hesabın var mı? giriş yap

  • türkünün tanımı ile başlamak gerek ama ciddiye almaya bile gerek yok. üstad'ın tek cümlesi yeterli olacaktır.

    "nerde bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur.
    çünkü kötü insanların türküleri yoktur..."
    neşet ertaş

  • adından da anlaşıldığı üzere marsı terraform etmenizi sağlayan board game. oksijen, sıcaklık gibi etkenleri yaşanabilecek düzeye getirmeye çalışıyorsunuz. venüs expansionu ile birlikte buna venüs de ekleniyor. kart çeşitliliği çok fazla olduğu için oynadıkça sıradanlaşıp sıkmıyor aksine her oynayışınızda farklı bir stratejiyi denemek istiyorsunuz. oynanılan kişi sayısına ve oyun bilgisine göre 1.5-3 saat arası sürüyor.

  • bugün rüyamda görerek çok etkilendiğim bir durumdur.

    o kadar ilginç geldi ki...
    onu küçükken yaşadığım evden aldım şu an yaşadığım eve getirdim.
    odasını gösterdim. saçlarını taradım.
    bunlar sanırım küçükken özlemini duyduğum şeylerdi.
    bir an gerçek olmasını diledim. küçük yaşta annesiz kalmanın yarası sanırım hiç geçmiyor.
    rüyamda kendimin annesiydim.

    *sözlüğü ankete çevirdinizciler ötede dursun lütfen.

    *sadece bu başlığı okuma zahmetinde bulunanların kendi çocukluğunu evlat edinseydi onunla neler yapacağını merak ettim.
    saygılar selamlar

  • olay, 3 hafta once mersin'de yaşanmıştır, yayla evlerine giden 2 teyzem akşam üstü alışverişe çıktıklarında, köy yolunda yururlerken araç arkadan gelip vurmuştur. her ikisi de oracıkta ölmüşler. albay efendi ise otostop çekerken önüme atladılar diyerek ceza almadan serbest bırakılmıştır. vicdanlara sesleniyorum 60-65 yaşlarında iki köylü kadını otostop ceker mi ?
    buradan sana da sesleniyorum emekli albay zekeriya suna, herşeyi anladım da geceleri nasıl uyuyabiliyorsun be adam ?

    linki aşağıdadır

    https://www.instagram.com/…hl/?utm_medium=copy_link

  • ingilizce hazırlık öğrencilerine hocaları alıştırma yapabilmeleri için troy filmini kendi dilinde ve ingilizce alt yazılı izletmektedir. akabinde archilles'in hector'u teketek savaşa çağırdığı bölüm gelmiştir.

    archilles=hectooor!
    archilles=hectoooor!
    archilles=hectoooooooor!

    bir an aralık olan sınıfın kapısından rektör kafayı çıkarır ve...

    rektör=beni mi çağırdınız çocuklar?

    birebir yaşanmıştır.

  • aralarında olduğum sözlük yazarları. ben bi keresinde sonradan internet cafenin sahibinin oğlu olduğunu öğrendiğim bir lise elemanıyla counter'da çatışmıştım. kurşun kulaklığımı sıyırmıştı. bir ara sokaktı, köprü çıkışı. teröristler gelip yanıma saydırmıştı. kulaklık düştü. sürem falan doldu zaten kalktım masadan sonra.

  • günlük yazı dilinde sıkça karşılaşılan bir sorunsaldır. malumunuz, tdk.gov.tr dünyanın en yavaş açılan çevrim içi sözlüğü olduğu için oradaki açıklamaları buraya taşımayı uygun gördüm.

    direk:
    1. ağaçtan veya demirden yapılan uzun ve kalın destek
    2. sütun
    3. değerli, saygın, önde gelen kimse

    direkt:
    1. aracısız
    2. doğru olarak, hiçbir yerde durmadan, duraksız, doğruca
    3. doğrudan, doğrudan doğruya

    bu da benden olsun direk

    not: tdk'nın yarın bir gün, direğin anlamını "müsait olan bayanların tırmandığı hede" olarak değiştirmesi ihtimaline karşın gerekli caps'ler alınmıştır.

  • bir anıyla anlatayım.
    mudi : benden neden havale kesiyorsunuz, ben müşterinizim ama?
    memure: efendim, biz zaten müşterilerimizden para kazanıyoruz.

    bende bir aydınlanma, mudi amcada bir sersemlik durumu oldu. e yani!

  • bu film yalnız bir kadının dramı değil. yoksulluk, yersiz yurtsuzluk üstüne bir güzelleme hiç değil düşünülenin aksine. bu film kapitalizm denen doymak bilmez canavarın, devlet eliyle meşrulaştırılan rekabetçi, açgözlü neoliberal ekonomi politikaları sonucu evlerinden, yuvalarından, benliklerinden, kendilerinden, anılarından, topraklarından, bellek ve dayanışmanın ışıtan gücünden sürgün edilen modern kölelerin, modern göçebeliğin, modern sürgünlerin filmi. ve belki de insanların bu filmi içinde buldukları anlam üzerinden yorumlayıp, sevdikleri noktad derinlerde; sürdürülen yaşamın kırılganlığına, güvensizliğine, tekinsizliğine karşı duyulan ve modern insanı depresyondan depresyona sürükleyen çaresizliği iliklerine kadar (ama hiçbir şekilde mağduru oynamadan) hissettiriyor olması.

    chloé zhao bir önceki şahanesi the rider'da erkekliği tüm uzuvlarıyla saran liberal/kapital erkekliğin gölgesinde western kırıntılarına, nostaljisine sığınmış kırsal varoluşun çözümlemesini kendinden beklenmeyecek bir ustalık ve olgunlukta gözler önüne seriyordu. malum erkek yönetmenlerin, edebiyatçıların kadın kahraman anlatma sevdasına koşut genç bir kadın yönetmen olarak erkekliğin en vahşi damarlarından biri sayılabilecek bir rodeo hikayesi içinde, kırılgan, zul ve zoraki erkekliği nefiş şekilde naklediyordu bizlere olgun bir şekilde. ve en önemlisi nomadland'de genişleterek tüm kadraja tematik önermesini yedirip yaydığı ''gelecek, geçim, varolma kaygısı'' düsturunu iyiden iyiye parlatarak bundan böyle bir yönetmen olarak tematik dertlerinin ne olacağı hususunda bizleri bilgilendiriyor bir bakıma. ve elbet büyük bir zafere ulaşıyor.

    nomadland itki olarak zayıf bir film. yani kahramanın içinde bulunduğu koşulları izah etme konusunda minimal bir yaklaşıma giderken, alttan alta sistemle olan politik derdini de kısık sesle söylemeyi tercih eden, söylemini hikayenin, karakterin önüne koymaktan sakınırken, kahramanın seçim ve zorundalıklarını bu açıdan izleyicisine açık etme hususunda cimri davranan bir yapıya sahip ki zaten kimileri bunu filmin zayıflığı olarak görüyor. the rider önermesi, derdi ve derdinin izahı bakımından daha güçlü bir filmdi kabul ama nomadland'de olgunlaşan bir sinemanın, sinemacının öyküsünü en iyi şekilde anlatma hususunda yaptığı seçimleri (görüntü, kurgu, ses, senaryo vs) göstermesi bakımından epey önemli bir film.

    çağın politik, ekonomik, sosyal dinamikleri üstüne sürekli konuşmalar, tartışmalar, araştırmalar süredursun bir bakıma yakın bir geleceğin (özellikle ekonomik bağlamda) neredeyse post apokaliptik manzaralarını dolaylı bir imayla seyircisinin üstüne fırlatıyor yönetmen olarak zhao. geniş kadrajları, uzun, derin, çöl, yol planları biraz bundan esasında. bulunduğu, var olduğu yaşamın, dünyanın gerçeklerini anlamaktan uzak, sadece ve sadece sosyal medya öğretileriyle hayatta kalan mutsuz çoğunluk için de dolaylı bir ağıt aslında nomadland.

    büyük şehirlerde, büyük ofislerde, büyük evlerde sadece yaşamak için çalışıp, hayalini kurdukları çölün imkanına kavuşmak için güzelleme yapan milyarların romantizmini de merkeze alarak, gerçeğin çölüne fırlatılan diğer insanların, başka bir seçenek içinde var olmak için giriştikleri mücadeleyi ve bu mücadele içinde ne kadar yalnız hissettiklerini hubrisine yenik düşmeden şefkatli kadrajının bağırıp, çağırmayan minimalizmine sığınıp hiçbir romantik ideal söylev, söylemin peşine düşmeden, yoksulluk ajitatörlüğü yapmadan vakarı huzura seriyor. iyi de yapıyor. o güzel gözleri, elleri, beyni, düşünceleri dert görmesin.

    ama benim için aslında sinemada hikaye anlatmanın büyüsünün bir bakıma nasıl yavanlaşıp geriye doğru gittiğini göstermesi bakımından da önemli bir film nomadland. zira cağnımm agnès varda 1985 yılında çektiği katıksız bir baş yapıt olan sans toit ni loi(yersiz yurtsuz) filminde özel bir tematik yaklaşım, önerme olmadan bir kadının- insanını var oluş sancısını mucizevi bir büyüklükle bizlere naklediyordu. şimdilerde nomadland gibi çağdaş iz sürücü filmler ve elbet zhao gibi yönetmenler (mesaj- önerme- tema) çerçeveye imkan ve izah veren öykü anlatma içgüdüsüyle asla o büyüklüklere varamayacak filmler yapıyorlar ve bizler de ister istemez bu filmleri günümüz sinema ve diğer sanat dallarının içine düştüğü yavanlıktan bir nebze kurtulabilmek için büyük alkışlarla karşılıyoruz. oysa 1985 yılında sinemaya en büyük bozgunlardan birini zaten hediye etmiş bir sinema tanıklığı var uzak olmayan geçmişte bir yerde.

    tenet gibi filmlerin fikrin büyüklük ve idealine sığınan yavanlığına karşı elbet safımız nomadland'den yana ama aslına bakarsanız bunların hiçbiri sinema sanatı için yeni bir adım değil.