hesabın var mı? giriş yap

  • 80 milyonun çalıştığı, ürettiği, kazandığı tüm değerleri ve tarihten gelen kurulu düzeni, kurumlarını; sırf seçim kazandı diye mülkiyetine geçirip kendi özel şirketi gibi yönetmek istiyor. yönetiyor da.

  • bir insan yanılgısı denebilir. en son ayrılanılan kişiye benzer özelliklerde kişi olmadığı sürece bir şey hissedilmeyeceği sanılır. oysa ki tamamen subjektif bir yanılsamadır.

    aslında durum limbik sistemdeki haz noktalarının oluşturduğu saplantı ile ilgili. size o kişi olmadığı sürece normalde duyacağınız kadar haz duyamacağınız sinyalini alıyorsunuz.

    mesela, neden zaman en iyi ilaçtır denir? çünkü beyin bir kayıt sistemine benziyor. siz yeni anılar yaratamaz ve mevcut hatırları geçmişte bırakamazsanız, canınızı en çok yakan anı size en yakın anı oluyor. oysa ki yeni anılar yaratabilirseniz, geçmiş uzaklaşır ve o en kötü anı güzel şeylerin başlangıcı olur. kısaca bu gibi durumları bitiş değil, başlangıç gibi düşünmeniz doğru olandır.

    beyin bir süreden sonra öyle bir yapılanacak ki sizin için o anı trajik bir olaydan, arkadaşlarınıza eğlenerek anlatacağınız komik bir olaya dönüşecek. öyle bir an gelecek ki o kişi, sizin canınızı en çok yakan kişi bile önemsizleşecek. onu gördüğünüzde en ufak duygu hissetmeyeceksiniz.

  • bugün itibariyle açıklanmış sonuçlardır.

    https://www.theguardian.com/…l-oecd-pisa?cmp=twt_gu

    2015 yılı sonunda okuduğunu anlama, matematik ve bilim dallarında dünyada 500bin öğrenci ile yapılmış değerlendirmede, türkiye olarak son sıralarda yerimizi aldık.

    işin kötüsü 3 yılda bir yapılan bu sınavda, 2012 sonuçlarına göre ülkemiz öğrencileri çok şiddetli bir düşüş gösterdi.

    https://twitter.com/…rgur/status/806076994576334848

    sonuç:
    anadolu liselerini, fen liselerini ve genel lise eğitimindeki yapılan değişikliklerin üzerine bir de imam hatip okullarına yapılan yatırımın meyvelerini anlamaya başladık hamdolsun.

    gelecekten gelecek edit:

    2029 a geldik bir tane yüksek teknoloji sınıfında markamız yok. neden yok acaba?

  • evet, hazırsanız size evinizde kolaylıkla yapabileceğiniz ve tadına baktığınızda %100 mutlu olacağınız bir cupcake tarifi vereceğim. ben cupcake'i çikolatalı ve kremasını da vanilyalı yaptım. eğer çikolatayı çok seviyorsanız bu tarif tam size göre. öncelikle malzemelerden başlayalım.

    çikolatalı cupcake için malzemeler

    4-5 avuç bitter damla çikolata
    2 yumurta
    yarım su bardağı toz şeker
    yarım su bardağı sıvı yağ
    yarım su bardağı yoğurt
    1 yemek kaşığı kakao
    1 paket kabartma tozu
    1 su bardağı un

    vanilyalı krema için malzemeler

    2 su bardağı süt
    1 paket vanilya
    3 yumurta
    yarım su bardağı toz şeker
    3 çorba kaşığı mısır nişastası

    size tavsiyem ilk kremayı yapmaya başlayın çünkü soğuması için 1 saat kadar buzdolabında bekletmeniz gerekecek. krema soğurken kekinizi hazırlamaya başlayabilirsiniz.

    ılık sütü kaynama noktasına gelene kadar ısıtıyoruz. süt ısınırken bir tencerenin içerisine toz şekeri, vanilyayı ve mısır nişastasını döküyoruz ve karıştırmaya başlıyoruz. topak kalmayana kadar bu işleme devam ediyoruz. daha sonra yumurtaları ekleyeceğiz ama yumurtanın yalnızca sarısını ekliyoruz. yumurtaları da ekledikten sonra mikserle çırpmaya başlayabilirsiniz. bu işleme devam ederken kaynama noktasına gelen sütü de yavaş yavaş ekliyoruz. sütün tamamını ekledikten sonra tencereyi orta ateşteki ocağa alıyoruz ve mikserle çırpma işlemine orda devam ediyoruz. kaynamaya başladıktan 1-2 dakika sonra ocaktan alabilirsiniz. şimdi sıra kremayı karıştırarak soğutma işleminde. vanilyayı eklemek için kremayı karıştırarak soğutmamız gerekiyor. vanilyayı da ekleyip mikserle çırptıktan sonra buzdolabında 1 saat kadar bekletebilirsiniz. şimdi keke geçebiliriz.

    öncelikle, fırınımızı 180 dereceye ayarlıyoruz. düğmemizi üst ve alt ısıtı+fan olan işarete getiriyoruz ve çikolatamızı eritmeye başlıyoruz. çikolatamızı tabii ki kısık ateşte benmari usulü eritiyoruz. tamamen eridiğinde, yani tamamen sıvı hale geçtiğinde tezgahınızın bir köşesine koyabilirsiniz.

    bundan sonrası kolay. malzemeleri birleştirmeye geliyor sıra. bir kaba ilk önce yumurta ve toz şekeri ekleyip, mikser yardımıyla iyice çırpıyoruz. tek bir renk olduklarında sıvı yağı, yoğurdu ve benmari usulü erittiğimiz çikolatayı da kaba ekliyoruz ve çırpmaya devam ediyoruz. yoğurdu eklediğimiz zaman kokusu biraz garip oluyor ama merak etmeyin fırından çıktığında tadı mükemmel olacak. son olarak da kakao, kabartma tozu ve unu ekleyerek büyük tahta kaşık yardımıyla dıştan içe doğru karıştırıyoruz. karıştırmak için başka bir alet de kullanabilirsiniz. ben tahta kaşıkla daha rahat ettiğim için onu kullanıyorum. karıştırma işlemini tek bir renk olana kadar devam ettiriyoruz ve daha sonra cupcake kaplarına karışımımızı döküp fırına atıyoruz. ben yaptığım kekleri 17-18 dakika içerisinde fırından çıkartıyorum. siz yine de 15-18 dakika arasında pişip pişmediklerini kontrol edin.

    kekler de piştikten ve krema soğuduktan sonra süsleme işlemine başlayabilirsiniz. ben aldığım pasta süslerini de kremanın üzerine döküyorum güzel bir görüntü oluyor. afiyet olsun.

  • `1976 yılı haziran ayında cumhuriyet savcılığından hakimliğe geçmiştim. çaycuma'ya tayin olmuştum. adli tatilden önce göreve başlamıştım. her yeni atananlar gibi adli tatilde nöbetçi kalacaktım. hukuk hakimi arkadaş tatile çıkacaktı. adli tatilde asliye hukuk davalarına çok az bakılır. kadastro davaları adli tatilde görülürdü. bana " iki dava var,ikisi de kararlık." dedi. kadastro davalarını hiç bilmiyorum.ne yapacağım dedim. "davanın kabulüne karar ver,ben tatilden dönünce gerekçesini yazarım" dedi.o kadar süre karar bekler mi,taraflar kararı temyiz edecekler diye itiraz edecek oldum. "bizim mahkemelerde temyiz süresi kararın tebliğinden itibaren başlar,merak etme " diyerek yatıştırdı beni.
    derken günü geldi ,o iki davanın duruşmasını yapıp " davanın kabülüne" karar verdim.adli tatil bitti. hukuk hakimi arkadaşa " kararları verdim gerekçelerini yaz" dediğimde "kararı sen verdin arkadaş,sorumluluk senin kararları gerekçeleri ile senin yazman gerekir" deyip kestirip attı. kadastro davaları uzmanlık işi.ben savcılıktan yeni geçmişim hakimliğe .ceza davası olsa kolay. ama bu davalar öyle değil. meğer arkadaşım bana şaka yapıyormuş. kararları gerekçesi ile yazdı. kararlar temyiz edildi.
    aradan epey bir zaman geçti. çevreye,arkadaşlara,davalara alıştım. asliye ceza mahkemesi duruşmalarını bitirmiş çay içiyordum odamda.hukuk hakimi arkadaşım uğradı. "gözün aydın" dedi. ne için dedim." kararların tasdik geldi" dedi. hangi kararlar dedim." kadastro kararların" deyince hatırladım.kararları yazan o idi ama ben imzaladığım için kararlar benim oluyordu.
    "yalnız nasıl oluyor 9 kiloluk bir dosyayı 14 ayda inceleyip karar verebiliyor yargıtay anlamadım " dedi. bu defa şaşıran ben oldum ; karar sırasında normal dosyalar vardı.aşırı hacimli dosya görmemiştim. ben o kadar kalın bir dosya filan görmedim dedim. "dosyanın büyük kısmı bir çuvalda duruyor,sadece duruşma tutanaklarını ayrı bir dosyaya koymuştuk,taraflar ve vekilleri durumu biliyor" diye cevapladı. merak ettim.yargıtaydan dönen dosyayı gördüm.gerçekten bir çuval dolusu evrak vardı içinde. yargıtayın onama kararını gösterdi arkadaş. o arada eski yazı (arapça harfler) ile yazılmış bir takrir notu düştü.demek ki dosyayı yaşlı bir yargıtay üyesi incelemiş. medeni kanunun kabulünden (1926) önce ölenlerin mirası eski yasaya göre çözüldüğünden (o tarihte bu tür davalar vardı elimizde) eski yazıyı bilen bilirkişimize (müftü) müracaat gerekti. bilirkişi eski harfle yazılmış notu okudu : "dosya çok hacimli,tasdikten başka çare yoktur"

  • 'demokratik tepki, bir haktır. yeter ki şiddete bulaşılmasın.' kısmında güldürmüş, bir mizah yazarı cümlesidir.

    sen komik misin abdülkadir?

  • sene 2003, arkadaşlarla beraber ortaköy'deyiz. havadan sudan konuşurken biri "aaa!" diye bir tepki verdi. tabii hepimiz şaşkın bir halde onun baktığı yöne doğrulttuk bakışlarımızı ve mehmet aslantuğ'un arkadaşlarıyla birlikte yemek yediğini gördük.

    o zamanlar bir istanbul masalı diye bir dizide oynuyordu ve kızlar çok severdi kendisini. gruptaki tek erkek ben olduğumdan arkadaşlar beni elçi tayin edip kendisinden bir fotoğraf için talepte bulunmamı istediler. yemek masasındaki birini fotoğraf için rahatsız etmek doğru gelmese de, kızların gönlü olsun diye isteksiz bir şekilde yaklaştım masaya.

    yanına geldiğimde kızları göstererek, "mehmet bey afiyet olsun, arkadaşlar sizinle fotoğraf çekilmek istiyorlardı ama..." dedim ve cümlemi bitirmeden, "tabii ki" diyerek yerinden kalktı, restorandan çıktı ve yanımıza kadar geldi.

    o zamanlar çok popüler bir insandı. "ulan herkesle fotoğraf çektirse ohoooo" diye düşünmüştüm ama yanıltmıştı beni.

    buradan tekrar teşekkür ederim kendisine o gençleri kırmadığı için.

    edit: #105392349

  • künefe bim’de satılan hazır künefe.
    iskender’in eti eşek veya at etidir muhtemelen.

    kısaca cola en sağlıklısı bu menüde

  • "sahnede eğer bir silah varsa mutlaka patlar." bunu hepimiz biliyoruz.

    gülse birsel de bunu o kadar göstere göstere, gözümüze soka soka yapıyor ki, bir sonraki sahnede ne olacağını anlamak hiç de zor olmuyor.. hatta ne olacağını çözdüğümüz için devamını izlemesi ziyadesiyle sıkıcı geliyor.

    misal;
    orçun, eylem'e içirmeyi düşündüğü kızları coşturduğu söylenen içkiyi cebinden çıkarıyor, eylem'e sesleniyor. birden annesi gelince, o elinde dursa bile görünmeyecek küçücük şişeyi panikle baharatların arasına atıveriyor. (ki cebine geri koyması daha kolay bir hamle olabilirken)

    hee bu demek oluyor ki, onu oradan alamayacak ve annesi onu yemeklere koyacak.

    peki yanıldık mı? hayır? aynen düşündüğümüz gibi de oldu.

    bu kadar mı? tabi ki değil..

    emir hasta yatıyor. rıza'nın deniz'e hediye ettiği orkideden oldukça rahatsız. çiçeğin ortamki oksijeni aldığını ve bu yüzden rahat nefes alamadığını söylüyor. çaktırmadan, deniz görmeden çiçeği terasa koymak için hızlıca çiçeği kapıp terasa çıkıyor. çiçeği masanın üzerine koyuyor. sonra da ne alakaysa çiçeği sulamaya kalkıyor. (çiçeği koy içeri gir, çiçek sulamak da neyin nesi) derken deniz'in sesi duyuluyor. panik yapan emir elindeki suyu nereye koyacağını bilemezken su yere dökülüyor ve koşarak içeri giriyor.

    hee, yere su döküldüğüne göre biri bu suya basıp düşecek.

    bi'şeyler bi'şeyler oluyor, diş ağrısı çeken bora terasa çıkıyor. "heh! suya basıp, kayıp düşecek kişi de geldi" diyoruz hepimiz.

    neden bora? çünkü tüm uğraşlara rağmen dişi çekilemedi, ayağı kayıp düşsün ki, diş kendiliğinden çıksın.

    eee yanıldık mı, hayır!

    çünkü gülse birsel, bir sonraki sahnede ne olacağını şıp diye çözmemizi sağlayacak basit oyunlar kurguluyor. ve bu da bildiğimiz, sevdiğimiz gülse birsel'e hiç yakışmıyor. kendisinden daha yaratıcı kurgular bekleyen bizleri hayal kırıklığına uğratıyor.

    şahsen ben uğruyorum.