hesabın var mı? giriş yap

  • atılan çay "yeşil çay"mış. şimdi rahatladım lan. bu elim olaydan haberdar olduğumdan beri na şuramda yumru gibi takılıp kaldıydı 16 yaşında çocuklar neden demlik demlik çay içiyor diye.
    benim o yaşlarımda demlik demlik çayı bir solcular kafelerinde, bir de ülkücüler ocaklarında içerdi. aslında çayın kralını ışık evlerinde şakirt bebeler içiyormuş da haberimiz yokmuş. neyse.
    (bkz: çay şakirdin mazotudur)

    aklıma sosyete kafelerinde ellerinde kara kara rize/kaçak karışık çay içen, küp şekeri hızlı erisin diye kaşık darbeleriyle parçalayan zengin bebeleri geliyordu. bu uyumsuz, bu eğreti görüntü bana tarifi imkansız acılar zerk ediyordu.
    sonunda akşam gazetesinin haberinde söz konusu çayın "sıcak yeşil çay" olduğunu öğrendim de kendime geldim. o olur bak. yeşil çaysa olur.

  • şahsımı güldürmüştür ama bir uçağın içinde beş saat beklemek nedir ya. adam sonuna kadar haklı. illa kavga mı edelim, polis mi gelsin, adam mı dövelim isyanı muazzam.

  • bir kitap okurken * karşıma çıktı. lapis taşını biliyordum da hikayesini bilmiyordum. şimdilerde elmas, yakut, zümrüt, safir dışındaki taşlar yarı değerli taş olarak geçiyor ama bu taşa yarı değerli demeye insanın dili varmıyor. bir zamanlar altından daha kıymetliymiş. herkes için bu taşın anlamı farklı. kral mezarlarını süslüyor, geceyi, gerçeği, gökyüzünü sembolize ediyor, tedavi amacıyla kullanılıyor, bu günlerde yüzükleri kolyeleri renklendiriyor ama bence en önemlisi denizin, gökyüzünün rengini yakalayabilmek için zamanında ultramarine mavisine hammadde oluyor.
    ondokuzuncu yüzyılın ortalarında, sanayi devriminin sonunda ilk boya fabrikaları ortaya çıkana kadar ressamlar boyalarını ya kendi teknikleriyle üretiyorlarmış veya "boya satıcısı" denen adamlardan satın alıyorlarmış. ultramarine denen maviyi üretmekse biraz maliyetliymiş çünkü denizaşırı ticaret ile afganistan'dan gelen bu taşın ezilmesiyle elde ediliyormuş. bakır yataklarında bolca bulunan azuritten de mavi renk elde ediliyormuş. azurit yaygın bulunan bir mineral. bu yüzden lapis lazui'den elde edilen renge ultramarine (denizin öbür tarafından) denirken, azurit'ten elde edilene citromarino (denizin bu tarafından) dendiği oluyormuş. fakat rengi yeşile kayıyor ve boya yapımında azurit kullanılmışsa renk bir süre sonra yeşeriyormuş, lapis taşından elde edilen mavi gibi rengini muhafaza etmeyi beceremiyormuş. lapis lazuli ile yapılan boya avrupada ilk kez on ikinci yüzyılda kullanılmış. o döneme kadar ne sanatta ne kumaşta gerçek mavi renk var, sadece siyah, beyaz ve kırmızı.
    bu taşla elde edilen mavi kutsal mavi. bu ismi alma nedeni de o dönem ressamlarının kilisenin isteği doğrultusunda meryem ana'nın pelerinini sadece bu renkle renklendirebilmesiymiş. kilise ilk ortaya çıktığında rengi lanetlemiş, sonraları yas rengi ilan etmiş maviyi. `meryem ana'da oğlunun yasını tuttuğuna göre tabii ki pelerini mavi olacak.
    taşın özellikleri neler? bu taş saydam değil, opak. saydam olan azurit. bu ikisi birbiriyle karıştırılıyor. lazulit lapis lazuli'nin diğer adı, azurit başka bir taş. lazulit, kirecin mermere dönüşümü esnasında oluşuyor, kükürt içerikli sodyum alüminyum silikat. ayrıca bileşiminde diopsit, kalsit, pirit gibi başka mineraller de var. sertlik derecesi 5-6. azurit ise yüzde 5 su içeriği olan bakır karbonat, sertliği ise 4-5. birbirlerinden ayırmak oldukça zor.

    azurit

    lapis lazuli

  • premierini izledim. cem yılmaz zaten cem yılmaz, farklı olanları söyliyim;

    -inançlı biri olmadığını herhalde ilk defa dile getirdi. ya ilk gösterinin heyecanı ya da artık umrunda değil.
    -az da olsa siyasi espri yaptı. bu toplara da girmezdi eskiden.
    -ingiliz komedisi gibi durum hazırlayıp espriyi sona saklamaya başlamış. londra seyircisi bunu beğendi. afyon seyircisi ne yapar bilinmez.
    -endüstriyel bir ürün izlemedik. çok içten ve samimi bir gösteriydi.

    sonuç: tahminim bu gösteriyi 45 dakika kesip fundemantals gibi soluksuz kahkaha atmalı formata sokar.
    cem yılmaz'ın hayal ettiği seyirci londra'daki seyirci diye düşünüyorum. o yüzden bu gösteri biraz farklı olacaktır. daha sonra bu kadar içten olması biraz zor.
    yorumlara bakarsak kebapçı arkadaşlar da bundan dem vurmuşlar. kebap formatına sokulmayacak bir gösteri değil. efsane olur.

    kendisine teşekkür ederiz. 40 pound verip 80 poundluk güldük.
    arkadakinin taksimetre 150 yazıyordu.

    ekleme: abi bu entry'de hoşuna gitmeyen bir şey varsa ünlü türk düşünür kenan sofuoğlu'nun da dediği gibi "kardeş sıkıntı yapma sileriz".
    dem vurmuşsun diye duydum. bul beni, 1 liraya anlaşırız.

  • nuh peygamber o iki yavşak sivri sineği takunyayla güverteye yapıştırsaydı şimdi herkes rahat rahat uyuyordu!!!

  • suç bunlarda değil, bunların büyümesine izin veren hükümettedir. yapılan çocuk istismarını başka bir grup yapsaydı hükümet en sert demeçleri vermekten çekinmezdi. adamlar yaptıkları açıklamayla eleştirenleri suçlu ilan etmişler. hem suçlu hem güçlüler. yazık oluyor bu ülkeye, bunlara gereken cezayı verecek devlet istiyoruz.

  • "emre fena ayar vermiş.." diyen gerizekalıların sürekli savunmaları olduğu sürece nah türk futbolu gelişir,

    aq ergenleri gelmiş bide ayar vermiş diyor. gelmiş bjk bu adamdan kurtulsun, yok taktik kötü demiş. ne cahil insanlarla muhatabız yarabbi.

    tanım: fb futbolcusunun sözleri.

  • ucak yolculugu sirasinda degil de sonrasinda sinir eden olaylarin basinda, ucak yolculuklari ustunden fakir edebiyati yapilmasi geliyor.

    40 liraya yurtici, 20 euroya yurtdisi seyahat yapiyorsun, artik bu bir statu sembolu degil ki bunun muhabbetini yapanlar seni ezmeye calisiyor olsunlar.

    tis arkadaslarim ayda ortalama 15-20 kere ucuyorlar. yoneticilerim icin bu rakam muhtemelen 30'dur. george clooney'nin up in the air filmindeki gibi bir hayati yasayan milyonlarca insan var: her gittigim havaalaninda, otelde goruyorum; yanyana ama yalniz basimiza kahvalti eder, konusmak yerine laptoplarimiza bakariz. klon ordusu degil de drone ordusu.

    tabii bu kesim de yine gorece azinlik. ama kriteri, ne bileyim, senede en az bir kez ucmaya cektigin zaman bir anda yuz milyonlara ulasiyorsun.

    her gun avrupa havasahasindan 30 bin ucak geciyor. bunun mukemmel gorselini kacirmayin bu arada.

    bir yandan istanbul dunyanin en cok direkt baglantili hubi, bir yandan da hala bunu bir statu sembolu olarak gorecek kadar dunyadan kopuk vaziyetteyiz. gelir dagiliminin boktanligi ve agir calisma sartlari elbette bunda buyuk rol oynuyor. ama acliktan agzi kokacak kadar fakir olmayan herkes senede bir kere ucabilir.

    ***

    ucak yolculugu sirasinda sinir edenler:

    -ter kokusu. artik iyice bosverdim, ter kokanlara koktuklarini soyluyorum. milletin ortasinda rezil edercesine degil, sadece onlarin duyabilecekleri sekilde. boyle birseyi samimice birinden duymak insanlarin daha once tecrube ettikleri birsey olmuyor, sasiriyorlar. sadece o sasirmaya deger.

    -bebek aglamasi. yapacak birsey yok. kulaklari tikaniyor basinctan, acamiyorlar ve bu onlara aci veriyor. sakin aglamayi duymamak icin kulak tikaci filan kullanmayin buna karsi, sonra basinc degisikliginde kulaginiz tikali kalir, zar yirtilmasina kadar yolu var.

    -namaz sov yapanlar. bunlari iki uc kez uyarip, sona kargo bolumune kapamak lazim. ucak turbulansa girecek, pilot ikaz vermis, salak hala koridorda dua ediyor. hava bosluguna dussek, 80 kiloluk vucudu bir kalas gibi birinin boynunu kirabilir.

    -ucak iner inmez ayaga kalkanlarin nesli giderek tukeniyor. en son ne zaman gordugumu hatirlamiyorum bile. ama ucak taksi yapar yapmaz piston assagi indi moduna girenler hala onemli bir demografi. bunlara hitap eden bir parti kursak akpyi deviririz. kapinin acilmasina en az 5, yurumeye baslamana 10 dakika var. ecis bucus duracaksin oyle, agzinda onundekinin cantasi, kicinda arkandakinin gitari. ilk defa ucanlari tenzih ederim ama onlarin orani yuzde 5-10'tir tas catlasa, geri kalanlarin da birkaci baglantiya yetisecekler ve o kazanacaklari 10 saniyeye ihtiyaclari var desek, her ucusta duzinelerce insan dusunmeden davranan suru hayvanlari olduklarini kanitliyorlar.

    -elektronik aletlerin tum ucus boyunca, ucus modu dahil, kullanimini yasaklayan havayollari. ucakta calismak imkansiz oluyor.

    -arkasina bakmadan zart diye koltugu yatiranlar. bacagima vuruyor, elimde icecek olabilir, vs. bunlara bir iki saniye sure veriyorum, hani bazen koltuk kontrolsuzce yatiyor, belki donup geri alirlar diye. tinmiyorlarsa, direkt tekmeliyorum koltugu. sonra donup bana cemkiriyorlar. diyorum "ya ben otobuste senin kucagina otursam, sen de beni itince "ama efendi gibi derdinizi anlatsaniz, niye itiyorsunuz" desem?". o vakitten sonra insan gibi konusmaya basliyoruz. insan gibi diyalog olmazsa, bilin bakalim kim kazaniyor? toplu tasimanin altin kurali sudur: arkandakiyle arani bozarsan gotu kaybetmeye mahkumsun.

    -gecikmelerin nedenini aciklamayan pilotlar. psikoloji ogrenmiyorlar mi? tabii ki gecikmemizin suresini degistirmeyecek aciklamalari, ama havayolu acisindan asil sorun gercekte beklenilen sure degil, yolcunun algiladigi gecikme suresidir. ve sen birine gecikmesinin nedenini aciklamazsan, o algilanan gecikme suresi gercek sureden fazla olur. bunun hakkinda dunya kadar deney var. havayollari da dunya kadar parayi pazarlamaya harciyorlar. bir yerde bir kopukluk var.

  • acemi bir avcı bir gün ava gider. bir müddet sonra bir ayı görür nişan alır ve ateş eder ayıyı sağ kolundan vurur. sinirlenen ayı avcıyı kovalar, yakalar ve s.ker.

    ertesi gün avcı yine ava çıkar epey dolandıktan sonra sağ kolu sargılı bir ayı görür, nişan alır ve ateş eder bu sefer de sol kolundan vurur. ayı yine sinirlenir avcıyı kovalar, yakalar ve s.ker.

    sonraki gün avcı yine dolanmaktadır. sağ ve sol kolu sargılı olan bir ayı görür. "ulan bu sefer vurmam lazım..." der ve ateş eder. bu defa da sağ bacağından vurur. ayı çılgına döner zor da olsa kovalar, yakalar ve şöyle der;

    - ulan arkadaş, avcı mısıın, ibne misin?