hesabın var mı? giriş yap

  • kesinlikle en riskli sorudur. acemi birliğinde çaycılık yapmayı bilen var mı sorusuna mühendis bir arkadaş el kaldırmıştı bütün eğitimlerden içtimalardan yırtmıştı. usta birliğinde bilgisayar kullanmayı bilen var mı diye sorulduğunda ise el kaldıranlara eski tüplü monitörleri taşıtmışlardı.

    edit: el kaldırmıştım.

  • özet geçiyorum abd'ye dil öğrenmek için gitmiş 3 aydır alışamamış. aklı sevgilisinde ve ailesinde kalmış.

    bu kadar.

    debe editi: başlığı açan arkadaş kaçtığı için bu özete bir şey daha ekleyim. arkadaşın bütün ailesi, konu, komşu fetö yüzünden gözaltına alınmış. yazdıkları darbe girişiminden 10 gün önce abd'ye kaçırıldığı izlenimini veriyordu.

    linç üzerine yazdığı destanı toplayıp gitti.

  • hiç biriniz bayram sabahı 6:38 de bir şeyler çıkar umuduyla çöp karıştıran insandan yalnız değilsiniz, sabah gördüm namaza giderken içim parçalandı mk.

    tanım: sorgulatır.

  • o kadar büyük ve doğru yazılmış bir eser ki. içinde o kadar büyük ve isabetli tespitler var ki.

    sigmund freud'dan önce, freudyen çıkarımlarda bulunma başarısını bile gösterebilen bir roman.

    asla üşengeçlik, tembellik falan anlattığı yok, zaten bu herkesin malumu. oblomov'un oblomov olmasındaki sebep, taa çocukluğunda yatıyor. ailesinin hataları, aşırı koruyucu kollayıcı tavırları, vurdumduymazlıkları; ilya ilyiç'in kişisel çekingen ve kibar yapısıyla da birleşince, ortaya sosyal fobik, depresif (hatta manik depresif), amansız romantik, bipolar bir karakter çıkarıyor. tembellik, erteleme hastalığı, hep bunların bir semptomu haline geliyor.

    hiçbir şeyi kendisi yapmamış, kendisi başarmamış birisi ilya ilyiç. 25 yaşına dek ailesiyle yaşamış. onlar ölünce de tek başına, yapayalnız kalmış. uzun süre aranmayan sevilen arkadaşlarla aranın ister istemez açılması gibi, hayatla olan bağları iyice esnemiş, sonunda kendisini karanlık odasına hapsetmiş. çünkü orası güvenli, sıcak, gamsız, çözülmesi gereken problemlerden tamamen uzak. tamamen antiagorafobik.

    zaten her şey, oblomov'un evinden taşınması zorunluluğuyla başlıyor. hayata hiçbir şekilde hazırlanmamış birisi, deyim yerindeyse kendisini çırılçıplak sokakta buluyor. en önemlisi ise sonra geliyor: can dostu sayesinde zoraki tanıştığı olga'ya âşık oluyor, oysa oblomov bu aşka da hiç hazır değil. belki de karşısına kim çıksa âşık olacaktı. "awakenings" filmindeki gibi, kısa süreli bir uyanış yaşıyor oblomov, bu uyanışın kendisini de, araç değil, amaç olarak kullandığı için, tekrar uykuya dalıyor.

    sonunda her şey beklenen noktaya varıyor elbette, "oblomovluk", oblomov'un yakasını bırakmıyor zira. oblomov ise bundan her zaman şikayetçi, bundan her zaman kurtulmak isteğinde olsa da (ki aslında bu da, hep başkalarından beklenen bir istek, zira kendisinin kurtulmaya da takati yok), hayatının son deminde kendisiyle tam anlamıyla barışıyor. huzuru, gerçek yaşama tercih ediyor ve huzurlu ama ezik bir biçimde yok olup gidiyor.

    oblomov'u suçlayabilir miyiz? hiç sanmıyorum. yaşanan hiçbir şeyde oblomov'un hatası yok. ondan başka bir şey beklenemezdi. tüm çocukluğu, ergenliği, onu bu kaçınılmaz noktaya kadar getirdi. gerçekten en az suçlu olan ilya ilyiç'tir; hele de ailenin, bir çocuğun karakterini şekillendirme gücü düşünülürse.

    işin psikolojik yönünden toplumsal yönüne kayarsak da, ortaya bu kez "selim ışık" değil, "züğürt ağa" çıkıyor. yeni ile eski arasında sıkışıp kalmış; yeniyi isteyen, oradaki sosyal statü ve güzelliklere iç çekerek bakan; ancak orada nasıl yaşanacağını, nasıl davranılacağını bilmediği için sürekli kaybeden, kazıklanan, çoğu zaman da iyiliğinin kurbanı olan bir adam. tıpkı yavuz turgul'un tüm karakterleri gibi, mahkum bir yaşantı içinde, hayal dünyasında, eskiyle bağlarını koparamamış birisi. dolayısıyla eski-yeni ayrımında, romantik ve hayalperest oblomov'un hayatını bitirdiği nokta, yine rastlantı olmuyor.

    oblomov, hayatımda okuduğum en müthiş eserlerden birisi. hiç şüphesiz. ama bunda, yukarıda saydığım şeyler dışında bambaşka bir husus var ki, aslında sizi hiç mi hiç ilgilendirmez. ama şu kadarını söyleyebilirim.

    oblomov benim için bir kitap değil. bir ayna.

  • (bkz: pi)

    ilkokul öğretmenimiz bir gün önceden sıkı sıkı tembihledi "yarın herkes yarım metre ip getirmeyi unutmasın" diye.
    neyse uzatmayalım... evet yarım metre yeterli.

    ertesi gün heyecanla bekliyoruz ne olacak bu ip şimdi diye. matematik dersinde ; daha doğrusu aritmetik dersinde öğretmen beslenme çantalarımızdan ayran bardaklarımızı çıkarmamızı istedi. 7-8 yaşında olduğumuz için konu gitttikçe ilginç gelmeye başladı.

    öğretmen herkes o ipi bardağının çevresine bir sarsın, sonrada başlangıç noktasına gelen yeri sıkı sıkı tutsun dedi. e yaptık .. şimdi de cetvelle ölçün bakalım ne kadar uzunluktaymış onu da defterinize yazın dedi.

    len 7-8 yaşında sıralı komutlu el beceresine dayalı iş yapıyoruz hacı kolay değil o kadar. cetveli çıkarmak için ipi bırak, cetveli çıkar sonra gene ipi sar, yerini kaybetmeden ölç filan bi sürü iş. neyse sardık , ölçtük, yazdık.

    öğretmen; "şimdi de bardağınızın en geniş yerini iple ölçün onu da yazın" dedi. bak çap demiyor kereta bardağınızın en geniş yeri diyor. e hadi onu da yaptık, yazdık. "şimdi o deminki sayıyı ölçtüğünüz uzunluğa bölün bakalım kaç çıkacak" diye de sordu. uzun işlemlerden sonra sınıfın her yerinden 3 ... 3.... 3... sesleri yükselmeye başladı. sanırsın ay-yıldızlı formaları ile bizim aslanlar macaristan karşısında farka gidiyor.

    öğretmen " 3 ya tabi" dedi.. "3" ...

    şaştık kaldık. arka sıralardan birisi "kesin ip var amk" dedi belli belirsiz.

    öğretmen sınıfın üstünde kurduğu tam hakimiyetten memnun sordu.

    "herkesin bardağı birbirinden fark lı mı?
    - evvveeeeeeet..
    "bölme işlemini yaparken birbirinize baktınız mı?""
    - hayyıııııırrrrr

    "işte" dedi öğretmenimiz, "hayatta yuvarlak neyin çevresini en geniş yerine bölerseniz 3 çıkar. bizde buna -pi- deriz .

    bu muazzam tespitten sonra anladım ki hayatta birşeye hayret eden adam "piiiiiiii" derse benimle aynı eğitimden geçmiştir. yok len şaka yaptım. büyüdük, geliştik, serpildik mühendis olduk hala o "pi" yi unutmam.

  • merhaba,

    sözlük içinde entry’lerinden yola çıkarak varlıklı kadınları hedef alan, maddi ve manevi suistimalde bulunan bir çetenin varlığı iddiası tarafımıza ulaştı. konu ile ilgili tarafımıza başka bir bilgi iletilmediği için olayın doğruluğundan şüpheliyiz. ancak, konunun hassasiyeti sebebiyle tüm boyutlarıyla araştırılması için söz konusu ihbarı emniyet güçlerine ilettik, sürecin takipçisi olacağız.

    siber zorbalığa karşı tüm kullanıcılarımızı uyarmak isteriz. böyle bir durumla karşılaştığınız takdirde kolluk kuvvetleri veya adli makamlarla iletişime geçmenizi önemle tavsiye ederiz.

  • çocukken vardı bende bu hastalık. bir kıza aşıktım çok, annesi beyazlar giydirir, salardı sokağa. ben diğer bütün kızlarla iyi anlaşırdım ama bir tek onunla geçinemezdim. nerde görsem ellerimi toza bulayıp o beyaz elbiselerini elimle damgalardım. felaketi olurdum, ağlardı. yıllar geçti ama sevgimi ifade edişimdeki bu başarılı tavır değişmedi. amıma koyayım, stop.

  • üç gün önce sabah saatinde motora yetişmeye çalışıyorum. geç kaldığım için büyük panik içerisindeyim. motor kalkmak üzere. koşuyorum. yetiştim yetişicem. görevli acele etmemizi söylüyor. "evet! yetiştim! başardım! yetiştim!" derken... dodidotdodidot!!! akbilim boş... içimden burada yazamayacağım cümlecikler geçiyor. henüz turnikeden geri adım atmamışken biri akbilini basıyor. "geç abla." diyor arkamdan. arkamı dönüp bakıyorum. omzuma bile gelmeyen küçük bir çocuk. o an durumu algılayamıyorum. "geç abla!" diyor tekrar. geçiyorum. çocuğun içine miroğlu kaçmış. yağız bir delikanlı edasıyla cool cool akbilini basıp motora ilerliyor. elimi çantama atıyorum "dur bekle, sana parasını veriyim.". elini talk to the hand edasıyla kaldırıyor ve "gerek yokk." diyor. "teşekkür ederim canım." diyip açık alana geçiyorum.
    aklıma geldikçe hala gülüyorum. centilmenliğiyle saniye bile düşünmeden bana yardım edip, gururundan ağzıma sçarak benden para almayan çocuk... utançla sevinci bana bir arada yaşatan çocuk... yolun açık olsun! üsküdar-beşiktaş hattı seninle gurur duyuyor!

  • bir gün önce babannesi yenen hiç kimse ertesi gün kahvaltıcıya gitti diye kafası dağılmaz bu bir ikincisi bizler sorunlarımızdan kahvaltı yaparak kaçan insanlar da değiliz.

  • iyi kahve içmek isteyenlerin önemsediği bir ilişkidir. su nitelikli kahvenizi vezir de eder rezil de. çünkü, içtiğimiz kahvenin %98’i sudan oluşuyor. yani kahvede kötü su kullanımı; düz, acı veya sirkemsi bir son fincana neden olabilir.

    öncelikle; kahve demlemek tamamen çözünmeyle (extraction) alakalı: yani öğütülmüş kahve içindeki tat ve aroma bileşenlerinin fincana aktarılması. suyun içerisindeki magnezyum ve kalsiyum gibi mineraller daha iyi bir çözünmeye yardımcı olabilir. mesela magnezyum; meyvemsi ve keskin tatların, kalsiyum ise kremamsı notaların çözünmesine destek olur. bu aslında çözücü iyonların pozitif yüklü olmasıyla alakalıdır. genel olarak kahve içerisindeki tat bileşenleri negatif yüklüdür. dolayısıyla bu bileşenler minerallerin pozitif yüküne doğal olarak bağlanırlar. fakat suda gereğinden fazla mineral olması da çözünme için istenen bir durum değildir. bu minerallerin suda kalabalık olması tat bileşenleri için daha az yer anlamına gelir. dolayısıyla ihtiyacımız olan dengedir: ne çok sert su ne de çok yumuşak.

    peki bunu nasıl ölçeceğiz? burada imdada tds (total dissolved solids) yetişiyor. tds suda çözünmüş mineral, tuz, metal ve diğer katıların ölçümüdür. sca (nitelikli kahve kuruluşu) 75-250 mg/l tds aralığını tavsiye ediyor. hedef olarak ise 150 belirtilmiş.

    su sertliği ise kalsiyum, magnezyum, demir gibi bazı spesifik minerallerin yoğunluyla alakalıdır. bu mineraller ne kadar çoksa su da o kadar serttir. sca’nın sertlik önerisi ise 17-85 mg/l. hedef ise 51-68 mg/l arası.

    suyun ph değeri de önemli bir rol oynar. su eğer nötr ise ph 7.0’dır. su alkaliyse bu değer artar, asidikse düşer. su ne kadar nötrse o kadar iyidir. sca 6.5 – 7.5 arası bir su kullanımını tavsiye eder. yüksek alkali yavan bir fincana sebep olur.

    özetle; kötü suyun iyi kahvenize engel olmasına izin vermeyin. konu nitelikli kahve olunca her detay çok önemli. iyi kaliteye sahip su hem kahve kalitenizi hem de ekipmanlarınızı korur.

    not: perfect daily grind isimli sitede yayımlanmış bir makaleden faydalanılmıştır.

  • başlık: o değil de halil altıntopa helal olsun amk

    1. adamı bugünkü trabzonspor elazığspor maçında gördüm hemen ardından da beşiktaş galatasaray maçında gördüm amk hala deli gibi koşuyodu sporcu dediğin böyle olur işte