hesabın var mı? giriş yap

  • insan gibi yağmamaktadır.

    hala işe gidemedim.

    şaka lan şaka sabahtan beri evde oturup, yağan karı izliyorum. işsizim ben.

  • yıllar boyunca yaptığı gezi programlarında "ben zeytinyağımı yunanistan'dan alıyorum, türkiye'de zeytinyağı yok, kimse kusura bakmasın" diyip diyip durdu.

    kim bilir belki de bu sebeple akhisar'da üretim yapan bir firmayla anlaşıp zeytinyağı şişelerinin üstüne ismini bastırdı ve 3 kat fiyatla satılmaya başlandı bu zeytinyağları. :) link

    bugünlerde açıklanan listede ise dünyanın en iyi 100 zeytinyağı listesine türkiye'de üretilen 14 zeytinyağının girdiği görüldü. novavera 4'üncü, hermus 6'ıncı., asiltane 13'üncü oldu üstelik bu sıralamada. link

    gözlerim sicimoğlu'nun da yağını aradı ama bulamadı listede. mesele tamamen duygusalmış anlaşılan :) ama yine de hastasıyız kendisinin. orası ayrı :)

  • tam 5 sene evvel, 2008 yılında, anadolu parsı (genellikle "panter" diye nitelemişim) ile ilgili şöyle bir yazı yazmışım ve bazı kaynaklardan alıntılar yapmışım:

    öncelikle bu eski dostumuzun ilk pati izleri, tam 400 yıl öncesine kadar dayanıyormuş. yani 400 yıldır anadolu’da yaşamını sürdürüyormuş bu hayvanlar. ta ki 1970'li yılların ortalarına kadar. evet, henüz son parsa gelmeden, onların acı hikayelerine biraz daha yakından bakalım.

    belirttiğim gibi, ilk anadolu parsı bundan 250 ile 400 yıl arası öncesinde anadolu’ya afrika üzerinden geçiş yapmış. bir şekilde anadolu’ya uyum sağlamış. bu arada uyum sağlayanlar sadece pars değil; aslan, çita ve leopar gibi hayvanlar da 100 yıl öncesine kadar anadolu’nun dağlarında yaşıyormuş, “-muş” eki ile bir cümle bitirdim dikkat ederseniz; artık yoklar. olsalarmış, şimdilerde kapıyı açınca karşımıza çıkan sokak köpekleri yerine, sokak aslanlarına filan rastlayabilirdik. biraz abarttım sanırım. neyse.

    aşağıdaki fotoğraflar 1900'lü yılların ortalarına doğru çekilmiş. birçok avcı, bu hayvanları katletmiş, onlarla fotoğraflar çekilebilmiş.
    http://denemedirdenemedir.files.wordpress.com/….jpg
    http://denemedirdenemedir.files.wordpress.com/….jpg

    mesela, aşağıdaki resimde göreceğiniz mantolu hasan, tam 15 parsın katiliymiş. zaten anadolu parsına onun zarar verdiği kadar başka kimse zarar vermemiş.
    http://denemedirdenemedir.files.wordpress.com/….jpg

    ve yavaş yavaş son panterlere/parslara doğru gelelim. önce 1967'de katledilen panterden bahsedelim. bildiğimiz bolu dağı’nda bir panter, avcılar tarafından vuruluyor, daha sonra leşi samanla doldurulup, para karşılığı insanlara gösteriliyor. o gün yaşanılan bu katlediliş, gazetelere şöyle yansıyor:
    http://denemedirdenemedir.files.wordpress.com/…=181

    ve geldik son panterimiz benekli’yi anlatmaya. hala hayatta olan ve son parsımız benekli’nin saldırısına uğrayan havva köksal’ın hikayesi, aynı zamanda benekli’mizin de hikayesi:

    "17 ocak 1974 sabahı, havva köksal dere yatağı boyunca aşağıdaki bahçelere, yer elması toplamaya gidiyordu. önden yürüyen kocası ve kayınbabası gözden kaybolmuşlardı. şimdi dozerle doldurulmuş olan, o zamanki dere yatağında kocaman, benekli bir kedi yatıyordu. havva hayatında ilk defa böyle bir hayvan görürken, belki benekli de hayatında ilk defa bir insan görüyordu. benekli, anadolu’da görülen son anadolu panteri’nden başkası değildi. havva köksal, benekli ile olan buluşmasını şöyle anlatıyordu:

    - şöyle uzun kuyruklu upuzun “bir şey”, orada yolun kıyısında yatıyordu. onu görünce geri geri gitmemle şak deyip kuş gibi üstüme konması bir oldu. kolumdan tuttu silkeledi; gözlerimi açtığımda yanımda köpek oturağı gibi oturuyordu. yine gitmişim kendimden. o sırada odundan süleyman geliyormuş, onu görünce kaçmış.

    benekli, dört beş metre uçup havva’nın kolunu kaptığında, o silkelemede kol kırılmıştı. ama bir gerçek daha vardı, benekli’nin öldürme amacı yoktu, baygın havva’nın yanıbaşına oturup beklemeye başlamıştı. (leoparlar yalnız yaşayan, gece hayvanlarıdır; iki yılda bir, genellikle de ocak ve şubat aylarında çiftleşirler. avlarını boynuzluysa boğazından, boynuzsuzsa ensesinden ısırarak öldürürler. 17 ocak’ta, gündüz vakti, yerini yurdunu terkedip dolaşıyor ve dibinde savunmasız yatan insanı öldürmüyor olması, kendisine aştan ziyade eş aradığını düşündürmektedir).

    havva köksal, sohbet sırasında;

    - çok müthiş, temiz, yani o kadar güzeldi ki, üzerinde kir yoktu. halı gibiydi, onun canlı hali bambaşkaydı…

    ya da:

    - belki de kendim tepinirken kırmışımdır kolumu.

    gibi sevgi, koruma ifadelerini bolca kullanıyordu. yani benekli, onun kolunu kırmış ancak onu öldürmemişti; bu durum havva köksal’ın benekli’ye dost gözüyle bakmasına sebep olmuştu."

    ve benekli’yi öldürmek isteyenler harekete geçmişti bile. ahmet çalışkan müthiş bir avcıydı. “kapı” denilen, vahşi hayvanların geçiş yapacağı yolakları iyi bilirdi. benekli’nin geçebileceği kapıyı tahmin edip, kargaların da telaşlı iniş çıkışını gözleyip, köyün yukarılarındaki kızıl meşe mevkii’nde pusuya yatmıştı. ve yanılmamıştı.benekli can havliyle kapıdan geçerken ahmet çalışkan 1980 sonrası devlete teslim edeceği mavzerini (mauser) doğrultup atışını yapıyor, yüz elli metreden benekli’yi vuruyordu. artık yaralı panter kaçmaktan,izini kaybettirmekten vazgeçmiş, can havliyle kuru meşeleri söke söke ahmet çalışkan’a doğru koşmaya başlamıştı.

    birisi sağ kalacaktı; ahmet çalışkan üzerine koşan yaralı pantere dokuz defa ateş ediyor, yedisinde vuruyor, panter ise hala koşarak geliyordu. artık iki metre kalmıştı, çalışkan son atışını yaptı ve çene altından giren kurşun benekli’ye takla attırarak döş üstü yere yatırdı.

    benekli can çekişirken, yanına oturup onu sevmeye başlamıştı. hala bilemiyordu; neyin nesiydi bu alacalı hayvan? ahmet çalışkan 1994’te astımdan ölmeden önce şimdi bağözü köyü’nün muhtarı olan oğlu zekeriya çalışkan’a o anki tarifsiz hüznünü anlatacaktı. ahmet avcı ile benekli’nin resmi de budur efendim:
    http://denemedirdenemedir.files.wordpress.com/….jpg

    işte böyle bizim anadolu panteri, parsı ya da leoparının hikayesi. her ne kadar son panter bundan 34 yıl önce görülmüş olsa da hala anadolu’nun bazı ıssız dağlarında çok az sayıda da olsa bu hayvanların yaşadığı söyleniyor. ancak bu sadece tahmin, elde herhangi bir resim ya da video şimdilik yok. aslında açıkca söylemek gerekirse, belki de resim vb. kanıtlar var ancak halka açıklanmıyor. çünkü hala anadolu’da bu hayvanları öldürmek kahramanlık sanılıyor ve o “kahramanlar” da anadolu parsının yıllar önce bu topraklara veda ettiğini sanıyor. eğer yeniden onların varlığını öğrenirlerse elde silah, yeni beneklilerin peşine düşecekler.

  • “ay inanmıyorum yaa....”
    hayır neyine inanmıyorsun, kepçenin altında duruyorsun kafana mıcır dökecek değiller herhalde.

    konsept ve motivasyon konusunda bir eşik daha aşılmış oldu.

  • bir gün t-shirt yıkamam lazımdı. çekmesin hesabına elde yıkıyım dedim. beyazdı t-shirt. neyse leğene koydum t-shirt'ü içine su doldurdum, ariel kutusundan da bir avuç detarjan aldım, sonra attım leğene bi baktım içinde renkli boncuklar var detarjanın. dedim herhalde bunları renkliler için koymuşlar. oturup ayıklamıştım ne kadar renkli boncuk varsa. t-shirt'ün üstündeki renkli yazılar için 3-5 boncuk bırakmıştım ama.

  • fıstık gibi bir şey. çeşit çeşit yapabilirsiniz.

    en bilineni vişne. aslında yapımı en kolayı da vişne.

    o halde gelsin tarif...

    şöyle irilerinden bir kilo vişneye ihtiyacınız var. benim gibi deliyseniz tek tek seçmeye kalkıyorsunuz. ne kadar beresiz vişne, o kadar mükemmel likör.

    kabuk tarçınınızı da hazır edin. bir kilo vişneye iki ya da üç çubuk yeter. bıçakla ayırın ortadan çubuklarınızı, eğer kararma varsa kullanmayın. tadını bozabilir.

    biraz karanfil. mis gibi yapar karanfil likörünüzü.

    zencefil! o olmadan olur mu? olmaz!

    muskat da ekledim bu sene ben yaparken. valla harika oldu. o yüzden yazın oraya; "muskat"

    kakule pek bilinmiyor; değişik bir aroması var. eğer seviyorsanız biraz koyun. 10 - 15 diş yeter ama. çok yakışıyor bence.

    (kakuleyi daha önce denemediyseniz, küçük bir dişi demliğine atın. çay size tadı hakkında fikir verecektir.)

    azıcık da şeker. anneannem yarım kilo şeker koyardı bu tarife. ben şeker kullanmıyorum. eğer bir sebepten eve girmişse dayanamayıp çok az koyuyorum. şeker kullanıyorsanız koyun siz damak tadınıza göre.

    hani alkol? durun durun, yazacağım onu da.

    hazır mıyız? başlıyoruz o zaman...

    vişneleri yıkadık bir güzel. çekirdeklerini çıkarmadık, saplarını da atmadık. saplar hazır kıta bekliyorlar kavanoza girmeyi. sapları ve çekirdekleriyle birlikte bir kat vişne, bir kat şeker olarak kavanoza yerleştirdik.

    - malzeme listesine cam kavanoz yazmayı unuttum. 2 litrelik işinizi rahat rahat görür.-

    başladık yerleştirmeye…

    bir kat vişne
    bir kat sap
    biraz tarçın

    bir daha aynısı
    bu sefer tarçın yerine zencefil/karanfil/muskat/kakule.

    serpiştirin işte aralara. çok önemli değil bu kısmı.

    böyle böyle, şarkılar söyleye söyleye dizdik hepsini. kapağını kapattık kavanozumuzun, pek de kullanmadığımız bir dolaba yerleştirdik. karanlıkta olması lazım. çok sıcak da olmasın.

    bu kavanoz tam iki ay boyunca güzel likörümüze yuva olacak, ev rahatlığı sağlayacak…

    ama bu arada boş durmuyoruz, vişnenin suyu her yere dağılsın diye haftada bir kavanozumuzu sallıyoruz.

    of of of! iki ay sonra mis likör hazır!

    geniş bir kaba güzelce süzüyoruz. taneleri atmayın sakın, yiyin onları sevgi ile.

    içine biraz votka ilave ediyoruz. konyak da olur. bak, hangisinden istiyorsanız iyisinden alın mutlaka.

    zaten bunun ölçü birimi de sizin damak tadınızda. önce yarım su bardağı kadar koyup çok yavaş karıştırıp tadına bakın. sonra da azar azar ilave edin. her seferinde karıştırıp tadına bakmayı unutmayın. benim gibi bir kere de koca şişeyi boca etmeyin diye diyorum.

    sonra da alın likörlüğünüze, türk kahvenizin yanında afiyetle için her gece.

    ne kadar kolaymış di mi? :)

    afiyet olsun, pruvanız neta olsun! :)

  • hepsini anladım da bunca yıllık bilgisayar kullanıcısı/toplayıcısıyım, "içi amerikan döşeme" nedir hala anlayamadığım ilandır. araba mı lan bu???

  • aynı yazarın, benzer hikayelerinden biri. okuyun entrylerini anlarsınız ne demek istediğimi. ya aldatır, ya aldatılır.
    kitap yazsana aslanım sen, buralarda heba oluyorsun.