hesabın var mı? giriş yap

  • sanatı derinlemesine inceleyen, içindeki o samimiyet ve gerçeklik duygusu tamamen varolana kadar oyunculuğu tırmandıran, sahte ve yapay duygulardan uzak gerçek ve ruha dokunur oyunculuk ve sanat anlayışını bizlere kazandıran ender sanatçılardan birisi kendisi.

    o yaşayıp hissederek aktarır içindekileri.

    ben buraya hapsoldum nihat..hapsoldum..evler dükkanlar ağaçlar..hep aynı şeyler, aynı yüzler, aynı sesler..7 yaşında geldim ben buraya nihat ne hayallerle geldim. 40 yıl sonra halime bak. buranın bir parçası oldum. iskele gibi, durak gibi, sermetin köşesi gibi..yaşıyor muyum? ölü müyüm? taş mıyım..duvar mıyım? neyim, hayatımın anlamı ne?
    çocuklarım..babam..dedem..eski karım..arkadaşlarım..ya ben nihat? ben? ben nerdeyim ya? yetti artık, burama geldi be! dayanamıyorum..nefes alamıyorum..ölünce arkamdan iyi adamdı diyecekle, kıyak delikanlıydı diyecekler..fedakardı.. ailesine düşkündü, yardım severdi hep başkalarını düşünürdü..!çengelköy'ün evliyasıydı..!
    hadi..hadi gömün beni ne bekliyorsunuz? şimdiden gömün! yaşamıyorum zaten..yaşamıyorum! yaşasam sen kendin için ne istiyorsun be adam diye sorarım! soramıyorum! korkuyorum!! sevdiğim insana bekle bende geliyorum diyemiyorum ben be! ölmüşüm ben nihat, ölmüşüm yav! siz öldürdünüz beni siz! ölmek istemiyorum! durduğum yerde çürümek istemiyorum!! o benim son çaremdi..beni bu hapishaneden çıkaracaktı, o benim kurtuluşumdu! gitme demek istedim, diyemedim!! diyemedim nihat diyemedim!! elif de gitti nihat! ben gene kaldım...bittim..bittim ben nihat.."

    ben oyuncuyum diyen kaç kişi var ki bu kelimelere hayat versin. gülerken düşündürsün, düşündürürken ağlatsın...

    edit: yazarlardan gelen yoğun istek üzerine o müthiş sahneyi paylaşıyorum.
    ben buraya hapsoldum

  • az önce haber sitelerine düşmüş bomba kayıt. inanılır gibi değil.

    erdoğan: bunlar bir alem diğerleri bir alem. böyle tek tek arayıp konuşacaksın. sedat bak şu anda ben yani

    ssg: buyrun başbakan’im

    erdoğan: fas’ta ınternet kafedeyim burada

    ssg: evet efendim

    erdoğan: şimdi bahçeli’nin bütün konuşmalarının başlıkları sol framede ..

    ssg: anlaşılmıştır efendim şimdi... tamamdır

    erdoğan: ve orada sürekli olarak da, yok yolsuzluk operasyonları, yok bizim bilal, yok mu kardesim başka konu..açsanıza iki anket..

    ssg: anlaşılmıştır efendim

    erdoğan: bak yeni başlık açıldı biz konuşurken şimdi

    ssg: tamam efendim, anladım efendim şimdi hemen.

    erdoğan: ya anladım diyorsunuz da işte yani hayret ya böyle bir şey de, hala bunlar ya ne gerek var.

    ssg: eee tamam ee emriniz olur efendim anlaşılmıştır şu an.

    erdoğan: hemen şey yapmanız gerekiyor.

    ssg: şimdi yapıyorum, şimdi yapıyorum efendim,

    talimatı kanzuk'a iletiyor:

    kanzuk: ham, hum, efendim (yemek yiyor)

    ssg: kanzukçum ya çok acil şu bahçeli’nin başlıklarını şeyet ne olursun.

    kanzuk: tamam çektik abi.

  • göründüğü kadar imkansız olmayan, önyargılı yaklaşılmaması gereken tavsiye.

    aslında sol framede başlığı görünce ayar vermeye gelmiştim, ama baktım bütün ayarlar zaten verilmiş 180 derece çark edip... yok yok, birazcık düşündüm sadece...

    aslında dert yakındığımız, stres edindiğimiz şeyler hayatın doğal akışı. illa ki istemediğimiz yönde giden, zorluk çıkartan şeyler olacak, illa ki bazı şeyleri elde edemeyeceğiz. mesele, bunların hayatımız üzerinde ederinden fazla etki yaratmasına izin vermemek.
    "meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz" -süleyman demirel

    kişisel gelişim kitabına bağlamadan* bitirmek istiyorum, ama kendi stresimi ve saldırganlığımı azalttığım yöntemi paylaşmak istiyorum. olumsuz bir davranışla karşılaştığımda karşımdaki kişiye kızmak yerine sadece acıyorum. basit bir örnek vereceğim, trafik sıkışık bir yere gitmeye çalışıyorsunuz, gerçekten aceleniz olabilir ekstra şeyler olabilir, onun dışında düşünün. sakin sakin gidebilirsiniz, gerçekten gidebilirsiniz, sadece şeridinizi takip edersiniz ve gideceğiniz yere yine varırsınız. yanınızdan makas atmaya çalışan, ona buna korna çalan her gördüğü boşluğa girmeye çalışan hıyarı düşünün. ne için? yol 30 dakika sürsün, istediğiniz cambazlığı yapın 20 dakikaya düşürürsünüz (hatta olur da birine ufaktan dokundurursanız gitti 1 saat) 10 dakika kazanmak için (ki o 10 dakikayla ne yapacağınız da soru işareti) hayatınızdan 20 dakikayı stresle geçirdiniz. tebrikler. oysa ki 30 dakika radyoyla oynayarak, yanınızdakiyle sohbet ederek vs. sakin sakin gidebilirdiniz. o kazandığınız 10 dakikayı ne yapacaksınız size söyleyeyim mi? biraz önce girdiğiniz stresi atmak için harcayacaksınız zaten.

    ben bunu yapan insanlara artık sinirlenmiyorum, sadece acıyorum. bir hayat düşünün hep kendi önceliği üzerine kurulu, acelesi olmasa bile önce gitmek isteyen bir insan. düşün, sırada, hiçbir işi yok, arkasındaki kişi çok acelesi olduğunu söylüyor, sırasını rica ediyor ama vermiyor, kendi işini hallediyor ondan sonra 10 dakika bir bankta oturup sıkılarak geçiriyor. çünkü değersizliğinin farkında, sahip olduğu her önceliğe sıkı sıkıya tutunmak zorunda hissediyor. özellikle avamlarda, çomarlarda çok sık görürsünüz bu davranışı, sürekli bir hakkını yedirmeme gururu. hıyar, sen ikram edersen yedirmiş olmazsın. ha senin de acelen vardır, işin vardır tamam. ama markette tek kasa çalışırken bir araba malzemeyle sıradaysan ve arkandan 2 parça ile gelen bir kişiye sıranı ikram etmiyorsan su katılmamış çomarsın kusura bakma.

    hayat seninle başlayıp seninle bitmiyor. doğumla başlayıp ölümle bitiyor ve bazı şeyleri dert edinmek olumsuz duygulara kendini boğmak için gerçekten kısa. bize endoktrine edilen doğru veya yanlış davranış kalıplarını sorgulamaktan o kadar korkuyoruz ki bu binlerce yıldır toplum adını verdiğimiz hastalıklı olgunun devamını sağlıyor. toplum kavramının neden hastalıklı bir yapı olduğu başka bir entry konusu olsun, konudan sapmayalım.

    sürekli bize işlenen davranış kalıbı, "hakkını yedirme, kendini ezdirme, öne geç, elde et, al, al, al, al, sen, sen, sen, sen". herkesin çocuğu dahi, herkesin çocuğu özel. pohpoh, pohpoh, sonra gerçek hayatla karşılaşınca patlıyor tabi o çocuk. kezbanlar o yüzden kezban zaten. neyse yine konudan sapıyorum. sapmayayım. çocuk yetiştirmeyi başka bir entryde öğretirim.

    mesele biraz da hamurunda olan olmayan herkesin alfa insan** olmaya soyunması. ancak alfa olmayı a tipi kişilik sahibi olmak sanmalarından kaynaklanıyor. alfa çok farklı bir konsept, alfaysan alfasındır değilsen değilsindir bu kadar basit. tamamen genetik olmasa da 20 yaşından sonra değiştiremezsin o özelliğini. senin yönetebildiğin davranış kalıplarınla saldırgan olman sana bir özellik, bir artı değer katmaz. bir alfa gerektiği zaman a tipi, gerektiği zaman dibine kadar b tipi olmayı bilen insandır.

    hayatınızdan stres yaratan olayları, olguları, insanları çıkartamayabilirsiniz ama stresinizle baş edebilirsiniz. düşündüğünüz kadar zor değil, sadece derin bir nefes alın ve bakış açınızı değiştirin.

    her şeye sahip olmak zorunda değilsiniz, her şeyin en iyisini haketmiyorsunuz. hak ettiğiniz kadarını hak ediyorsunuz. hak ettiğiniz kadarı için çabalayın, ama fazlası için tırmalamayı bırakın. elalem ne der için, statü için, parmakla gösterilmek için, "bilmemne bilmemkim bey/hanım" desinler diye başkaları için yaşamayı bırakın, kendiniz için yaşayın. şu dünyaya 60-70 bilemedin 80 yıllığına takılmak için geldiğimizi unutmayın. mutlu olacaksınız.

    "hiçbir şey güzel olmayacak ama, yaşıyorum ulan ben, bundan güzel şey mi var?" -kemal sunal

    ha dersen ki sen ne kadar uyguluyorsun, tamamen diyemem. uygulamaya çalışıyorum, faydasını görüyorum. tavsiye ederim.

  • şimdi coder'a anlatır gibi anlatmak gerekirse; korsan yazılım dediğiniz mevzu, bizzat büyük yazılımcılar tarafından desteklenmese de, maksimum şiddetle savaşılmayan bir mevzudur. olmak zorundadır da. çünkü bir yazılımın piyasaya hakimiyeti, onun korsan yaygınlığı oranında mümkündür.

    yarın microsoft, çıkıp korsan office kullanımını, bütün dünyada oldukça komik yüzdelere düşürebilir mi? elbette. çok da zor değil. ama bunu neden yapsın? korsanı bitirseler ve dünyanın sadece yarısı lisanslı office kullanır hale gelse, ertesi yıl dünyanın bu yarısı da office kullanmayı bırakır. çünkü yazılım dediğiniz şey, sadece sizi ilgilendiren bir konu değil. dosya paylaştığınızda, karşınızdaki insanda/kurumda bu dosyanın desteklenmeyeceğini bırak bilmeyi, şüpheye düştüğünüzde, o yazılımı kullanmazsınız.

    aynı şey adobe için de geçerli, diğerleri için de.

    o yüzden kasmayın fazla kendinizi, korsan yazılım, bizzat büyük yazılım firmaları tarafından alenen olmasa da, göz yumulan bir konudur. yazılım firmalarının buna samimi olarak bir itirazı yoktur. ticari akıl bunu gerektirir.

    dolayısıyla korsan yazılım, yazılım firmalarının çok daha büyük paralar kazanmasına sebep olan bir yan üründür.