hesabın var mı? giriş yap

  • bir kız, başka bir kıza (erkek arkadaşı ile birlikte) işkence yapıyor ve erkek arkadaşının o kıza "külodunu indir" demesini normal karşılıyor. inşallah o erkekle evlenirsin sana edebileceğim en büyük beddua bu olur.

    edit: mağdur kız 15 yaşında, fail olan kız 17 yaşındaymış. videoyu çeken şahıs ise 30 yaşındaymış. evet 30 yaşında evli-çocuklu bir adamın 15 yaşında bir çocuğa "külodunu indir" dediği bir video izledik. senin ben sıfatını s... her iddiasına varım ki bu olayı kurgulayan ve böylesine çirkinleşmesine neden olan da bu pedofili sapıktır.

    edit2: mağdur kızın da kendisine bunu yapanlardan pek bir farkı olmadığına dair ikinci haber. anlaşılan şu olaylardaki tek mağdur insanlar bizleriz. böyleleriyle aynı toplumda yaşamak zorundayız. çocuklarımız onlarla aynı kaldırımda yürümek zorunda ve hatta belki aynı okula gitmek zorunda. yine de o 30 yaşındaki sapığın bu olaylardaki rolü diğer hepsinden farklı. hadi bu ikisi hala kanun önünde çocuk sayılır, sana ne oluyor? zaten boşanacaksın ve çocuklarını bir daha göremeyeceksin (yani umarım) yine de bir yerde karşılaşacak olsan nasıl bakacaksın yüzlerine? nasıl bir adamsın lan sen? bu çocuklarla yakınlaşırken onların yetim-öksüz olmasından faydalanıyorsun değil mi? allah senin belanı versin.

  • "doktorların doktoru metin abimiz" dedi acun.
    adam 120 gün kırık çıkık yanık yırtık bulantı grip herşeye su ve buzla müdahale etti.
    gururlu edit :
    bu sene doktor sprey kullanıyor.
    ekşinin gücü :)

  • yıllardır kullandığım, eğer belli takıntılarınız yoksa ve kafası eser miktarda çalışan biri iseniz faydasını göreceğiniz platform. en büyük dezavantajı ise, belli takıntıları olan ve kafası eser miktarda çalışmayan kimi tüketicilerin ceremesini çekiyor oluşunuz.

    nadirkitap'a yönelik şikayetlerinizin hiçbiri bu platforma özel değil. türkiye'de sahafçılık (elbette istisnaları tenzih ederek söylüyorum) ayakta adam öpme sanatıdır.

    temel sorunları şöyle özetleyebilirim:

    baskısı olmayan eserlerde fiyat meselesi çok sıkıntılı. "baskısı yok, fiyatı da bu" dayatmasının asıl sebebi, baskısı olmayan kitabın ederinin gerçekten o olması değil, sahafların biçtiği abuk fiyatı veren donanımsızların olması. misal atlas vazgeçti... seti 1200 liraya falan gidiyor en ucuz. neden bu fiyata bu kitabı alırsınız, sahiden izahı yok. benim kişisel olarak en sevdiğim eserlerden biridir ve keşke herkes okusa. ama 1200 lira mı? saçmalamayın gözünüzü seveyim. kitapta bir rayiciniz olmalı. o rayiç de karamazov kardeşler'dir.

    dünya edebiyat tarihinin en büyük eseri tartışmasız karamzov kardeşler ise ve türkiye'de bu eseri iyi bir yayınevinden, iyi bir çeviri ile 35-40 tl'ye alabiliyorsanız, bir kitaba vermeniz gereken en yüksek bedel budur. (yazıldığı dilde 1. baskı vs. değil ise) bir kitaba 300-400 lira ve-ril-mez. vermeyin. ölümsüzlüğün sırrı yok hiçbir kitapta. olsa karamazov kardeşler'de olurdu o sır. okumak zorunda değilsiniz.

    yukarıda istisna olarak altını çizdiğim bu eserin birinci baskısı olayı da türk sahaflarının büyük çakallıklarından biri. bakın bir eserin sadece orjinal dilinde 1. baskısı değerlidir. yüzyıllık yalnızlık'ın değerli olan 1. baskısı yalnızca 1967 yılında kolombiya'da basılanıdır. bizdeki sahaflar ise türkçe çevirilerinin birinci baskılarını değerli gibi gösterip, ona göre fahiş fiyatlar çekiyorlar. pek çok önemli eserde bu böyle. düşmeyin bu tuzağa. değerli ya da koleksiyonluk bir kitap almıyorsunuz, paranızı çöpe atıyorsunuz.

    kitap konusunda ilk paragrafta "takıntılı okuyucu" değil de "takıntılı tüketici" nitelemesini yapmamın sebebi de, kimilerinin saçma obsesyonlarının olması ve sahafların bunları kullanması. misal otostopçunun galaksi rehberi... bu kitabın geçmişte kabalcı yayınları'ndan yapılmış olan baskısı, alfa yayıncılık'tan yapılmış baskısından 100 lira daha fazlaya satılıyor. üstelik çevirmen aynı. benim kitaplığımda kabalcı baskısı olsun takıntısı, cebinizden 100 lira fazla para çıkmasına sebep oluyor. sahaflar da sizin bu takıntınızı kullanıyorlar.

    bir diğer takıntı aynı yayınevinin farklı kapaklarında ortaya çıkıyor ki, sahiden akıl alır gibi değil. sahaf'a gidip (yine örneğin) can yayınları'dan saramago'nun körlük'ünün fiyatını sorduğunuzda size "70-80 lira der" insaflıysa (!), hele 1. baskı ise 200 lira bile ister. sebebi de bunun hem can yayınları olması, hem de beyaz kapaklı edisyonlarından olması. can yayınları'nın aynı çevirmenden çıkan kitapları beyaz kapaklı olduğunda sahaflarda fahiş fiyatlara satışa sunulur. neden?.. çünkü "kitaplığımda beyaz kapaklı olsun" diye kendine dert edinen tüketiciler var. aynı şey kapak stilini değişirdiğinden beri yky'de de yaşanıyor.

    sahaftan alışveriş yaparken 2 şeye dikkat edeceksiniz:

    1) halihazırda baskısı olan kitapların sıfırı internet alışveriş sitelerinde %30-35'lik indirimlerle, sahaftaki ikinci elinden daha ucuz olur. oradan tercih edin. çünkü hem daha yeni kitap almış olursunuz, hem daha ucuz olur, hem de vergi/telif katkısı yapmış olursunuz alışverişiniz ile.

    2) bilhassa klasiklerde yayınevi değil, çevirmen peşinde olun. bu prensip sizi nadirkitap'ta çok karlı hale getirir. örneğin engin yayıncılık diye bir firma vardır. bunların kitapları kitapçılarda satılmaz. bildiğim kadarıyla bu set hazırlayıp okul, iş yeri dolaşan pazarlama firmalarından biri. ve fakat bugün büyük yayınevlerinden çıkan çevirileri kullanırlar baskılarında. tam metin ve nitelikli çevirileri basarlar. ve pek kimse bu yayınevini bilmediği için nadirkitap'ta ve sahaflarda çok daha ucuza satılır onların klasikleri.

    türkiye'de sahafçılık, ülkedeki her sektör gibi esnaflık kültürünü içselleştirmiş değildir. bu yüzden siz de uyanık olacaksınız. elbette ilk başta belirrttiğim gibi istisnaları tenzih ederim.

    not: bizdeki sahafların fiyat politikası dışında eleştirilecek bir başka noktası da, dükkan hacimleridir. türkiye'deki 100 sahaftan 98'inin dükkanında, kitaplardan başka bir de sahafın kendisinin sığacağı kadar yer vardır. girip içeride kitap bile karıştıramazsınız. sahaflar bizde gidip kapısından aradığınız kitabı soracağınız depolar şeklinde dizayn edilmiştir.

  • "ı have spent my whole life scared. frightened of things that could happen; might happen; might not happen. 50 years ı've spent like that. finding myself awake at 3am. but you know what? ever since my diagnosis, ı sleep just fine. ı came to realize it's that fear is the worst of it, that's the real enemy." bu sözdür. ingilizce bilmeyenler için " bütün hayatımı korkarak geçirdim. olabilecek, olması muhtemel, olmayacak şeyler için korktum. gece üçte kendim uyanık bulurdum. ama biliyor musun? hastalığım teşhis edildiğinden beri rahat bir şekilde uyuyorum. korkunun her şeyden daha kötü olduğunu fark ettim, gerçek düşman korkudur. "

  • sultan abdülaziz tarafından 1863 yılında kendilerine verilen sultan fotoğrafçıları unvanını padişah tuğrası ile birlikte kabin ve kartvizit boy fotoğraf kartlarının arka yüzünde osmanlıca (ressam-ı hazret-i şehriyar-i) ve fransızca (photographes de sa majeste imperiale le sultan*) olarak ikinci abdülhamit döneminde unvanlarının 12 yıl boyunca ellerinden alındığı zaman dilimi hariç, 1900 yılında stüdyolarının kepengini indirip her şeylerini bir başka başarılı osmanlı fotoğraf stüdyosu olan sebah and joaillier’e satana dek gururla sergileyen kardeşler.

    abdülaziz’den sultan fotoğrafçısı unvanını almalarının hikayesi şudur:

    sultan, 1860’lı yılların başında pera’da bir stüdyo sahibi olan dérain isimli bir fransız fotoğrafçıya portresini çektiriyor ancak çekilen resimden pek hoşnut kalmıyor. bunun üzerine sadrazam keçecizade fuat paşa, sultan’a alanlarında yeni yeni sivrilmeye başlayan abdullah biraderler’i tavsiye ediyor ve sultan bu tavsiyeye uyarak 1863 yılında viçen, hovsep ve kevork kardeşleri izmit’teki av köşküne davet edip orada bir portresini çektiriyor. çıkan sonuçtan bir hayli memnun kalan padişah “yüzüm ve asıl görüntüm, abdullah biraderler’in çektiği fotoğraftaki gibidir. emrediyorum, bundan böyle yalnızca onların çektiği fotoğraflarım resmi fotoğraf olarak tanınsın ve böyle kabul edilerek her tarafa dağıtılsın.” diyerek beğenisini dile getirdikten kısa bir zaman sonra kardeşleri “ressam-ı hazret-i şehriyar-i” rütbesiyle şereflendirerek yükseliş dönemlerinin fitilini ateşlemiş oluyor.

    şimdi gelelim unvanın elden gidişine...

    1870’li yılların başında istanbul’a gelen rus dükü nicola, taşı toprağı altın istanbul’a ayak basan çoğu yabancı gibi soluğu pera’da, abdullah biraderler’in stüdyosunda alarak bir fotoğraf çektirmiş ve abdülaziz gibi çıkan sonuçtan o da oldukça etkilenerek bu sanatçı kardeşlere karşı saygı ve muhabbet beslemişti.

    bu tanışıklıktan birkaç sene sonra başlayan ve osmanlı tarafı için oldukça hazin geçen 93 harbi (1877-78), rus ordusunun 26 şubat 1878 tarihinde san stefano’ya*, bugünkü adıyla yeşilköy’e kadar gelmesi gibi bir hüsrana sahne olmuştu. o sıralar yeşilköy’de arakel dadyan bey’in konağında kalmakta olan dük nicola, abdullahlardan kevork’u yanına çağırttırarak o gün konakta kendisiyle birlikte olan ve içlerinde rus ordusunun önemli generalleri de bulunan 107 kişilik bir grubun fotoğrafını çektirdi.

    kevork abdullah, toplu fotoğraf faslı bitince dük nicola ve generallerle koyu bir muhabbete giriştikten sonra generalleri kendi evine yemeğe davet etmek gibi bir hataya düştü ve çok geçmeden bu haber bir jurnalle yıldız’a uçtu. abdülhamit kulağına gelen bu havadisten sonra abdullah biraderler’den padişah tuğrasını ve sultan fotoğrafçısı unvanını tabelalarında ve fotoğraf kartlarında kullanma haklarını 1890 yılına kadar geri vermemek üzere geri aldı.

    bu gelişme dönem itibariyle ünü avrupa’ya kadar yayılmış, yerli ve yabancı basında kendilerinden takdirle bahsedilen ve osmanlı’da fotoğraf denince ilk akla gelen isim olan abdullah biraderler’in işlerine ne kadar zarar vermiştir bilemiyorum; ancak bir prestij kaybına uğradıkları muhakkak.

    hepsi ve daha fazlası için engin özendes’in kendileri hakkındaki kitabını şiddetle tavsiye ediyorum.

  • gel de medeniyetsizlere telefon numarasının kişisel verilerden biri olduğunu anlat. konu whatsapp değil anlat. telefonla taciz edebileceğini anlat. vasıfsız bir memur aracılığıyla telefondan adrese kadar elde edilebileceği, tacizin fiili duruma dönüşebileceğini anlat.

    bir insan görünmek, ulaşılmak, bilinmek istemiyorsa; istemiyordur. nokta. bitti.

    esprilerinizi ailenizdeki kadınlarla paylaşıp kahkaha atabilir, onların numaralarını umumi tuvaletlere yazabilirsiniz. diğer insanlara karışmayın yeter.

  • şöyle bir ilk sayfası var ki okuyası gelir insanın

    ragle gumm dünyadaki en önemli kişiydi- fakat bunu öğrenmesine asla izin veremezlerdi.

    ragle kurtulması gerektiğini biliyordu. ama.. bindiği taksi şehrin sınırlarını geçemiyordu... her nasılsa otobüs bileti kuruğu hiç azalmıyordu.. ve aslında acaba gerçekten otobüs var mıydı?

    umutsuz bir hareketle kasabadan ayrılmış ve yabancı bir eve sığınmıştı. belki burada, bir anda muazzam bir entrikanın öznesi haline gelmiş olduğu yanılsamasını alt edebilirdi...

    sonra televizyonu açtı. bir eğitim filmi vardı -ragle gumm'un teşhis edilebileceği hakkındaydı.

  • "soğan, yağ ve salça üçlüsüne ne katarsan kat yemek oluyor. buna rağmen yemek yapamayan kız bırakın da evde kalsın."