hesabın var mı? giriş yap

  • bornova küçükpark'ı mesken tutmuş, doğulu, boyacı çocuklardan biriyle girilen diyalogdan alıntıdır:

    ...
    m.o.k: sesin güzel mi senin, bi şarkı söyle bakayım bize
    boyacı: söliyim abi, sorı sorı'yı** sölliyim mi abi?
    m.o.k: söyle bakiyim
    boyacı: sorrı sorrı, kimin yoorı, en güzeali, beanim sorıı. nasıl abi?
    m.o.k: ehehe, aferim. bi de mavi mavi'yi söyle bakalım
    boyacı: *biraz düşünür* moovi moovi, kimin yoorı, en güzealii, beanim sorıı, yok moovi..
    m.o.k: puhaha, lan ibrahim tatlıses'in mavi mavi'sini bilmiyo musun sen
    boyacı: *kendinden emin bir şekilde* abi o moavi moavi diilki mosmavi..

  • 16 aylık bebeğimin kahvaltısını hazırlarken aklıma düştü bu başlık. henüz süreci tamamlamadık ama yaklaşık 7 yıl önce başlayan maceramızı evlat edinmek isteyenlere anlatmam gerektiğini düşündüm.

    öncelikle aklınıza bir kere düştüyse hayatınız boyunca hep evlat edinmek isteyeceksiniz. bu düşünce peşinizi hiç bırakmayacak. çok uzun bir bekleme süresi var şartlarınız uyuyorsa gidip başvurun, sıraya girin. sıra yaklaşık 6 yılda geliyor o an istemezseniz dondurabilirsiniz. başvurunuz bir dilekçeyle açılıyor tekrar ve kaldığınız sıradan devam ediyor. yani kendinizi hazır hissettiğiniz an dilekçe verip 15 gün içinde bebeğinizi kucağınıza alabilirsiniz.

    evli, bekar 30 yaşını doldurmuş herkes evlat edinebilir. ama heyet raporu almak, psikolojik testlerden geçmek gerekiyor. maddi durumunuzun iyi olduğunu da kanıtlamanız gerekiyor. yani evi olmayan asgari ücretli bir çiftin ya da kişinin başvurusu çok yüksek ihtimalle kabul edilmeyecek. ev varsa parka, hastaneye yakın olması ve bebeğin odasının güneş alması lazım. her aşamada ev kontrolüne geldiklerini de eklemem gerekiyor. başvurunun kabul edilme süreci yaklaşık bir yıl sürüyor.

    başvurunuz kabul edildi ve sıraya girdiniz. bundan sonra yapacağınız tek şey beklemek. ama beklerken uzmanları arayıp arayıp darlamayın. sürekli sıranızı sormayın. ellerinde bir bebek fabrikası yok gelen bebekleri sırayla veriyorlar işte. bekleme süresi şehirden şehire ve tercihlerinize göre 4-7 yıl arasında değişiyor. mesela sağlıklı bir kız bebek isterseniz 6-7 yıl, erkek isterseniz 5-6 yıl beklersiniz. sokağa terk edilmiş anne, baba bilinmeyen bir bebek isterseniz 15 yıl bile bekleme ihtimaliniz var.

    engelli ya da ensest bebek isterseniz sıranız hemen gelebilir.

    her şey olumlu sonuçlandı, yıllarca beklediniz. o telefon hiç ummadığınız anda geliyor. ben mesela sabah uyuyordum, öğleden sonra anne oldum. o da başka bir entryi hakedecek kadar ilginç bir gündü. yazarım bir ara :))

    bebeği aldıktan sonra evlat edinmeye hak kazanmak için bir yıl bakmanız gerekiyor. tabi bu bir yılda sürekli kontrol altındasınız. bebeğin gelişimini takip ediyorlar.

    veeee işin en zor kısmı başlıyor. biyolojik anne, babaya rıza davası açılıyor. bu süreçle çocuk esirgeme kurumu ilgileniyor. hakim karşısında da evlat edindirmek istediklerini beyan etmeleri gerekiyor. bu süreç onlara ulaşamazlarsa yıllarca sürüyor. tabi vazgeçme ihtimalleri de var. rıza davası bitince geri dönüşü olmadan bebeğin tüm haklarını kayyuma devretmiş oluyorlar. bundan sonra bebek artık onlara ait değil.

    biz tam olarak bu sürecin ortasındayız. rıza davası sorunsuz sonuçlandı. şimdi uzmanımızın arayıp “nüfusa geçirme davası açabilirsiniz” demesini bekliyoruz.

    o dava da genelde tek celsede bitiyor. “tebrikler bebeğiniz artık sizin soyadınızı taşıyor” şimdi bunu duymak için yaşıyorum.

    sonrası iyilik, güzellik.

  • çarşamba günü sol köprücük kemiğime platin takılırken yaşadığım şey. narkozu verdikten sonra gittiğimi hissettim, sonra bir anda doktorların konuşmalarını ve vücuduma dokunmalarını hissetmeye başladım. kolumu kaldırdılar ve temizlemek amacı ile bir şey sürdüler, o sırada 'sürdükleri şey soğuk, soğuğu hissediyorum umarım acı hissetmem' diye dusundum. doktor kırık kemiğime dışarıdan dokunduğunda ise acı da geldi ve o anda her şeyi hissedeceğimi anladım. kolumu bacağımı kımıldatmaya çalıştım ama nafile, hiç bir şey yapamıyorum. sonra doktorum kalem istedi, kalem ile omzumun kesilecek yerini işaretlediler, kalemin soğukluğunu da hissettim. sonra cıızz diye bir ses ve acı, derim kesilirken her anını hissettim, tek dusundugum 'su anda yapabilecek bir şey yok dayanacaksın' idi. zaten acıyor olmasına rağmen ne ses çıkarmak ne de acıdan kaçmak mümkün değil. sonra kemiğimi törpülemeleri, yerine oturtmaları, doktorların 'bu hasta da ne şanssızmış' (ameliyatı biraz fazla bekledim ve takılacak platin biraz büyük geldi) dediklerini duydum. diğer doktor 'hocam elimizle bükelim biraz plakayı' dedi. bir süre sonra 'tamam hocam ben böyle tutayım' sozunu duydum, sonra matkap sesleri, kemiğime çakılan vidalar...

    umarım kimse yaşamaz...

  • niye ? çünkü devletin eksiğini oy verenlerine göstererek devleti müşkül duruma düşürdü. en ufak oy kaybına tahammülü yok tabi yönetenlerin.

  • her konuda mizah yapmak için zorlanmış bir kahkaha burukluğunda olan insanların bilmesinin çok da gerekli olmadığı haber. ne yazılırsa yazılsın espri yapmaya çalışıyorlar, alamıyoruz önünü.

  • türkçe konuşup yunanca yazan bir azınlığın dili imiş bir zamanlar. bu azınlığın kökenleri hakkında iki teori mevcut:

    a) anadolu'ya gelip bizans imparatorluğu için paralı askerlik yapan ve kimi haçlı seferleri'ne de katılan kıpçak, tatar, peçenek kökenli türkler. turcopoles olarak da anılan bu türkler daha sonra vaftiz olarak ortodoks kilisesine bağlanıyorlar ve bu vesile ile karamanlıca doğuyor.

    b) türklerin anadoluya gelmesi ve hakim olmasıyla beraber, istanbul, trabzon, iznik, izmir gibi belli başlı merkezler haricinde yaşayan rumlar zaman içerisinde müslümanlaşmasalar bile türkleşiyorlar ve karma bir dil konuşmaya başlıyorlar. ortodox oldukları ve öteden beri yunan alfabesi'nin kilisenin kullandığı yazı tekniği olması dolayısıyla dil türkçe olsa bile alfabe yunan alfabesi olarak kalıyor.

    şimdilik biliminsanları arasında daha popüler olan teori ikincisi. dilin adı konusunda henüz bir birliğe varılmış değil. karamanlidika, karamandlika, karamanlı, karaman türkçesi gibi varyasyonları da var. 1923 nüfus mübadelesi sonrasında tüm dünyaya yayılıyorlar ve türkiye'de konuşan kimse kalmıyor (kimi yaşlı insanların konuşmaya devam ettikleri söyleniyor ama hem aradan geçen zaman ile bu yaşlıların artık hayata göz kapamış olmaları, hem de bu dilin belirleyici unsurunun alfabesi olması göz önünde bulundurulursa, bu dil artık türkiye'de ölü bir dildir).

    türkiye haricinde ise kaderi henüz tam olarak belli değil ancak korkarım ki türkiye'de olduğu gibi kaybolmuş yahut kaybolmanın eşiğinde olan bir dil. kıbrıs rum kesimi ve yunanistan'da hala konuşan ve yazan olup olmadığına dair bir bilgiye ulaşamadım (bilgisi olan varsa belirtsin, bu girdiyi düzeltirim). dil üzerine çalışmalar başlamış. türkiye'den selenay aytaç ve yunanistan'dan constantina constantinou bu dilin dünyadaki izlerinin peşine düşmüşler ve örnek çalışmaları dünya kütüphanelerinden ve kataloglardan bulup, düzenleyip yeniden kullanıma açmaya çalışıyorlar. bu dil üzerine yaptıkları çalışmaları özetledikleri bir panel konuşması için bkz

    bir vesile ile bu başlığa yolum düşmüştü ama tatmin edici bir bilgiye ulaşamayınca oturdum araştırdım ve bulabildiğim şeyleri paylaşmak istedim. kuru kuru milliyetçilik yapmakla olmuyor ve şu dilin hazin hikayesi bizim bir ayıbımızdır. herşeyi, insanlığı, medeniliği geçtim, bizim kültürümüzün bir parçasını kendi kendimiz ademe (ademiyete) mahkum etmişiz resmen.

    konuyla alakalı vikipedi sayfasını da koyuyorum ilgi duyanlar için.

  • yine ikiyüzlü bir azınlık milliyetçisi çakma solcu açıklaması..

    içinde "türk" bile geçmeyen marşa ırkçı dayatma derler, kürdistan bölgesel yönetiminin her tarafı "kürt" dolu marşını coşkuyla söylerler. (bkz: ey reqib)

    anadolu coğrafyasına içinde bir sürü etnik unsur yaşıyor diye "türkiye" denmesinden rahatsız olurlar, yine içinde bir sürü etnik unsurun yaşadığı mezopotamya'da bir bölgeye "kürdistan" derler..

    denizde kum biter, bunlarda ikiyüzlülük bitmez..