz, birlikte yaşadığımız şehir, birlikte yaptığımız yolculuklar, birlikte çalıştığımız tiyatrolar, birlikte üzüldüğümüz trafik kazaları, birlikte korktuğumuz ameliyatlar, birlikte hastaneye yatırdığımız anne babalarımız, birbirine karışan göz yaşlarımız, birlikte uyandığımız sabahlar, birlikte uçurduğumuz uçurtmalar... koskoca şehrin tüm elektriklerini kestiğimiz bile oldu birlikte. (bkz: yükseldikçe küçülen uçurtma olmak/@terk edemeyen oglan)

    ailelerimizi tanıştırdığımızda neler olacak diye korkuyorduk hep. gördük ki birbirimizi ne kadar çok sevdiğimiz dışardan da çok belli oluyormuş. bizden istekli çıktı onlar da. piknik oraganizasyonları, sarma partileri, kısır günleri, çeyiz sohbetleri gibi alaturka olsa da konular, onlar da kaynaştı birbirleriyle.

    aradan dokuz sene geçti ve o gözler gittikçe daha da güzel oldu. hep bana baktı ve kendisine hayranlıkla bakan bir çift göz gördü; o kadar güzel olmasa da bir ışık vardı benim gözlerimde de.

    evlenme teklif etmemiş olmama kırılmıyordur umarım. hep olduğu gibi doğal oldu bu karar da ama yine de içimde doldurulmamış bir ukte kalmasın diye güzel bir evlilik teklifi bulmam lazım. (hayır, sözlükten olmaz.)

    şimdi de geldi ve "ne yazıyorsun?" dedi. öptüm, "bitince oku" dedim. "tamam" dedi.

    (bkz: hatice/@terk edemeyen oglan)

    edit: ha bir de; (bkz: sevgilinin adını vücuda dövme yaptırmak/@terk edemeyen oglan)

    evlilik sonrası edit: 18.07.09'da yazmışım bunu, 06.03.10'da evlendik. 'kısa süre'ye bak! (bir de evlilik teklif edemeden öylece evlendik sap gibi ya!)

  • -anadolu ya da türk coğrafyalarında bulunan mezar taşları türk dili, tarihi ve kültürü üzerine önemli kalıntılardır. osmanlı mezar taşları da, orta asya’dan gelen bir kültürün devamıdır. çoğunlukla selçuklu etkisinde kalan osmanlılar, zamanla kendilerine has bir tarz oluşturmuştur.

    -osmanlı coğrafyasında bölgesel bazı farklılıklar olmakla beraber genel olarak mezar taşları benzer şekilde yapılmıştır. osmanlı mezarlarını sandukalı ve şahideli olarak ikiye ayırabiliriz. sanduka, genelde türbelerde bulunan lahit tarzı mezarlardır. şahideli mezarlar ise baş ve ayak taşından oluşan daha sade mezarlardır.

    -mezarların hepsinde kitabe bulunur. kitabede ayetler ve şiirlerin yanında, ölen kişinin adı, mesleği yazılırdı. kitabe “hüve’l - baki” ile başlar, son satırda “ruhuna fatiha” ve tarihle biterdi. ilk dönemlerde kitabeler arapça ve farsça yazılmış, sonrasında türkçe yazılmıştır.

    -erkek ve kadın mezarları şekil yönünden genelde farklıdır. erkek mezar taşlarında, sosyal statüyü belirleyen serpuş (sarık, fes) kullanılırken, kadınlar için çiçek motifleri kullanılmıştır. bazı kadın mezar taşlarında broş ve küpe de kullanılmıştır.

    -bitkisel motif olarak servi ağacı çokça kullanılmış. mezar taşlarında kullanılan servi ağacı türk mitolojisindeki hayat ağacının yansıması olabilir. ayrıca elif harfine benzemesi, allah’ın birliğine bir gönderme olabilir. bir başka yoruma göre roma ve bizans etkilenmesi ile alınmış olabilir (çünkü selçuklular hurma ağacı motifi kullanmışlar).

    -ilgimi çeken bir diğer nokta ise mezarlarda bulunan kandil ve şamdan kabartmaları oldu. mum yakma adeti islamiyet’te olmamasına rağmen, mezar süslemelerinde kandil ve şamdanların bulunması bana ilginç geldi. bu konuyla ilgili şöyle bir yorum var: pek çok mezarda “nevverallahu kabreh” ifadesi bulunmaktadır. “allah kabrini nurlandırsın” demek olan bu ifadeyle allah’ın nuru mezar taşlarının üzerine yapılan bir kandille gösterilmekteydi.

    -on yedinci yüzyıl ile birlikte klasik şeklini alan mezar taşları lale devri’yle farklılaşır. batı etkisi mezar taşlarında da kendisini gösterir. mezar taşları süslemelerinde barok, rokoko üslupta süslemeler başlar.

    -ıı. mahmut’un sarık kullanımını yasaklamasıyla mezar taşlarında serpuş yerine fes yapılmaya başlanır. yapılan feslerin şeklide padişah dönemlerine göre değişmiştir (mahmudi, azizi, hamidi).

    -genel olarak bakıldığında osmanlı mezar taşları şekil yönünden farklı olsa da içerik yönünden bugün ki mezar taşlarından çok farklı değildir.

    -bu entryde farklı osmanlı şehirlerden örnekler almaya çalıştım. manisa, giresun, bursa, mardin, istanbul-üsküdar şehirlerinden örnek mezar taşlarını inceledim. her şehirden fikir vermesi için birkaç tane örnek vereceğim.

    -örneklere geçmeden önce araştırma sürecinde dikkatimi çeken birkaç şey var. manisa-gördes’te bulunan kadın mezar taşlarındaki camii motifleri gerçekten görmeye değer. pek çok örnekte görülen bu cami motifini diğer şehirlerde görmedim. göstereceğim beş örnek 1709-1834 yılları arasına tarihleniyor. yakın tarihli olsa tek bir usta elinden çıkmış diyebilirdik. uzun yıllar bu şekillerin işlenmesi bölgede oluşan bir kültürle açıklanabilir.

    -bir de gariplerin mezarları var. kimsesi olmayanların mezar taşları da ölümden sonra da onları kimsesiz bırakıyor. üzerinde kitabesi bulunmayan, basit bir çizim bulunan mezar taşları. bu örnekler de manisa-gördes mezarlığına ait.

    -bir de boyanmış mezar taşları. ilk yapıldığında boyanıp boyanmadığına dair bir -bilgiye rastlamadım ancak boyandığına dair tahminler var. bugün boyalı mezar taşları türbelerde bulunuyor. açık havada hala boyalı birkaç tane mezar taşı gördüm, onlar da muhtemelen yakın zamanda boyanmıştır.

    -genç yaşta ölen kızların mezar taşına kırık gül yapılması istanbul süleymaniye camii haziresinde bulunan bu mezardan dolayı söylenmiştir. başka bir kaynakta benzer mezar taşına denk gelmedim.

    -giresun
    1 2 3

    -bursa
    1 2 3

    -mardin
    1 2 3

    -istanbul
    1 2 3

    bonus*

    entry videosu
    tarih ve genel kültür içerikli videolar hazırlıyorum. amacım güzel vakit geçirirken bir şeyler öğrenmek/öğretmek. youtube kanalıma bakmak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.

    kaynaklar
    •ahmet bodakçi, mardin merkezde bulunan osmanlı dönemi mezar taşları.
    •barış sipahi, ayten çetin, 1697-1910 yılları arasında osmanlı kültüründe muhasebecilerin mezar taşlarının karakteristik özellikleri.
    •gazanfer iltar, giresun ili sahil şeridindeki osmanlı mezar taşları.
    •hicabi gülgen, osmanlı mezar taşlarının bursa ve civarındaki ilk örnekleri.
    •hür kamil biçici, manisa gördes'te bulunan osmanlı dönemi süslemeli mezar taşları.
    •nurcan boşdurmaz, bosna hersek osmanlı dönemi müslüman mezar taşları.
    •süleyman güven, istanbul küçük ayasofya camii (sergios bakhos kilisesi) haziresinde bulunan osmanlı dönemine ait mezar taşları.
    •zeyneb hocaoğlu, üsküdar mihrimah sultan camii haziresindeki mezar taşları

  • "allah kimseye bilmediği memlekette minibüs şoförüne ineceği yeri söyledikten sonra "ulan şoför unutmasa bari beni" gerginliği yaşatmasın"

    haklı şimdi ama.

  • direk gıda sektörünün içinden yazacağım.gıda ambalajı üreticisiyim.birçok şirket patronu arkadaşım var restaurant , cafe ve pastane işleten.
    başlık ne yazık ki doğru.bunun siyasi görüş ile uzaktan yakından alakası yok.zamların tamamı artık talebe göre belirlenmekte.bugün bir dilim pasta 100 tl , bir kebap 150 tl.3 kişi pirzola yeseniz 250 gramdan 750 gramı 600 tl.evde aynısı 200 tl.
    firmalar artık zam işini rutine bağladı.o ay hiçbir mamüle zam gelmese bile fiyatlar değişmekte.bakın un fiyatları düştü, pastacılık yağı fiyatları vs herşey düştü ancak fiyatlar artmakta.bunun bir sebebi de enerji ve işletme maliyetleri.ancak bu da aslında malzeme fiyatları düştüğünden dengeli gitmesi gerekirken halen zam yapılmakta menülere.

    "diğer yandan talebin patlamasının bana göre asıl sebebi insanların para biriktirerek mülk , otomobil alma ihtimali kalmaması.bu yüzden maaşlı çalışan kesim özellikle o ay çalışıp o ay yeme moduna geçti.bu da talebi patlattı özellikle gıda sektöründe."

    edit; çok fazla mesaj alınca asıl ekmek fırsatçılığından da bahsetmek istiyorum.

    bakın unun çuvalı 240 tl idi.tmo ( toprak mahsülleri ofisi ) destekli olarak satılıyordu yaz ortasına dek.yazın tmo bu desteği kaldırdı ve unun çuvalı 500 tl lere çıktı.o da 1-1.5 aylık süre için.( zaten depoları full tmo destekli un doluydu bu fiyattan un almadılar bile) ardından hemen ekmeğe zam yapıldı 5 tl oldu.
    şu an son 2 aydır tmo desteği yeniden var ve unun çuvalı 345 tl!
    peki ekmeğe zam geldi mi ? gelmedi değil mi ? halen 5 tl.aslında geldi!ekmek gramajı 250 idi.önce 230, şimdi de geçen hafta 200-210 gramlara kadar düşürdüler resmi olarak.sonuç olarak aslında geçen hafta ekmeğe %20 daha zam geldi yazdan beri gramajı düşürdüklerinden.
    fırınlar ülke tarihinde görülmemiş bir kar oranı ile çalışmaktalar şu an.birçoğunda afgan , suriyeli vb çalıştırmakta.vergi zaten hak getire, fiş kesmezler malum , vergi düzgün ödemezler.taksici lobisi diyorlarya, ülke de asıl fırıncı lobisi var.açın bakın alayı da iktidarı savunur.