hesabın var mı? giriş yap

  • -ne oldu, ne düşünüyorsun?

    -bi şey düşünmüyom

    -nasıl lan illa bi şey düşünüyosundur

    -ya ilkan birisine ne düşünüyosun diye sormak çok saçma yaa.. ayrıca nezaketsiz de bir şey abi. kusura bakma ama bence öyle yani

    -alla alla niye abi?

    -abi birincisi bu çok kişisel bir şey, ikincisi bunu anlatması çok zor, üçüncüsü hiç bir zaman insanın kafasında böyle yekpare kristal top gibi parlayan tek bir düşünce olmuyo. yani sen şimdi sorup da bok edene kadar benim aklımın bir köşesinde aint no sunshine when shes gone şarkısı çalıyodu birazcık bu akşam ne yiyeceğiz acaba sandwich mi yiyeceğiz, makarna mı yapsak? sulu yemek yemiyoruz yememiz lazım düşünceleri.. onun haricinde benim eski ev sahibimi biliyosun.. o ev sahibiyle kafamda hayali bir tartışma yaşıyodum yani hatta kazanmak da üzereydim o tartışmayı. o yüzden ne düşünüyosun diye sorduğun zaman bu çok saçma oluyor ve içinden çıkılamaz bir hal alıyor. bildiğin vakit kaybı oluyor. bilmiyorum ki ne düşünüyorum. ne düşünüyosun diye düşünüyorum ne düşündüğümü düşünüyor oluyorum o sırada işin içinden çıkamıyoruz sonra

    şahane olmuş lan bu.

  • istanbul ahl'den yurtdışına gitmek üzere havalanındayım. sırada hemen önümde kara çarşaflı bir kadın ve bir adam, kabindeki polisle aralarında bişeyler oluyor, konuşmalar falan, neyse sonra geçiyorlar. sıra bende pasaportu uzatıyorum.
    kabindeki memur başlıyor söylenmeye.
    - heryerini kapatmış sadece gözleri var, yüzünü görmem lazım, kontrol için, uğraştırdılar bir sürü.
    - açtı mı sonra?
    - müslim falan bişeyler dedi, e ben de müslümanım dedim, açtı sonra.
    - nerelilermiş?
    - türkmenistan*, ya ben çok meraklıyım sanki senin karının yüzünü görmeye. zaten buradan ne ruslar, ne ukraynalılar geçiyor!!!!
    - ee evet siz de haklısınız tabi.

  • özel gösterimine katılarak izlediğim hemşerimin filmi.

    ne yalan söyleyeyim beklentilerimi tam karşılamadı. bunun sebebinin kendisinden kaynaklandığını düşünüyorum. çünkü kendisi o kadar güzel işler çıkardı ki sinema filminde kendi çıkardığı çıtasını aşmasını bekledim. özellikle fakir ve zengin videoları gerek kamera gerek hikaye gerek espri olarak çok çok üst seviyeydi. sinema filmi içinse bu videolarını kıstas aldığımdan daha az başarılı bir iş çıkmış geldi gözüme.

    spoiler
    aslında hikaye kurgusu yerinde. bölümlere ayrılmış bir hikaye aktarılıyor izleyiciye ve bunu da röportaj verirken yaptığı için otobiyografik bir belgeselmiş hissi de uyandırıyor. bu sebeple hoşuma gitti.

    ancak filmde rakibi olan koray pek de işin içine girmiyor. bir tek kurşunluyor ancak ondan sonra başka bir görevi yokmuş gibi filmden sessiz sedasız çıkıyor.

    şahin'in oyunculuğu videolarda daha doğaldı sanki. videolarda alışık olduğumuz tiplemesinden öte burada biraz daha aklı başında tiplemesini oynadığından mıdır nedir biraz yapay geldi.

    mehmet ise belli bir standardı var ve hiç sırıtmıyor. yaşı da genç olduğundan ileride başka projelerde de karşımıza çıkacağını umuyorum.

    mahsun ise bildiğimiz mahsun. kotarabilmiş bu işi. fukoyu çektikten sonraki tiplemeleri bizim alışık olduğumuz tipleme. güldürmeyi başardı ancak öyle çok ince siyasi espri filan yoktu. siyasi espriler direkt göze batacak şekilde yapılmış ki izleyici kitlesinden ötürü anlayabilsinler diye yapılmış da olabilir.

    bir eleştiri de adana insanının ulusal medyada lanse ediliş şekline katkı verdiklerinden dolayı yapmak isterim. filmde “al şu parayı uyuşturucu alırsın” diye dayıya para vermesi, zaten ünü pek de iyi olmayan adana'ya zarar veriyor. daha önce adana sayfasında da yazmıştım: adana'nın böyle tanıtılması adana sayfalarının da işine geliyor. etkileşim alıyor çünkü. ama bu şehri görmeyen de sanıyor ki adana'daki herkes böyle cono, müptezel, bağımlı gibi takılıyor.

    yok demiyoruz. adana sütten çıkmış ak kaşık da demiyoruz. var olanı ört bas edin de demiyoruz ancak sürekli böyle lanse edilmesi, kentin bitki örtüsünün bu tiplemelerden oluştuğu algısını yaratıyor.

    spoiler

    yine de memleketimden birisinin ününü adana sınırları dışarısına çıkartarak bir şeyler başarması gurur verici olduğu gibi istanbul dışında yaşayan insanlara da ilham kaynağı olması açısından olumlu karşılıyorum.

  • reklam kokan hareketler. entersan ki esra erol da aynı zaman diliminde yayına başladı. demem o ki programına çağırır bunları, konuşturur barıştırır yeni albümden şarkılar söylenir projelerden bahsedilir , istiklal marşı ve kapanış. ben yorlamam bu kadar.

  • yıl 1998-1999 arası yer: istanbul

    okula yeni başlamışım. tam anlamıyla bir solak olduğumdan her işimi sol elle yapıyorum. kalem tutmak, çatal kullanmak vs.

    öğretmenim geldi kalem tutarken sağ elini kullan sol el şeytanın elidir falan dedi. ulan daha yeni okula başladım bi' sakin aq.

    bu mevzu böyle devam ederken olay sınıfta patlak verdi. adım şeytana çıktı. daha 1. sınıfım. ilk aylarım. kimse benimle takılmıyor, konuşmuyor. öğrenci velileri falan okula geliyor; bizim çocukta solak olur onun yanına oturtmayın falan diye.

    yaşadığım travmayı ben bile düşünemiyorum şu psikolog halimle.

    sonra ailem okula geldi baya bi' olay olmuştu. sınıfım falan değişti. işin güzel tarafı gittiğim sınıfın sınıf öğretmeni solaktı. beni aldı, yetiştirdi. bugün bir şeyler olduysam, başardıysam onun sayesinde. mekanın cennet olsun hocam.

  • türkiye'nin özünü anlatan bir tespit.

    çünkü:

    1. biz ona onu yapacak imkanları vermedik ki? hangi imkanla yapacak?

    2. kendi imkanlarıyla yapmaya kalksa bile çoktan başkalarının onu aşağı çekmiş olması gerekirdi. o aşağı çekenlerden nasıl kurtulacak?

    imkansız yani yapması.

    1992 yılında (15 yaşındayım) turbo pascal'da hem object oriented programming öğreniyorum (deneme yanılmayla, çünkü hiçbir kaynağım yok). bir yandan abimin yolladığı unixworld dergisindeki workstation'ların masaüstü grafiklerine hayran hayran bakıyorum (nextstep, open look, motif vs). o yüzden de öğrendiğim kadarıyla grafik arabirimli bir şeyler kodluyorum.

    bu grafik arabirimli araçları dim-soft'ta fatalica'nın kardeşi faruk'a gösteriyorum. sonradan öğrenmiştim ki ben gösterirken seyreden ruthcom bilgisayarın sahibi ibrahim arkamdan "yok ya o yapmamıştır" demiş. faruk adamı "yok abi yazıyor hakkaten" falan dediyse de ikna edememiş benim yaptığıma.

    bu beni hem gururlandırmış (zira yaptığım şeyin süper olduğunun en samimi itirafı olmuştu), hem de sinirlendirmişti. sadece adamın ülkede 15 yaşındaki birinin düzgün bir şeyler yapmasının imkansız olduğunu düşünmesi değil, aynı zamanda o yaştaki birinin büyük ihtimalle yalancı bir sahtekarın teki olduğuna olan bu kati ve kesin inancı da.

    bu adam özelinde de değil, tüm ülke çapında, bakanına "bizden mucit çıkmaz" dedirtecek kadar ulusal boyutta bir eziklik. çünkü kendi varlığı anca diğer herkes eşit ölçüde ezik olduğunda kayda değer anlamlı bir hal alıyor.

  • "ankara'da olduğun sürece artık ankara'da ben de varım" cümlesinin apaçık bir tehdit olduğunu idrak edemeyenlerin beğenmediği rezalettir.