hesabın var mı? giriş yap

  • dün gece yatarken 208 dolar olan maaşım bu sabah uyandığımda 193 dolardı. evin her tarafını kontrol ettim, giren çıkan yok, evde tek başımaydım. uçmadı ya bu para! kim aldı ulan emeğimle tırnağımla bir ay boyunca sabah akşam çalışarak kazandığım 15 dolarımı?

  • bazi hayatlarin aynasi olmus dizi.

    kardesimle komsunun evinin duvarina cokmus babama bakiyoruz. o da siyah paltosu ile kapida dikiliyor, tasinan esyalarin ufak kamyona yerlestirenlere arada bir seyler soyluyor. eve daha zaten yeni gelen buzdolabi, camasir makinesi, elektrik supurgesi bizim ona alismamiza firsat vermeden evden gidiyor babamla birlikte. kardesim kulagima fisildiyor "butun kitaplari da goturuyor." "olsun" diyorum. aklim camasir makinasinda, annem gene eliyle camasir yikayacak diye dusunuyorum. yuregim agirlasiyor. "buyuyunce buyuk bir kitaplik alacagim, kitapla dolduracagim" diyor yavasca. "istersen once anneme camasir makinasi al" diye kiziyorum ona, "sen daha buyuksun sen al" diyor, boynunu bukuyor. "buzdolabi da gitti simdi ne yapacagiz" "teldolabi var" diyorum, giden kamyonun arkasindan bakiyoruz uzun sure. annem yanimiza geliyor. kardesim ona mujdeyi veriyor "ablam sana camasir makinasi alacak buyuyunce" yorgun gozleri gozlerimde. "alir tabii niye almasin" diyor, elimizi tutuyor, bosalmis eve giriyoruz, "yatagim hala burada" diyor kardesim seviniyor.
    o kadar guluyoruz ki sonunda agliyoruz gulmekten.

  • "bir efsaneydi efsaneydi kavimlerce göçüyor olmak
    aral gölünden çıkıp maveraünnehire dokunmak
    derebeylik üstüne, derebeylik yıkmak
    bir efsaneydi kavimlerce göçüyor olmak..."

  • lojmanlar yöresi özellikle bu mevsimde muhteşem güzelliktedir. çeşit çeşit, renk renk, burcu burcu. kokudan aklınızı alır oradaki ağaçlar. özellikle odeon'un önündeki düzlükte yer alan çim alan, keşfedilmeyi bekleyen bir çömlek bizans altını gibi kıymetlidir. şükür ki bilkent öğrencileri "ne duracam okulda, c180 kompresör'üme atlar, giderim park caddesi'ne" kafasında olduğu için 'arayan' ve kampüste vakit geçiren adam için o güzel yerler hep bakir kalır.

  • türk kahvesi denilen şey bir zamanlar gerçekten de türktü, çünkü kahve yemen'de yetişiyordu ve yemen 110 yıl öncesine kadar türk toprağıydı.

    sabah yenilen yemeğin adı kahvealtı. amaç kahve içmek, yediğin şey de kahvenin altına yeniliyor, kahve mideyi yakmasın diye. dünyada eşi benzeri var mı bu ibarenin bilmiyorum. günün ilk öğününün adını kahveyle ilişkilendiren başka bir kültür ben görmedim.

    tabi arabistan elden gidince, kahve ithal etmek pahalı olduğu için karadeniz'de çay üretimi başlamış. karadeniz çayı da orijinal çay değil tabi ama biz alıştık. ben alıştım en azından. çin, hindistan, sri lanka çaylarını sevmiyorum. darjeeling first flush bulursam içerim o ayrı tabi. yoksa zift gibi seylon çayını ne yapalım.

    şunu da söyleyeyim, karadeniz çayı gerçekten kaliteli çay olsaydı onu da bulamazdık, çünkü ihraç edilirdi ve tıpkı fındık gibi, badem gibi türkiye'de yetişmesine rağmen ulaşılması zor bir ürün olurdu. karadeniz çayını bizden başka kimse içmediği için uygun fiyata alabiliyorsunuz. kıymetini bilin.

    şu anda da döviz sıkıntısı olduğu için öyle kahve ithal edilecek içilecek filan bunları unutmak lazım. çaya devam. zaten iyi kahve türkiyeye gelmiyor. içtikleriniz çöp.

    bir süre önce yurtdışından iki kilo çekirdek kahve sipariş ettim, gümrükteki adam bana "türkiye'de kahve mi yok?" dedi. sanki türkiye'de kahve yetişiyor. konteynerle getirene de aynı soruyu sorabilir mi acaba? biz içimlik iki kilo getirdik diye olay oldu. bu millete laf anlatmaktan yorulduğum için haklısın hocam dedim, vergisini ödeyip geçtim. bu da böyle bir anımdır.

  • yazar bir üstte öyle güzel anlatmış ki (bkz: #116762576) diyecek pek bir şey bırakmamış. pekiştirmek üzere birkaç kelam edeyim:

    özellikle klasik dönem öncesi müzik insanları zaman üzerine çok kafa yormuşlar. inégalité (eşitsizlik) kavramı, louis couperin'in ölçüsüz prelüdleri (l.c. prelüd), jean baptiste forqueray'nin asenkron yazım yöntemi (j.b.f. sarabande) o dönemin yaklaşımını anlamamızı sağlayabilecek önemli örneklerdir.

    burada tempo algısını sürdüren şey artık vuruş değil salınımdır, nabızdır. tempoyu görsel hale getiren şeyler de sarkaç veya tactus hareketi olabilir. nabız duygusal durumumuza göre değiştiği için, bir müzik eserinde de farklı duygusal durumlar olabileceği için (bkz: affektenlehre), eserin farklı yerlerinde farklı tempolarda olunması çok normaldir, olması gereken budur. heyecanlı bir pasajda tempo ileri gitmiyorsa içerikle yorum uyuşmuyor demektir.

    müzikteki bir pasajı eşit çalabilmek veya çalamamak kendi başına bir meseledir. eşit çalabildiğimiz için eşit çalmak, tempoyu bir metronom ciddiyetiyle sabit tutmak daima askeri adımlarla yürümek gibi bir şeydir. metronom tahakkümü altındaki müzisyen estetik unsurlar yerine askeri disiplini önemsiyor demektir.

    metronom, gerektiğinde sadece ölçüm için kullanılmalı, rakamlar yaklaşık değerler olarak düşünülmeli. metronom ne efendiniz, ne dostunuz. kendinizi kaptırmayın. insan olun.