hesabın var mı? giriş yap

  • anneanne.. nene... gibi yorumlar yapanlar donup baksinlar anneannelerine nerede ne yapiyor. bu kadin bugun son albumunu cikardi, icinde muthis sarkilar var. konserinde saatlerce ayakta sarki soyluyor dans ediyor. harika klipler cekiyor vs.

    ajda pekkan'i da kiskanmazsin ya.

  • film midir değil midir ben bilemem

    1. usta'nın hikayesi
    2. usta'nın hikayesi
    3. usta'nın hikayesi
    4. usta'nın hikayesi
    5. usta'nın hikayesi
    6. usta'nın hikayesi
    7. usta'nın hikayesi
    8. usta'nın hikayesi
    9. usta'nın hikayesi
    10. usta'nın hikayesi

    zöge: zamanın ötesine bu kadar hızlı gitmesi de bir o kadar absürt.

    edit: bu entry zamanının ötesine gitmiş geri dönmüş basamakları birer birer tırmanmış ve en beğenilenler arasında yerini almış görmüş geçirmiş bir entrydir.

  • tarih, haziran 2012. yer, istanbul veliefendi hipodromu...

    dalamar kişisi arkadaşları ile 86. gazi koşusunu izlemek için yollara düşmüş, bülteni elinde, kuponu cebinde, hayalleri aklının bir köşesinde hipodroma varmıştır. güneşin altında uzun bir yürüyüşten sonra tribünün önüne gelmiş ve basamakları artık nefes nefese çıkmaktadır. o sırada telefonu çalar, arayan babadır. diyalog şu şekilde gelişir:

    dalamar: alo?
    baba:...
    d: baba?
    b: oğlum? nerdesin sen? arkadan gelen o sesler ne?
    d: hipodromdayım baba, kalabalık burası.
    b: kaçıncı oldun?
    d: efendim?
    b: ne bileyim lan, nefes nefese açtın telefonu, seni koşturdular sandım.
    d: ...

    böyle bir adamdır kendisi...

  • 4 ağustos 2020'de yayımlanacak olan stephenie meyer romanı.

    bugün meyer'ın duyurusuyla birlikte tüm twilight fanları saklandıkları yerden çıktılar, kitabın gelişini kutluyorlar.

    bilindiği gibi midnight sun ya da geceyarısı güneşi, alacakaranlık serisinin ilk kitabını edward cullen'ın bakış açısından anlatıyor. aslında 2008'de yazılmaya başlanmış bir kitaptan bahsediyoruz. alacakaranlık serisinin zirvesinde olduğu, dünya çapında konuşulduğu dönemde tamamlanıp yayımlanacaktı ancak kitabın ilk 12 bölümü meyer'ın bilgisayarından çalınarak internete sızdırıldı. meyer o kadar kızdı ki "eğer şimdi geceyarısı güneşi'ni yazmaya devam edersem james kazanır ve tüm cullen ailesini öldürür" dedi. fanlar o dönemlerde buna çok kızdılar. seri tüm dünya çapında fenomendi, edward cullen'la ilgili daha fazlasını okumak istiyorlardı. üstelik tek bir kişinin suçunu bütün fanlara ödettiğini söylüyorlardı. ne derlerse desinler meyer sözünden geri dönmedi ve ancak "herkes bu kitabın varlığını unuttuğunda tekrar yazmaya devam edeceğim" dedi. gerçekten de dediğini yaptı.

    2020'de beklenen son şey çoktan unutulmuş olan alacakaranlık serisine yeni bir kitap eklenmesiydi muhtemelen. daha da ilginç olanı ne biliyor musunuz? edward cullen karakteri vampire dönüştürülmeden önce 1918'de ispanyol gribi salgınında ölüyordu. onun bakış açısından anlatılacak olan kitap da bir salgının ortasında çıkageliyor.

    meyer ve kitabın duyurusunu yapan good morning america sunucuları ısrarla bunun bir "prequel" olduğunun altını çizdi. şu aşamada çok fazla bilgi yok ama tahminimce meyer öncesinde yazdığı ve alacakaranlık'taki olayları birebir işeleyen, sadece bakış açısını değiştiren o 12 bölümlük kısmı çöpe attı. yine aynı dönemlerde geçen ama edward'ın geçmişini de anlatan bir kitap yazdı. edward'ın hem bakış açısını yansıtan hem de kişisel tarihçesini içeren bir kitapla geldiğini tahmin ediyorum.

    tabii bu durum en çok meyer'ın işine yarayacak. alacakaranlık bitmiş ve internette alay konusu olmuş bir seriydi. popüler olduğu dönemlerde sıklıkla harry potter ile kıyaslanırdı ama harry potter bugün bile popüleritesini korurken alacakaranlık yıllara yenik düştü. 2008 - 2012 arasında fırtına gibi estiği dönemlerden eser kalmadı. bu tabloyu bir parça olsun değiştirecek, eski fanların ilgisini tekrar çekecek ve seriyi küllerinden doğuracak tek şey büyük ihtimalle bir edward cullen romanıydı. meyer, 2008'de "herkes kitabın varlığını unutana kadar" derken muhtemelen serinin bu kadar gözden düşeceğini tahmin etmemişti ama bu söylediği şey en çok onun işine yaradı. şimdi eline hem alacakaranlık serisini hem kendi kariyerini canlandırma fırsatı geçti.

    meyer, alacakaranlık serisinden kazandığı parayla fickle fish bir prodüksiyon şirketi açtı. hiç duymadınız değil mi? birkaç küçük iş yapmaktan öteye geçemedi. bu esnada hem kendisi hem yayınevi alacakaranlık'ı sömürebildikleri kadar sömürdüler. çizgi romanları çıktı, rehber yayımladılar, bree tanner karakterine ait kısa bir öykü kitabı piyasaya sunuldu. hatta meyer, 2015'te alacakaranlık'ın onuncu yılına özel yaşam ve ölüm isimli bir kitap çıkardı. bu roman, alacakaranlık'taki aynı olayları bella ve edward'ın yerini değiştirerek anlatıyor. bu sefer insan olan edythe isimli bir erkek ve vampir olan beau isimli bir kadın. roman aynı isimle türkçeye çevrildi ancak epsilon tek başına satmayacağına inanmış olacak ki esas kitapla birlikte satışa çıkardılar. iki kitap birden satıldı. çok ses getirmediğini, hele hele türkiye'de hiç gündeme gelmediğini söylememe gerek bile yok. 2016'da tüm bunlardan bağımsız kimyager adlı romanını yayımladı. o da pek başarılı olamadı. geceyarısı güneşi, uzun zaman sonra sosyal medyada gündem olmayı ve tt listesine girmeyi başaran ilk kitabı. tabiri caizse bu kitap meyer'ın kariyerini ipten alacak.

    sitesinde yaptığı açıklamada meyer, kitapla birlikte şarkı listeleri, imza turu ve çeşitli yarışmaların da geleceğini söylüyor. diğer organize ettiği şeyleri bilmem ama kitap için tasarladıkları kapak tüm serinin içinde tartışmasız en çirkin olanı. kitabın adı bile geceyarısı güneşi, bir vampiri anlatıyor. ikiye bölünmüş nar görselinden daha iyisini yapabilirlerdi diye düşünüyorum. bunun da muhtemel sebebi daha önce kitabın sızmış olması. fanlar akla gelebilecek her türlü kapağı tasarladılar. meyer sırf onlardan biri olmasın diye gitti nar fotoğrafı koydu.

    bu noktadan sonra midnight sun'ın fanlara sağlayacağı tek şey eski günleri hatırlatması olacaktır. o ilk örneği tamamlasaydı serinin en iyi kitabı olabilirdi. aradan yıllar geçmiş, meyer'ın düşünce tarzının da kaleminin de değişmiş olma ihtimali çok yüksek. eski tadı verir mi, samimiyetle şüpheliyim. ve söylemeden edemeyeceğim, meyer'ın kaleminden çıkan en iyi kitap hâlâ göçebe romanı.

    ilk 12 bölümün ingilizce pdf dosyasına buradan türkçesine buradan ulaşabilirsiniz.

    not 1: bu dosya yasa dışı değildir. meyer, kitap internete sızdıktan sonra kendi sitesinde açıkça paylaştı ki zaten bağlantıyı açarsanız meyer'ın resmî sitesini görürsünüz (masaüstünde açılıyor link). o dönemde fanlardan bazıları da türkçeye çevirdi.

    not 2: 2020, 2010'larda kalan romanların dönüş yılı olmaya devam ediyor. bir diğer roman açlık oyunları serisinin yazarı suzanne collins'ten geliyor. ancak o bakış açılarını değiştirmekle falan uğraşmıyor. gerçekten eski zamanlara gidiyor. başkan snow'un gençliğini ele alan bir romanla dönecek.

  • ailesinden veya akrabalarından görmeyenlerin olmadığını sandığı gelenek. başlığı açan şahıs gibi tiplerin en iyi bildiği şey, dahil olmadığı her şeyi yadsımak ve inkar etmektir zaten. ama mesela gözlerimizi kapayınca seni görmesek de sen var olmaya devam ediyorsun ne yazık ki, yok sayamıyoruz. gelenek = bir coğrafyadaki a'dan z'ye bütün bireylerin istisnasız olarak uyguladığı şey değildir öncelikle bunu anlayalım. "aile geleneği" deriz mesela sadece bizim ailemize, akrabalarımıza özgü olan şeylere. bir köyün de ortak geleneği olabilir, koca ülke nüfusunun yarısının da ortak geleneği olabilir. veya bir ofisin geleneksel kuruluş yıldönümü partisi olabilir mesela.

    bayramda türk kahvesi yanında likör ikram etme geleneği de eski türkiye'de vardı ve oldukça yaygındı. normalde alkol kullanmayan aile büyükleri de o likörü içerdi. tüm ülkeye yayılmamış ve belli bir kesimle sınırlı kalmış olması, o geleneğin olmadığı anlamına gelmez. ki sınırlı kaldığı kesim de sanıldığı kadar küçük değildi.

    eski türkiye'de, bırakın bayramları, bazı seçkin pastane ve kafelerde de türk kahvesi yanında likör gelirdi. genellikle nane likörü. bu asla olağanüstü bir durum sayılmaz, içmeyen biri bile bu uygulamadan dolayı dumura uğramaz veya mekan sahibine falan çıkışmazdı. normaldi çünkü.

    ekleme editi: ankara'daki akman pastanesi'nde konyaklı tiramisu da yiyebildiğimiz günlerdi.

  • türk dizi tarihinin;

    - en tırt holdingini, (bütün mahalleyi işe aldılar)
    - en tırt ceo'sunu, (hiç danışmanı, avukatı falan yok, en küçük sorunda bütün yetkileri damadına devretti)
    - en tırt komiserini, (kuzey'in peşine takıldı olay çözmeye çalışıyor, arada kuzey'i alttan alıyor, sakinleştiriyor falan)
    - en tırt mafya babasını, (alt tarafı bir adam vurdu, japonya'ya kaçtı herif)
    - en tırt girişimcilik hikayesini (makara),
    - en tırt stilistini (sabah sporunu park aletlerinde yapıyor)

    barındıran dizi.

    kabul edin aslında senaryo komple ilkokul müsameresi gibi ama izliyoz işte mal mal.

  • salondaki, ahşap kahverengi dolabın ortasında 37 ekran televizyonumuz, üstteki rafta ise gelişim hachette ve britannica ansiklopedileri vardı. yanlış hatırlamıyorsam gazetelerin kuponlarıyla alınmışlardı.

    tüm ciltleri duruyordu ansiklopedilerin ve harf sırasına göre rafa dizilmişti. boyum ansiklopedilerin olduğu rafa yetişmiyordu. ben de uzanmaya çalışmıyordum. unuttum gibi sonra...

    bir gün içlerinde ne olduğunu iyice merak ettim. bir sandalye alıp, sandalyenin üzerine çıkıp en baştaki ansiklopediye uzandım. ansiklopediler öyle sıkışık haldeydi ki, ilkini çıkarmaya çalışırken, yanındakiler de çıktı. üç dört tanesini kucağıma alıp çekyata oturup şöyle bir göz gezdirdim. yazılar küçük ve sık haldeydi, okumaya yeltenmeyip, ilk resimleri inceledim. yazılardan da ilgimi çeken konuların kısa paragraflarını okuyordum. bunu alışkanlık edindim.

    aklımda hiçbir şey kalmadı, ne resimlerden ne de yazılardan ama o 37 ekran televizyonumuzu, hafif rutubetli evimizi, naftalin kokusunu hatırlatır bana ansiklopediler.