hesabın var mı? giriş yap

  • o kitabı erdoğan'ın yazdığını düşünen var mı?

    danışmanı olarak tuttuğu ayak takımın bir araya gelip ''mevcut enkazı nasıl kaldırırız'' çalışmasının ürünlerinden biri bu kitap.

    erdoğan'ın bu kitabı açıp okuduğuna bile inanmıyorum. kimse bana prompter olmadan konuşamayan bir adama kitap yazdı dedirtemez.

  • muhtesem hizmet. sanirim turkiye toptan "is nasil yapilmaz" konulu bir deney calismasi, ttnet de bu amacla kurulmus bir sirket.

    aktarma yapmak icin ataturk havalimani'nda bulundugum sirada, turk sim kartim olmadigi icin haberlesmek icin internet'e gireyim dedim. baktim ttnet wifi diye bir ag var, hah dedim ne guzel wifi hizmeti koymuslar girer baglanirim.

    baglandim, kayit olmam gerektigini soyledi. ala. gunluk ucret 20tl, pekala. kaydolurken baktim telefon numarasi sordu. sebep ? napacaksin ki telefon numarasini ? aa demez mi sms aticam, kod gondericem. lan niye ? zaten bu hizmet baska sekilde iletisemeyen adam icin degil mi ? yok ki baglantim ? yanimda bir sekilde almanya'dan aldigim bir sim kart oldugu icin onu takip denedim. zar zor sms'i aldim, kredi karti sordu yazdim bilgileri. "devam". sonuc: "bu hizmeti satin alamazsiniz". sebep ? belli degil. artik tipimi mi begenmedi, esref saatine mi denk geldik bilemiyorum.

    islemi bastan baslatayim dedim. a aaa, surpriz. "bu hesap zaten kayitli". tamam canim kardesim, az once ben kaydoldum, biliyoruz. simdi o hesaba hizmet satin alayim. "bu hizmeti satin alamazsiniz". lan niye ?

    tamam dedim allah belani versin, hesabi sil dedim (kendi terminolojileri ile "beni unut", bir de tribal romantizm yasatiyor pezevenk). simdi, hesabin silinmesinden beklenti belli. hesabi sileceksin, onunla ilgili herhangi bir kayit olmayacak ki dogal olarak tekrar kaydolabilecegim temiz temiz. tekrar deniyorum "bu hesap zaten kayitli". e sen neyi sildin az once bre deyyus ?

    neyse, faydali hizmet. internet'e baglanamiyorsunuz ama aktarma ucaginizi beklerken vakit geciyor. bu gerizekali ile ugrasmaktan tuvalete zor girdim, ucagi kaciriyordum.

    bakin benzeri hizmetin bir cok havalimaninda ucretsiz oldugundan hic bahsetmedim bile. ucretsizi gec, parasiyla giremiyoruz.

  • bir erkek için ideal sevgilinin sözlükteki karşılığıdır şüphesiz.

    kendisini dürttüğünüzde alacağınız tepkiler müthiş yumuşak bir ses tonuyla "efendim?", "evet?", "hazır!" cevapları olur. ilişmezseniz gıkı çıkmaz, ölene kadar bir "ah"ını duyamazsınız. yok efendim "k.çımın şurası ağrıyor", "ben burda ölüyorum sen community shield izliyorsun!" ne bileyim "yine ne var ne istiyorsun senin yüzünden bıdıbıdıbıkbık ....(12-13 dk sonra) hep böyle oluyor!" yok.

    bir işiniz mi düştü? "yaparım", "oduncu, madenci, seyis(oha!)". karnınız mı acıktı? "hemen geyik vurup getiriyorum hayatım". bak "yapmam" asla yok. "sevgilimin karnı aç, gerekirse yaban domuzuna dalarım" mantığı var hatunda. ölüme gidiyor gıkı çıkmıyor yahu. dışarı mı çıkacaksınız? hazırlanma süresi yaklaşık 20 saniye. anlattıkça elim ayağım titriyor abi ya. hatuna "gel" diyorsun, taaa surların öbür tarafından dolaşıyor geliyor. gözyaşlarım sel oldu yemin ederim.

  • yemek yerken -özellikle hızlı bir şekilde yediğimizde- besinlerle birlikte bir miktar havayı da yutarız. hıçkırık ise bu havanın tekrar dışarı atılması için vücudumuz tarafından geliştirilen bir tepkidir. diyafram çok hızlı bir şekilde büzüşür ve hızla nefes almamızı sağlar, bu sırada ses tellerimizin bulunduğu kısımdaki hava bloke edilir ve bu durum ağzımızdan "hıckkk!" şeklinde bir ses çıkmasına sebep olur.
    mideden kaynaklanan bu olayın diyaframla bu kadar yakın bir ilişkisinin bulunma sebebi, bu iki organı kontrol eden sinir hücrelerinin neredeyse iç içe geçmiş olmasıdır. bu yüzden genelde yemek yedikten sonra hıçkırırız, sindirim sistemi durduktan sonra hıçkırık da kesilir.

  • insanoğluyla kadim çağlarından beri var olan, belki de insan toplumuyla yaşıt olan olan bir silahtır kendisi. hatta bu silahla yapılan askeri ve avcılık becerileri birçok kültürün mitolojilerinde öne çıkan figürler haline dönüşmüştür.

    bu kadar eski olan bir alet bizim genetiğimize o kadar işlenmiştir ki herkes çocukluğunda en azından benim yaşında olanlar bir kere kendilerine ok ve yay yapmışlardır fakat bu kadar basit gibi görülebilen bir aletin de kendine özgü bir teknolojisi mevcuttur.

    tabi tarihte ilk olarak ok ve ok uçları bulunmuş ve icat edilmiştir diyebiliriz. yaklaşık olarak 60.000-70.000 yıl öncesinde olabileceği düşünülen, tarihlenen bu ok başları olduğu düşünülen kemikler ve taşlar, güney afrika bölgesi sibudu mağarası'ndan bulunmuştur. afrika dışına baktığımızda gözümüze sri lanka , fa hien mağarası çarpmaktadır burada ise 48.000 yıl öncesine ait ok başları bulundu.

    bir süre böyle gittikten sonra şimdiye kadar bilinen en eski kesin yayları danimarka'daki holmegård bataklığında hayatımıza girdiğini biliyoruz . 1940'larda orada, yaklaşık mö 8.000 ye tarihlenen iki yay bulundu. bu yayların özelliklerine bakacak olursak karaağaçtan yapılmıştır ve düz kolları ve d şeklinde bir orta bölümü bulunmaktadır. orta bölüm bikonvekstir. tüm pruva 1,50 m uzunluğundadır ve holmegaard tipi yaylar tunç çağı'na kadar kullanılmıştır diye tahmin edilmektedir.görsel-1görsel-2

    yay ve okların etkin kullanımını betimleyen en eski tasvir, iberya mezolitik mağarasında bulunmaktadır. burada kadim bir savaş ve av sahnesi tasvir edilmiştir ve savaş sahnesinde okçular arasındaki savaşı gösterir. dört kişilik bir grup tarafından çevrelenmiş üç okçudan oluşan bir grup cueva del roure, morella la vella, castellón, valencia'da bulunur. görsel-1görsel-2

    mö 3500 yıllarında ok ve yay insanlığın ayrılmaz bir parçası olmaya başlamış. bu durum yay teknolojisine de yansıdı ve kompozit yay dediğim yaylar ortaya çıktı.
    bu yaylar genellikle birden fazla parçadan oluşur ahşap çekirdek, yaya şeklini ve boyutsal stabilitesini verirken, parçalı yapı ise, birçok tasarımın gerektirdiği keskin virajlara ve bükülen ve bükülmeyen bölümler için farklı mekanik özelliklere sahip ahşap ve hayvansal parçalar kullanımına izin verir. kullanılan malzemeler akçaağaç, dut, bambu, sitka ladin gibi ağaçlar kullanılırken manda boynuzu, gemsbok, antilop, dağ keçisi ve macar gri sığırlarınınki gibi birkaç antilopun boynuzu gibi hayvansal yapılar çok uygundur. bu yapılar uygun şekilde birleştirilir ve hayvan tutkalı(hayvan postunda bulunan kolajen materyalden veya hayvan kemiklerinde bulunan kolajen ekstraksiyonundan türetilen organik bir tutkaldır)görsel denilen bir tutkalla sabitlenirdi.
    yayın kirişi için özellikle yaban geyiklerinin alt bacak tendonları kullanılırdı bunun nedeni tendonda bulunan yağ miktarının az olmasıydı, bu önemli bir konuydu evcil hayvanlardan elde edilen tendonlarda yağ fazla olduğundan zaman içinde kirişde bozulmalar ve kopmalar oluşurdu.
    kompozit yay örnekleri pers yayı, türk yayı çin yayı moğol yayı japon yayı(yumi) macar yayı kore yayı

    birde crossbow-arbalet veya tatar yayı dediğimiz bir ok çeşidi bulunmaktır. biz bunu film ve dizilerde orta çağ avrupa'sında görmekteyiz fakat bu yayın icadı asya'ya dayanmaktadır. bilinen en eski tatar yayları, mö 1. bin yılda, eski çin'de mö 4. yüzyıldan sonra yunanistan'da gastrafet adıyla icat edildi. buradan da 12. yüzyılda avrupada ortak bir savaş alanı silahı haline geldi. bu yay türü dolu bir tabancaya benzer çünkü bir tetik mekanizmasına sahiptir. yapılan ilk arbaletler tamamıyla ahşap yapılıyordu kuvvetli olmalarına rağmen menzilleri kısaydı daha sonra , tamamen çelik çubuklar kullanan arbaletler , uzun yaylara yakın ve bazen daha üstün güç elde etmeyi başardılar, ancak üretimleri daha pahalıydı ve yeniden doldurmak daha yavaştı çünkü dolum için ek aletlere ihtiyaç vardı.

    14.-15. yüzyıla geldiğinde ingilizlerde long bow meşhur hale gelmiştir bunun nedeni uzun menzile sahip olması ve 100 yıl savaşında başarısından dolayı baya tutulmuştur. bir longbow yapmak için tercih edilen bir malzeme porsuk, kül , karaağaç ve diğer ağaç da kullanılmıştır.

    ok ve yaylar 16. yüzyıldan sonra ateşli silahların keşfiyle gözden düşmüşlerdir. fakat 1. dünya savaşında sauterelle adında el bombası atan bir silah olarak kullanıldı. daha sonraları ise avcılık ve spor müsabakalarında kullanılmaya başlandı. günümüzde de hala etkin bir şekilde kullanılan silahtır kendileri.

    son

  • eskiden çalıştığım şirkette power point sunularını bana hazırlatan pazarlama direktörüm bilgisayardan pek anlamazdı. bir gün yine rica etmedi! şunu hazırla 3 gün sonra sunum yapacağım dedi, bende yeni yetme pazarlama asistanı olarak her şeye tavuk gibi koştururken canıma tak etti bu başarıyı etik dışı sahiplenme olayı.

    sunumu hazırladım, görevimi ifa ettim, benimdir diye söylemiyorum yine konuşturdum power point'i ama bir süprizim vardı bizim müdüre. windows 98 tabanlı bir bilgisayardı sunum yapılan. masa üstününün, dosyalar varken ekran kopyasını aldım ve masa üstü arka planı olarak ayarladım. masa üstündeki bütün öğeleri gizledim. yani ekran görüntüsünde olan dosyalar benim masa üstü arka planı olarak kaydettiğim resimden ibaretti. üzerine tıklayınca resim olduğu için hiç bir reaksiyon alınmadığından sayın müdürüm 10 dakika bu dosyalar neden çalışmıyoru çözmeye çalıştı. bilgisayarı defalarca açtı kapattı sonunda pes etti, beni yanına çağırdı ve beni lanse etmek zorunda kaldı. sunumu hazırlayanın ben olduğumu ama bilgisayarın azizliğine uğradığını anlatmaya çalıştı. olayı bilen ben, hemen ms command'dan dosyayı çağırıp sunumu başlatarak, yaptığı ibneliğe, yaptığım ibnelik ile son verdim.

    tabi o şirkette ömrüm fazla olmadı, herkes benim bir sivri olduğumu anladı. aslında kariyer taşlarım bundan sonra yerine oturmaya başlamıştır. başarısızlığı kimse sahiplenmek istemez ama başarıyı herkes sahiplenmek ister. başarıda ki emeği gözden kaçırırsan, astlarının emeğini hiçe sayarsan, bir gün takke düşer aga.

  • link; >>>>

    bu insanları bu raddeye getirecek kadar yormanın manası nedir ya? sonrası beyin göçü… tabii ki göçecek abicim. avrupaya gider günde 20-30 neyse hasta bakar, akşam kendine, ailesi, ayırabileceği vakti kalır.

    burda hekimlerimizin haklı olduğunu düşünen bir birey olarak; her defasında “yol yaptık, hastane yaptık” diye pr yapan iktidar ve yardakçılarının harladığı cehalet ateşi yüzünden tüm parlak beyinlerimizi bir bir kaybediyoruz. az imkanı olan kaçıp gidiyor.

    ortadoğunun pisliğinden uzaklaşacağımıza git gide b*kunun dibine doğru batıyoruz. farkında değiller gırtlağımıza dayandıklarında çok geç olacak.

    “ kaçıp gitmek çözüm mü ?” diye soruyorum kendi kendime. bir insanın 50 yıl her şeyden tat alarak yaşadığını düşündüğüm zaman “evet, çözüm” diyorum. ama memleketimi düşündüğüm zaman “kendinden taviz vermeyen insanlar için, kendinden taviz vermek ve verdiğin tavizlerin suistimal edildiğini görmeye ne kadar dayanabilir bir insan?” diye düşündüğümde son noktaysa floodu yazan hekim arkadaşın geldiği noktadır herhalde.

    bu doğrultuda şu an için elimden gelen; insana, doğaya saygılı bir birey olmak ve çevremdeki insanları bu şekilde etkilemek…. toplumumuz adına hekimlerimizden özür diliyor, insanüstü çabalarınız içinse teşekkür ediyorum…

    alt edit: keşke her memur hekimlerimiz kadar liyakat sahibi olsaydı. belki o zaman daha yaşanır bir ülke olurduk.

    edit1: abi ne iğrenç insanlar yaşıyor bu ülkede yahu. alt entrylerde mühendis, doktoru kıskanıyor resmen. bazı kişilerde sağlık çalışanına şiddeti mesleğin zorluğu olarak görüyorlar inanamıyorum.

    edit1: (#134749714) kesinlikle bu vari bir önem alınıp hekimlerimiz yetkilendirilmeli.