hesabın var mı? giriş yap

  • turabi, hilmicem, taner ve bozok'un yakaladığı müthiş kimya acun'a yeni bir program, yeni bir format çıkarabilir. yapması gereken tek şey altlarına bir beyaz şahin vermek, bu arkadaşlarda türk kültürünü tüm dünyaya tanıtacak potansiyel var. hadi aramasın uğraşmasın, programın ismi de benden olsun: mahşerin dört barzosu. ama dediğim gibi beyaz şahin şart.

  • bud powell, ravel, chopin tarzı piyano çalışı ile oldukça süslemeli bir ballad yorumu ortaya koyan bill evans, adeta sessiz bir devrimcidir. ellilerin sonunda miles davis quintet'ın önemli üyelerinden biri oldu. geçtiğimiz haftalarda kaybetiğimiz veteran davulcu paul motian ve gencecik yaşta aramızdan ayrılan kontrbasçı scott lafaro ile ise bu kez altmışların başında kurduğu ortalığı sarsan triosu özgür bir grup improvizasyonu/interplay hakimiyeti ortaya çıkardı.

    yirmi dokuzda dünyaya gelmiştir büyük usta, plainfield, new jersey’de. klasik müziğe gözlerini açtığı louisiana üniversitesi'nde okurken birçok dixieland orkestrasında çalmaya, çevrelerce tanınmaya başlamıştı bile. ilk caz deneyimleri ise mundell lowe, *red mitchell, george russell ve cazın adeta tanımı olrak niteleyebileceğim charles mingus ile oldu. 1956'da kurallı -cello ile- doğaçlamaları ile kendine özgü harmonik ve melodik etkileşimleri öne çıkaran basçı scott lafaro ve davulcu paul motian'dan oluşan trio'sunu [esas bill evans trio da budur. yetmişlerdeki triolar da pek fena değildir, ancak bu üçlüyle kıyaslanamaz!] meşhur eden albümleri yayınlayacak olan riverside recordings ile bir anlaşma imzaladı. iki yıl sonra, örnek aldığı izlenimciler ravel ve debussy tutkunu olan miles davis ile çalışmaya başladı. bu hayranlıklarını en iyi şekilde ortaya koydukları 1959 yılının başyapıtı ve evans-miles tadına uygun blue in green opus magnumunun da yer aldığı kind of blue raftaki yerini aldı.

    miles davis ile yollarını ayırdıktan sonra, 1961 yılında scott lafaro’nun bir trafik kazası sonucu trajik bir şekilde ölümüne dek bill evans kendi trio'su ile çalıştı. altmışların sonu ve yetmişlerde jack dejohnette, eddie gomez ve marc johnson'ın yer aldığı birçok sıradışı üçlü/dörtlülere de liderlik yapmıştır. [burada fevkalade montreux konserinden bahsetmeden de olmaz pek tabi. gencecik dejohnette ve kıdemlenen eddie gomez ile elli dakikada dünyanın yüreğine iniverdiler.]

    bill evans titiz armonik düşünceleri ve pastel renklerde piyano çalış tarzıyla herbie hancock, chick corea ve keith jarrett gibi birçok piyanisti ve bu satırların yazarını etkilemiştir.

    [kaynaklar: boyutpedia "jazz" dergisi, miles davis'in otobiyografisi, wikipedia, ..]

    (bkz: sunday at the village vanguard)
    (bkz: at the montreux jazz festival)
    (bkz: the brilliant)
    (bkz: waltz for debby)
    (bkz: everybody digs bill evans)

  • hayatta hiç bir duygu kalıcı değildir. tuttuğunuz takım maç kazandığında o akşam havalara sıçrıyorsunuz ama o mutluluk hissi bir hafta boyunca devam etmiyor. mutluluk geçicidir, mutsuzluk da öyle.

    hayat süreğen bir akıştır. hayatta dip, tepe olmaz, onunla birlikte akarsınız. bazı gün coşkun bir yerinde bir batıp bir çıkarsınız, bir başka gün durgun bir yerinde keyifle yüzersiniz. hayata karşı direnmek nafile çabadır. durgun yerde kalacağım diye bir dala tutunsanız bile, yorulup akışa kapılacağınız gün gelecek.

    hayattaki seçimler elbette önemli, nehrin hangi kolundan yola devam edeceğimizi bu seçimler belirliyor ve bazen o dalgalı akışa kapılmamıza neden oluyor ama her nehir durulur.

    acı mı çekiyorsunuz? çekin, yaşayın bunu, sonra bırakın gitsin. ona tutunup kalmayın ya da ondan uzaklaşmak için çırpınmayın. acıdan kaçmaya çalışıyorsanız, hayattan kaçmaya çalışıyorsunuz demektir. kimse hayattan kaçamaz. bu nehir akar.

    ve daha önemlisi şu, en nihayetinde her nehir denize açılır. hepimizin hayatı sonlu ve tek kullanımlık. o yüzden hayatla akmak ve getirdiklerini; acıyı, mutluluğu, hüznü, neşeyi hakkını vererek ve elimizden geldiğince güzel yaşamak gerek.

  • olm akit başlığı açıyorsan "görsel" koyacaksın görsel. bu yazılı olmayan kuralı bilmiyorsan açma mnk başlık.

    okur görsele tıklayacak, 1 en fazla 2 cümle okuyacak, sonra basacak kalayı ve kapatacak.
    bu!! bu kadar!!
    süreç bundan ibaret. akitin bir kullanıcının hayatından çalması gereken maximum süre bununla kısıtlı olacak.

    görsel

  • birinci agizdan dinledigim sekliyle;
    - cv'nize baktigimizda bizim aradigimiz ozelliklerin hicbirini tasimadiginizi goruyorum, neden bu gorev icin basvurdunuz ?
    - sansimi denemek istedim.
    - peki.. bize soracaginiz bir soru var mi ?
    - evet. madem cv'mden uygun olmadigin anlasiliyordu, neden beni cagirarak hem benim vaktimi harcadiniz hem kendinizinkini ?
    - eeeoooo....

  • londra'da yaşayan bir illustrator. çizimlerinde genellikle modern zaman eleştirileri yapıyor. çalışma hayatı ve büyük paralar için herkesin birbiriyle mücadele etmesinden ve tüketicilikten dem vurur.

    tüm bunların yanında sosyal medya'ya da giydirmeden edemiyor. çizimlerinde sosyal medyayı da zincir gibi görür ve bir nevi insanı tutsak olarak betimliyor.

    popüler kültür ve tüketicilik üzerine yaptığı eleştirilerin yanında kendisi birçok büyük şirkette çalışmış buna çizimlerinde eleştiri konusu yaptığı coca cola da dahildir. bıkmış adam.

  • eskiler öyle derler... haksız da sayılmazlar hani...

    edit: erkeğin huyu yokluktan varlığa geçince; kadının huyu varlıktan yokluğa düşünce belli olur.

    şunu da ekleyelim;
    “seni iki şey anlatır.
    hiçbir şeyin yokken gösterdiğin sabır,
    her şeyin varken sergilediğin tavır…”

  • sadece 25-30 dk. farklı zamanlarda izledim, o esnada ismail saymaz "metin külünk konusunda bir şey yapılcak mı?" diye 3 kere sordu, 2sinde diğer gazetecilerin lafını keserek "soruma yanıt alamadım" diyerek bunu yaptı.bak ben daha tamamını izlemedim ara ara toplam 30dk. izlerken yakaladım bunu.

    "sorularında ısrar etmeliydi"..yazılmış ona ithafen yazdım.
    ya ben başka bir program izledim bir kaç dakikalığına yada ekşi sözlüğü "bir şey yazmalıyım, illa birşeylerde ben yazmalıyım" güdüsüyle entry giren yazarlar basmış..

    (bkz: #123723059)

  • en yakın arkadaşım 2 sene önce evlendi. öncesinde 4 sene devam eden ilişki ve nişan süreci vardı. toplamda 6 sene. ben nikah şahidi oldum, o derece yakınız. evlerine gidip gelirdim, ilişki başından beri eşini de çok iyi tanıma imkanım oldu. ev istediler, arsalarını vs satıp sıfır ev aldı benim arkadaş. kır düğünü istediler en güzeli yapıldı. eşya şu marka 10 tane bilezik bilmem kaç tane ondan dediler hepsi yapıldı. gerçekten sevdiği için arkadaşımın tüm ailesi seferber oldu maddi ve manevi. her şey istedikleri gibi yapıldı. sonra 2 sene evlilik süreci sonunda, arkadaşımın bu virüs yüzünden işsiz kalması ile kız değişmeye başladı. ki o süreçte aldığı işsizlik maaşı ile geçimini devam ettirdi. ama daha ilk zorlukta kız sen bana bakamıyorsun, istediğim gibi gezip tozamıyorum demeye başladı. boşanmak istedi. biz şaşırdık. evin içinde tartışmalar olmuş tabii bize de anlattılar. ama sonra ailesi gelip kızlarını aldı. sonra biraz beklediler ama babası arayıp kızım boşanacak, altınların hepsi bizim olacak, eşyaların yarısını istiyoruz demiş. niyetleri para olduğu belli oldu, bizim arkadaş biraz saf ve yuvasını kurtarma derdinde baktığından olaylara diğer yüzünü görememiş, işsizlik üstüne eşinden darbe yemesi onu bunalıma soktu. o da istemiyorum artık, bu zor durumda en ufak sorunda bu hale geldiyse daha olmaz dedi. ki 2 hafta sonra dava açmışlar. mahkeme celbini okudum, 100 milyar talep edip, tüm altınları, eşyaların yarısını ve 1000 tl nafaka istemişler işsiz adamdan. yazdıkları iftiralara okudukça ben güldüm ama kendimi onun yerine koyup düşününce, bu kadar emek sonrası karşılığında yazanları okuyunca, inanılmaz ağır. kızın avukatı zaten boşuna uğraşmayın, altınları ne yaparsanız yapın mahkeme bize verecek, kanun böyle demiş. neden yazdım bunu derseniz. genellemelerinizden nefret ediyorum. her erkek aynı değil! köpek gibi çalışıp, evden dışarı bile adım atmayan, akşam eve gelip eşine yemek yaparken bile yardım eden bir adamı bile bu şekilde terk edebilen kadınlar var! demem o ki, herkes aynı değil, herkesin hikayesi de aynı değil!