hesabın var mı? giriş yap

  • şüphesiz dünyanın en mal insanları tarafından yönetilen ülkedir. adamların becerebildiği tek şey, halktan alınan korkunç orandaki vergileri ayakkabı kutularına doldurabilmek.

  • ne yani sırf geçmişte sarhoş direksiyona geçip hamile bir kadının ölümüne sebep oldu diye sonra beraber girdikleri evden metrelerce yükseklikten hayatının baharında bir genç kız şaibeli şekilde sert zemine düşüp öldü diye tutuklu mu yargılanacaktı? tamam bilirkişi kazayla düşmesi mümkün değil diye rapor vermiş ama yine de bu acımasız olduğunuz gerçeğini değiştirmiyor. olay öncesinde şiddet uyguladığını itiraf etmesi ise fiziksel olarak kendisinden zayıf insana el kaldırabilecek kadar şerefsiz adinin teki olduğunu değil sadece birazcık şiddete karşı zaafının olduğunu gösterir.

    ulan bu adam yoldan geçen bir siyasinin birkaç kilometrelik konvoyuna tepki mi göstermiş, tüm ülkenin emeği milyarlarca dolar para nereye gitti diye mi sormuş, sosyal medyadaki eleştirisine zorlaya zorlaya devlet büyüklerine hakaret suçu mu isnat edilmiş, madencilerin hakkını mı savunmuş, türbede elleri arkadan bağlanmış şekilde mi gezmiş de lince başlamışsınız hemen? bu saydığım suçların failleri ellerini kollarını sallaya sallaya gezerken bu garibana mı gücünüz yetiyor? o kadar kötüsünüz ki inanıyorum tahliyesini de babasının fabrikatör olmasına bağlarsınız şimdi... kötü kalpli insanlar...

  • kızın %5'i görünüyor. bizim insanımız böyle işte. zigi kalkmışsa %5e aşık olup evi arabayı üstüne yapar.

  • babaların babasıdır.
    en yüce duyguların babasıdır.
    babanın sandalyede ikiye katlanmış şekilde duran pantolununu alırken ve taşırken gösterilen özen ve ciddiyet de önemli bir husustur konu ile ilgili olarak.
    kemal sunal'da bir iki filminde böylesi bir baba tiplemesi canlandırmıştır.
    (bkz: çizgili pijama)
    edit: kemal sunal eklemesi.

  • takım elbise altına giyildiğinde, iş hayatının cipciddiliğini azaltan ayakkabıdır ve şuna bakın ki pantolon-ceket ikilisinin altında enfes durur. dezavantajı; patrona yakalanırsanız ve "hani nerde topuklu ayakkabılar, nerde resmiyet" sorusu ile karşılaşırsanız, lise yıllarındaki üniforma altına spor ayakkabı giymeyi yasaklayan müdür muavinine sırıttığınız gibi sırıtamıyorsunuz, kaba etler yemiyor açıkçası...

    hamiş: ağzı burnu simsiyah olanları, mor ya da kırmızıya oranla elbette ki daha az dikkat çeker.

  • şehirlerarası yolculuklarda mola verilen yerlerin göz boyayan restoranlarında, beklemiş, yağ içinde yüzen, eti yavan yemeklere dünyanın parasını bayılırız. onca yemeği, üstelik şıkır şıkır bir aydınlatmanın altında bir anda görmenin yanılsamasıyla, tepsiyi kaptığımız gibi sabırsızlıkla geçeriz sıraya.

    oysa 100 metre ileride döküntü bir benzin istasyonu vardır. döküntülüğü de, öyle süslü püslü, araba kokusundan, müzik kasetine, köy peynirinden, çin işi sepet içi kedi biblolarına kadar bol malzemeli marketinin olmamasından. önünde fiyakalı arabaların park ettiği bir park yeri yoktur ama iki üç gül fidanını eksik etmemiştir sahibi. onun da vardır en mütevazisinden bir "restoranı"; sandalyesi demirden, masa örtülerinin herbiri ayrı bir renk. ama hor görmeyeceksin. yemeğin "haute couture"ü çıkar orda. dizi dizi göremezsin yemekleri bankoda. anında pişirip getirir palabıyıklı esmer ahçısı önüne. eti tazedir her zaman. çorbası lezzetli. pilavı tam kıvamında yağlı. bi de üstüne çay söyler kendinden. kamyoncunun damağı hassastır. beğenmediği yere bi daha gelmez.

  • 3 kere baştan sona bitirdiğim, dünyada en çok kıskandığım karakterin dizisi.

    "kim ne der korkusu sıfır bir insan olmak
    mesleğinde en iyisi olmak
    kimseye ileride işime yarar mı diye yalakalık yapmamak"
    bütün bunlar house'un çizilen karakteri ama bunun dışında bir özelliği ise ayrı bir hayranlık konusu

    ilk olarak cameron, "beni neden işe aldın" diye sorar. uzun süre kızı süründürür ve sonunda açıkça söyler "çünkü güzelsin". cameron hemen triplere girse de baktı ki saçmalıyor daha da açıklar. "güzelsin, istesen zengin bir koca bulurdun, vücudunu sergiler dünya para kazanırdın, hayat boyu insanlar peşinde koşabilirdi ama sen bu güzelliğine rağmen okuyup doktor oldun" bu repliği ezberden öyle yazdım ama ana fikir bu.

    bu açıdan bakınca foreman ve chase için de mutlaka benzer bir fikri olduğu açık.

    foreman siyahi, sabıkası olan, okulunu dereceyle bitirmiş bir adam. house, ırkçı değil ancak karşısındaki insanın bir şeyleri başarmış olmasına saygı duymuyor, başarmaması için bir sürü olumlu olumsuz sebep arıyor ve bu sebeplerin onu tatmin etmesi gerekiyor.

    chase, babası çok zengin ve yakışıklı bir doktor. yine onun da doktor olması için bir neden yok. ömür boyu kız peşinde ferrari binecek bir adam. bunun yerine doktor olmayı tercih etmiş ve house, bu sebepleri tatmin edici buluyor.

    bütün insanlık olarak hep şunu hayal ediyoruz "ay inşallah ihtiyacı olana gider". house ise ihtiyacı olana değil ihtiyacı olmadığı halde onu isteyene imkan veriyor. bu fikir kimin fikriyse büyük hayranlık duyuyorum.