hesabın var mı? giriş yap

  • diş hekimi olarak sarıkamış'a giden bir zat, askeri hastanenin yanındaki askeri fırına pide yaptırmak için gider.
    - oğlum bi kıymalı yapın bana
    - emredersiniz komtanım.bu arada biz kısa dönemiz komutanım kimya öğretmeniyim ben (hamurcu asker)
    - allah allah, öğretmenin ne işi var fırında ya
    - komutanım o ne ki, şu çaycı hakim, yamağı da savcı
    - ben de maden mühendisiyim komutanım (kürekçi)

  • özellikle 80'den sonra doğanlar için geçerli olan ruhi sıkıntıların sebepleri;
    - milleti olduğundan farklı tek tip bir şekle sokmayı amaçlayan tedrisat sisteminden geçirilmiş olmak,
    - çocukluğundan beri her gün haberlerde terör ve şehit haberleri izleyerek ile büyümüş olmak,
    - 10-20 yaş arasını anadolu lisesi, fen lisesi ve son olarak da üniversite sınavı stresi içinde geçirip, akranlarını arkadaş olarak değil, sahip olmak istediği geleceğe giden yoldaki rakipler olarak görmek,
    - yolsuzluk içinde kıvranan bir ülkede büyümenin getirdiği, sürekli "hakkım yenecek" kaygısı yaşamak,
    - hayatı boyunca birden fazla iktisadi buhran görüp, mevcut durumu iyi olsa bile gelecek kaygısı yaşamak,
    - küçüklüğünden beri basın-yayın yoluyla yapılan ahlaki saldırılara maruz kalmış ve ciddi manada etkilenmiş bir toplumun ferdi olmak.

  • döküm tava kullanma kılavuzu:

    1) döküm tavanızı en yüksek seviye ateşte, ısı sığasını iyice doldurana kadar ısıtın.
    teflon tava gibi 30 saniye sonra eti üzerine atmayın sıçarsınız. ne mi olur? o duymanız gereken "cozzz" efektini duymazsınız, bir süre sonra etin üstünde et suyunun göllendiğini görürsünüz. bu ne anlama mı gelir? "geçmiş olsun benden hayır gelmez artık" mesajının dışa vurumudur o su.

    döküm tavanın esprisi zaten bu. yüksek ısısını üzerine konan soğuk ete rağmen korur. enerjisini ete aktarır. teflon gibi soğuyup sonra tekrar ısınmaz. etin yüzeyini hızlıca dağlar, suyu içine hapseder.

    kısacası: en azından 5 dakika tavanızı kızdırmadan etinizi koymayın.

    2) eti attıktan sonra bir süre beklemeden çevirmeyin.
    eğer hemen çevirmeye kalkarsanız etinizin tavayı bırakmadığını farkedeceksiniz. zorlarsanız da henüz mühürlenmemiş yüzeyin mikro düzeyde parçalanmasına, içindeki suyu bırakmasına neden olursunuz. biraz bekle, sonra hafiften dürt, kalkıyor mu, çevir. teflondaki gibi zırt pırt oynama kısacası.

    3) pişireceğiniz eti ince kestirmeyin, çok dövdürmeyin.
    annenizin evinde yediğiniz 0.5 cm kalınlığındaki biftekler antrikotlar tam anlamıyla bir fiyaskoydu, unutun onları. etin içinin biraz pembe olması etin çiğ olduğu anlamına gelmez, pişmemiş olduğu anlamına hiç gelmez.

    "ay bu kadar kalın et pişmez ki" yok bundan sonra. pişer. ne yazık ki bu kadar et tüketilen bu ülkede insanlar et yemeyi bilmiyor. ya tamamen kahverengi olana kadar eti pişiriyorlar, ya da eti incecik dövdürüp tüm aromasını yok ediyorlar. neyse ki steakhouse furyasıyla biraz bir şeyler öğrenildi.

    etin pişim derecesi kişiye kalmıştır. ama etin medium-well seviyeden çok pişirilmesi kişiye kalmamıştır, bu etin mahvedilmesidir. dünyada genel kabul gören düzey "medium" 'dur, "medium-rare" ondan daha makbuldur, "rare" ya da "blue-rare" gibi daha aşağı seviye pişimler alışık olmayana ters gelir.

    tavsiyem, 3 cm kalınlığında bir bonfileyi, tavanın üzerinde durabilen her yüzeyini ızgaralayarak bir deneyin. içini pişirmeye uğraşmayın. zaten o yüzeyleri pişirirken merkezi de yeterince pişecektir. sonra damak lezzetinize göre bir dahaki sefere tavayı ocaktan alıp eti birkaç dakika daha üzerine tutarak içini pişirebilirsiniz.

    eti pişirmeden evvel üzerine kaya tuzu ya da deniz tuzu serpmek de tavsiye edilenler arasında. et pişmeden tuz atılmaz safsatasını da bir kenara atın.

  • babamın hentbolu bırakmasıyla eşdeğer olay.

    şömineyi kale yapmışlardı az önce yeğenimle.

  • fahrettin koca'ya 2 eylül 2020 basın toplantısında patronunun giresun mitinginin corona önlemleriyle bağdaşıp bağdaşmadığını sorabilen yol tv muhabiri yürekli ve namuslu gazeteci. memlekette namuslu gazeteci o kadar az ki bir tanesine denk geldiğimizde biraz olsun yüreğimiz soğuyabiliyor. her ne kadar sağlık bakanı patronuna karşı duyduğu derin korkaklıkla yine milletine ihanet edip soruyu "cumhurbaşkanımızın maske-mesafe meselelerinde ne kadar hassas olduğunu hepimiz biliyoruz." minvalinde geçiştirse de önemli olan bu soruyu sorabilmekti. sağlık bakanının renginin atması bile çürümüşlüğün tarihe geçen kanıtı oldu. çok sağ ol özge hanım.

  • bir arkadaşımla televizyonları kıyaslamak üzere gittiğimiz izmir optimum mağazasından çıkarken kadın güvenlik görevlisinin arkamızdan seslenerek beyler bakar mısınız demesi ve arkamıza döndüğümüzde oyun bitti buraya kadar diyerek etrafımızı saran 3 güvenlik görevlisi ve amirinin bizi 2 metre karelik bir yere sokarak çıkartın üstünüzdekileri arayacağız demeleriyle başlayan rezalet. polis çağırın siz bizim üstümüzü arayamazsınız diyerek polisleri beklemeye başladık. o sırada odaya 15 - 16 yaşlarında başka bir hırsızlık şüphelisini getirdiler. güvenliklerden biri bize kendi telefonundan çekilmiş 3 kişinin fotoğrafını göstererek bu sensin bu o bu da şu, siz sürekli gelip burdan hırsızlık yapıyorsunuz. çetesiniz. bu çocuğa gözcülük yapıyorsunuz gibi mesnetsiz paranoyak suçlamalarda bulunuyor. başka bir güvenlik üstümüze yürüyüp göreceksin sen falan diyor. bana sen diye hitap edemezsiniz dediğimde ise kimsin ki sen. sen kim oluyorsun vs gibi cevaplar. gelen iki sivil polise de paranoyak senaryosunu anlatan güvenlik görevlisi karakola gideceğimizden emin bir şekilde beklerken polisler kimliklerimizi sorgulayıp başka bir mağazadan aldığımız alışverişleri ve fişlerini karşılaştırdılar. çalıştığımız yerleri söyleyip personel kartını da gösterince her aklı başında kişinin yapacağı gibi olayla ilgimiz olmadığını anladılar. güvenliklerden şikayetçi olduğumu söylediğimde polisler önce beni ikna etmeye çalıştı. bu arkadaşlar asgari ücretle çalışıyormuş. çalınanlar da maaşlarından kesildiği için gerginmiş. o yüzden böyle davranmışlar. özür dilesinler geçermiş. şikayetimde ısrar etmem sonucunda da o zaman karakola gidin deyip başlarından savdılar. iki dakika içerisinde gururuma ve insanlık onuruma tecavüz edildi ve özür dileyerek herkesin bu rezaletten paçasını sıyırabileceği düşünüldü. müşteri hizmetlerini arayıp şikayetçi oldum. akşam mağaza müdürü aradı. defalarca özür diledi ve bunun telafisinin mümkün olmadığının farkında olduğunu, tekrar uygun bir zamanda mağazaya uğramamı ve bizi ağırlamak ve yüz yüze de özür dilemek istediklerini falan anlattı. buraya kadar güzel en azından müdürün sesindeki üzüntüyü ve söylediklerindeki samimiyeti fark etmek bile iyi gelmeliydi. gelmedi. psikolojim nasıl bozulduysa uyku tutmadı. sakinleyemedim. hayatında bir tane trafik cezası yemeyen, engelli otoparkına aracını koymayan, kırmızıda geçmeyen, arkadaşından kitap ödünç almayan, herkese büyük küçük siz diye hitap eden, metroda inenlere öncelik veren kısacası insanca yaşamaya çalışan ve takıntı derecesinde prensipleri olan ben hırsızlıkla suçlandım. sindiremiyorum.
    edit: yazım hatası