hesabın var mı? giriş yap

  • 25 hâtunu ve 45 çocuğu olan sultan abdülmecid'in ismi geçmektedir genelde bu çapkınlık konusunda ama katılmıyorum. kendisi en yakışıklı osmanlı padişahı imiş yine de:)

    sarı selim de cariyelere çok düşkündür ve hatta haremde hâtun kovalarken öldüğü söylenir. üçüncü murad'ın da 100 küsür çocuğu olduğu belirtilir. padişah öldüğünde hamile olan bir sürü cariyesi denize atılmıştır sonrasında malûm.
    lâkin bunlar çapkınlık olarak belirtilebilir mi? adamlar zaten kendi haremlerindeki hâtunlarla birlikte olmaktadırlar. mesela padişah ibrahim de ( canım benim çok severim kendisini ), yediği doğal ilaçlar sonrasında hâtun delisine dönmüştür. bu da sayılmaz.
    bu padişahlar olsa olsa cimâ müptelası herifler olarak söylenebilirler.

    gelelim en çapkın padişah sıralamasında bence zirvede bulunan isme:

    evet, sultan abdülaziz!

    kendisi malûmunuz ki osmanlı tarihinde seyahat için ülkesinden ayrılan ilk ve tek padişahtır.
    işte bu seyahatin fransa ayağında fransız hükümdar napolyon'un hâtunu kraliçe eugenie ile tanışır padişahımız haşmetlimiz.

    bu geziden aylar sonra kraliçe eugenie, mısır'a ziyarete gidecek iken istanbul'a da uğramaya karar verir.
    beylerbeyi sarayı, kraliçe için hazırlanır.
    kraliçe istanbul'a ayak basınca yemekler, eğlenceler düzenlenir.
    kraliçeye ufak bir istanbul gezisi yaptırılır. sonra kraliçeyle birlikte padişahımız sultan abdülaziz, saraya gelirler.
    sonrası dedikodular... dedikodular...

    dönemin fransız gasteleri dahi bu dedikodular üzerine " kraliçe artık vatanına dönmelidir " diye haberler yaparlar.

    türk dil kurumu, " çapkın " kelimesini " okşayıcı bir seslenme sözü " diye tanımlar.*

    örnek cümle: ayaklarımdan saç tellerime dek süzdüğün yetmedi mi çapkın?

    osmanlı döneminde " çapgun " şeklinde kullanılan bu kelime hızlı koşan atlar için söylenmişse de abdülaziz reis, bir hışımla fransa'ya gidip gelüp bir de oradan bir kısrak düşürerek bu kelimenin günümüzde anlam genişlemesine uğramasında büyük pay sahibi olmuştur.

    günahları boynuna:)

    dipçe-i ayine: sabah akşam burada milletin karısını kızını konuşanların konu osmanlı padişahları olunca kendilerini evliyaullahtan hallice bir tipe büründürüp padişahlara sallamaları da alkışlık hareket.
    kim bunlar la?

  • cok kotu, gercekten cok kotu. bunun irkcilikla ya da dusmanlikla ilgisi yok. malesef biz daha kendine yetemeyen bir ulkeyiz, bir baska ulkenin insanina kol kanat gerecek gucumuz yok. demokrasimiz ciddi darbe almis, yarali bir demokrasi, insan haklarini dogru duzgun savunan, uygulayan bir millet de degiliz. o yuzden bu insanlar kacak gocek isler yapmaya devam edecek, turkler de bunlara iyiden iyiye dis bileyecek. suriyelilerin simdilik sesi cikmiyor turklere karsi (bildigim kadariyla), biraz daha palazlansinlar, artik gocmenlik, siginmacilik bitti, biz de burda yasiyoruz, calisiyoruz demeye baslasinlar, onlar da olay cikartacaklar, kendilerine haksizlik yapildigini iddia edecekler ve karsilikli saldirilar baslayacak. milleti birbirine kirdiracaklar.

  • özünde çok iyi bir insan ama sahaya çıkınca kendini kaybediyor, eşi bazen "onu tanıyamadığını" söylüyor. biliyoruz ki direksiyon başında da kendini kaybediyor, muhtemelen halk ekmek sırasına girse orda da kendini kaybedecek ama özünde iyi bir insan. benden iyi mi? muhtemelen, hayatın kimi nasıl ödüllendirdiğine bakılırsa benden milyonlarca kez iyi, tıpkı patronum gibi, ya da hafta sonu sevgilisiyle sinemaya gidecek lise talebesi gibi. bi ben kötüyüm, allah başka dert vermesin.

  • medeniyetsiz, gelismemis tipler her ulkede vardir. danimarka'da bile vardir.

    fakat medeniyetsizligin, gelismemisligin normal sayilmasi, hatta ovulmesi... iste bu gelismemis bir medeniyetin gostergesidir.

  • @elif_safak: elif hanim ben konya esnaf odasi başkaniyim, mevlana'dan yediğiniz ekmek kadar konya etli ekmeği yemediniz, esnaf kan ağliyor.

  • içimi her seferinde cız ettiren bir anı, hayatta kırıp da kırdığımı fark ettiğim zannederim ilk pottur. 1988 yılında, öyle çok küçük de değil, dokuz yaşında olduğum ve oturduğumuz ikinci eve taşındığımız sonbahardı. oturma odasına halı döşemek üzere eve iki usta gelmişti ve ben annemle beraber hayatımda ilk defa bir halının nasıl döşendiğini gözlüyor, adamların hareketlerini ilgi içinde izliyordum.
    aptallık, cehalet, belki korunaklı hayat denebilir, ama o yaşımda değil nasıl olduğunu, neye benzediğini bilmek, ayak kokusu diye bir kavramın varlığından, ayakların kokabileceği gerçeğinden dahi haberdar değildim. işte bu yüzden ki, ustaları seyretmeye başlamamdan bilmiyorum kaç dakika sonra etrafı pek yabancı ve tahammülü pek güç bir koku sardığında içten bir merak içinde anneme dönüp “ya anne, burası ne koktu?” diye sormaktan hiç çekinmedim. annemin o anda bir cevap verip vermediğini, kaş göz edip etmediğini, benim orayı terk edip kokunun olmadığı bir yerlere kaçıp kaçmadığımı hatırlamıyorum. ortamdaki yeni kokuyu ortamdaki yeni insanlara bağlamak gibi basit bir zihinsel işlemi gerçekleştirememiş olduğumu görmek apayrı bir utanç kaynağı bugün bana, ama annemin adamlar gittikten sonra beni çekip, içten içe saflığıma gülse de üzgün bir şekilde “kızım ne yaptın öyle, adamların ayağı kokuyordu tabii ki, başımdan aşağı kaynar sular döküldü” demesini takip eden utanç kadar değil.
    beni çok etkilemiş, çocukluğuma damgasını vurmuş bir anı olduğunu iddia edemem bunun, abartı olur. ama uzun ve düzensiz aralıklarla da olsa, kimi zaman sebepli, kimi zaman sebepsizce aklıma düşmüş ve her defasında içime hicapla hüzün karışımı hisler salmıştır. şimdi hiçbir şeylerini hatırlamadığım, halı döşedikleri o evden on seneden çok oluyor ki ayrıldığımız bu adamlar sözlerimi duymuşlar mıydı o gün işleri güçleri içinde, duydularsa bir şey hissetmişler, canları acımış mıydı, evden çıktıktan sonra bunu aralarında konuşmuşlar mıydı, yoksa hakkında bir söz edilemeyecek kadar ağır mı gelmişti onlara, ve eğer ki hala yaşıyorlarsa, benim gibi onlar da arada bir geri dönüyorlar mıdır zihinlerinde bu buruk hatıraya? bilemiyorum.
    asla duyamayacak olsalar ve o özür hiçbir şeyi değiştirmeyecek de olsa o salak, densiz kız çocuğu adına defalarca özür dilemek istiyorum. bana insanları hiç bilmeden, hiç istemeden, üstelik de geri dönüşü olmayan bir şekilde kırmanın ne kadar mümkün, mümkünden de öte, kolay olduğunu belletmiş bir çocukluk lekesidir.