• 2011 nobel fizik ödülüsaul perlmutter, brian schmidt ve adam riess kazandı. onlara bu ödülü kazandıran şey ise, genişleyen evrenin durmaksızın ve giderek hızlanarak genişlediğini keşfetmeleri oldu.

    kısacası şu anda inanıyoruz ki, evren genişliyor. üstelik bu genişleme, büyük patlama teorisinin eskiden öngördüğü üzere giderek yavaşlayıp, sonunda durup, ardından bir içe çöküş ile sonlanmayacak. evren giderek daha hızlı biçimde genişlemesini sürdürecek.

    ne kadar devam edecek bu genişleme? sonsuza kadar...

    özetle, bir başlangıcı ve sonu olan evren betimlemesinin mamulu olan büyük patlama teorisi, artık sonsuz bir evreni betimliyor. evren hiç yok olmayacak ve sonsuza kadar genişlemesini sürdürecek. bu sırada içerdiği galaksiler ve yıldızlar ne olacak bilemeyiz ama evren sonsuza kadar genişlemeyi sürdürecek.

    o halde, evrenin sonsuz süredir var olduğunu ve var olacağını iddia eden eski bilimsel teoriler de bir yerde doğruluk payı kazanıyor. değil mi ki bizler; sonsuza kadar var olacak bir evrenin ilk 13.7 milyar yıllık "başlangıç" döneminde bulunuyoruz.

    şu sıralar durup durup dini konulara girmek gibi bir adet oluştu bende. bunu doğru bulmuyorum fakat bilim şarlatanlığından, özellikle dinle bilimi kıyaslama çabalarından da aynı oranda tiksiniyorum.

    bilirsiniz, ünlü bir hikayedir; "evrenin genişlediğinin kur'an'da yazması"... aslında kur'an'da evrenin genişlemesine ilişkin hiçbir ayet bulunmaz fakat, türlü taklalarla zariyat suresinin 47. ayetini buna yorar bazı sahte bilimciler. peki, yorsunlar...

    lakin eksik ve yanlış bilgiyi, hatta bir "teori"yi kur'an ayetleriyle ilişkilendirmeye çalıştıkları için de çuvalla yanlış yaparlar. big-bang teorisi başlangıçta evrenin varoluşunu ve genişlemesini izah edip, sonunun da big-crunch denilen bir içe çöküş ile sonlanacağını öngörmüştü. bu teoriyi "yaradılışa işaret ediyor" diyerek sorgusuz sualsiz kabul eden müslüman ve hıristiyan dünyası doğal olarak big-crunch'u da kabulleniverdi.

    "bak kur'an'da yazıyor" diyen arkadaşlar big-crunch hakkında enbiya suresi'nin 104. ayetini örneklemeye de bayılırlardı. ayet şöyle: "bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz."

    yine zümer süresi 67. ayet örnekleniyor: "oysa kıyamet günü yer, bütünüyle o'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür."

    yani özetle diyorlardı ki; "bakın bilimin yeni keşfettiği evrenin sonunu kur'an 1400 yıl evvel yazmıştı"...

    detaylar için şuraya bakın.

    hani link kaldırılır, update edilir, çıkartılır falan diye bir ekran görüntüsü de koyalım, garanti olsun.

    şimdi ne oldu?

    evren içe çökmeyecek. bilim bunu keşfetti, tasdikledi, onayladı, hatta kaşiflerine nobel bile kazandırdı.

    hani kitapta yazıyordu evrenin içe çökerek sonlanacağı? şimdi ne olacak, kur'an yanlış mı yazıyormuş? yoksa yeni bir ayet bulup; "ya aslında biz eski ayeti yanlış yorumlamışız, bak bu ayette sürekli genişleyeceği yazıyor aslında" mı denilecek?

    bul bilimsel bir gerçek, kur'an'ı şöyle bir karıştır, içinde "eğip bükebileceğin" bir ayet seç ve "aha bak burada yazıyor zaten" de.

    ayıptır, çok ayıp ve çok yazık...
  • uzayın git gide daha derinlerine hubble teleskobu ile bakan ulu bilginler.. acaba uzayın sonuna ya da zamanın başlangıcına ulaşabilir miyiz?sorularını kendilerine sormuşlar... evrenin bir başlangıcı varsa, acaba nasıldı? sonu olacak mı?bu işin sonunda erecekmiyiz muradımıza?demişler.. tüm bunlar, kozmolojiyi, bir bütün olarak evrenin yapısı ve evrimini inceleyen astronomi dalını ilgilendiren sorulardır...bu sorulardan bazılarını ben bizim köşedeki bakkalın ağzındada duymustum o baska...
    bununla beraber her kültür, kendine özgü bir kozmoloji icat etmiş dönemsel aralıklarla... aristoteles'in evreninde,üzerine yıldızların tutturulmuş olduğu büyük, kristal bir küre olarak düşünülen uzayın kenarları vardı... ama bu evrenin ne başlangıcı, ne de sonunun oldugunu aristoteles biliyordu nede bu fikri anlattıgı arkadaslari..olay aslında durağandı...eski eserlerini incelediğimde,gökyüzüne ilişkin adlı eserinde aristoteles şöyle dile getirmiş derdini: "en temel cisim, sonsuzdur; büyümez, küçülmez, yaşlanmaz, değişmez ve hareket ettirilemez"... aristoteles, tanrısal ve ölümsüz olan evrenin, temel cisim olan eter'den oluşması gerektiğini düşünüyormuş... hıristiyan dünya görüşü ise sonsuzluk kavramından vazgeçmekle birlikte evrenin değişmez olduğu fikrine sahip çıkmış ve sürdürmüştür... bu geleneğe göre evren, tanrı tarafından yoktan var edilmiş ve o günden bu yana hiç değişmemiştir...öle oldugu gibi kalmış yani.. 1543 yılında dünya'nın evrenin merkezi olmayıp yalnızca güneş çevresinde dönen bir gezegen olduğunu gösteren copernicus efendi çok şeyi değiştirmekle birlikte,o zamanlarda kendisine yeni yeni telaffuz edilmeye başlanan gay unvanıda halk tarafından kendisine bahşedilmiş..copernicusun bulguları, evrenin uzaysal olarak sınırlı, zamansal olarak ise sonsuz olduğu yolundaki aristoteles inanışını değiştirememiştir...cunku halk kendisine inanmamaktadir...(yuzyıllar sonra ibne olmadıgı kabul edilmiştir)
    büyük fizikçi isaac newton aynı problemi yüz yıl kadar sonra yeniden ele aldı... tek tek gezegenlerin hareket halinde oldukları kesindi ama çok büyük zaman aralıklarıyla bile bakılsa evrenin değişmez olduğu bilime inananlarca düşünülüyordu..bu dilim o yuzyılda ve bırkaç yuzyıl takibinde %5 falandı...
    newton, büyük ölçekte evreni tanımlayan asıl kuvvetin evrensel kütle çekim kuvveti olduğunu anladı ve herkese bunu anlatmalıyım hırsı ile yanıp tutuşuyordu... bunun ötesinde, kütle çekim teorisi ile newton, evrenin bir bütün olarak hesaplamalara dayanan modelini yapan ilk insan oldu... bununla birlikte yillar sonra yani,1917'deki albert einstein'ın modeline kadar böyle bir modelden söz edilmemişti,hatta zihinlerden ge¢irilmesi engizisyon mahkemelerince yasaklanmıştı... einstein da newton gibi genel görelilik adı verilen kütle çekim teorisini yeni geliştirmişti... newton gibi einstein da kozmolojideki temel kuvvetin kütle çekim kuvveti olduğuna inanıyordu...daha sonra 19 yuzyılda da mevcut olan örumcek beyinlilerin einsteininda ibne torunu oldugunu soyledıklerını duyduk..ama iplemedik...
    genel görelilik teorisi, madde ve enerjinin kütle çekimini nasıl ürettiğini, buna karşılık madde ve enerjinin kütle çekimine nasıl tepki verdiğini anlatan oldukça karmaşık ve matemetiksel bir teori olarak fizik bolumlerinde hala okutulmaktadır... bir bütün olarak evren teorisiyle ilgili zor denklemleri çözebilmek amacıyla einstein olayı şöyle anlaşılır bir dilde açıklamıştır, dahada bsite indirgeyip iki basitleştirici varsayım yapmıştır; evren zamanla değişmez ve madde evrende düzgün bir biçimde dağılmıştır gibi kısa bir cumleyle olaydan sıyrılma yolunu seçmiştir... bunun yanında einstein'ın başlangıç varsayımları ile ilgili gözlemsel hiçbir kanıtı yoksa da, einstein bu varsayımların tatminkar sonuçlar verecek ölçüde gerçeğe yakın olduklarına inanıyordu... einstein'in sonuçta yer verdiği "kozmoloji modeli" ise durağan ve homojendi..
    fazla arasi soğutulmadan, başka kozmoloji modellerinin de olası olduğu ortaya çıktı... 1922 yılında alexander friedmann, zamanla değişen evreni tanımlayan bir kozmoloji modeli olan durağan olmayan evren modelini ortaya attı... bir rus matematikçi ve meteorolog olan friedmann, işe einstein'in çekim teorisi ile başladı ama homojenlik varsayımını kabul ederken durağanlık varsayımını sorgulamaya basladi... hollandalı astronom wilhelm de sitter'in de dediği gibi, ne kadar büyük bir teleskopla
    bakarsak bakalım evreni görüşümüz bir fotoğraf karesinden başka bir şey değildir,(bencede öle,makinanın zoom ayarı iyi olursa belki super olur o ayri) dolayısıyla da evrenin uzun dönemli davranışları konusunda çok az fikir verir demiş wilhelm de sitter... friedmann,oturup düşündüğünde genel görelilik denklemlerinin alternatifi olabilcek başka bir çözümü bulmuştur.. bu çözüme göre evren, yoğunluğu son derece yüksek bir durumdan başlayarak zaman içinde genişliyormuş...
    bilimsel açıdan tarihin dönum noktası olabilcek bir olayla beraber 1929 yılında durum kökten değişti... o yıl, teleskopla gözlem yapan amerikalı astronom edwin hubble, evrenin genişlemekte olduğunu keşfetti...buna göre galaksiler sürekli olarak birbirlerinden uzaklaşıyorlardı...
    aslında edwin hubble teleskopla baktığında galaksilerin birbirlerinden uzaklaştığını görmedi; böyle hareketleri doğrudan görmek için milyonlarca yıl gerektiğini kendiside biliyordu ama sölemek istememiş(arşivlerden demeclerini okudum ordan biliorum).. hubble, doppler kaymalarına bakarak galaksilerin hareket ettiği sonucuna vardı: galaksilerin renkleri tayfın kırmızı ucuna doğru kayıyordu... kırmızıya kayma olarak bilinen bu kayma, uzaklaşma hareketinin bir sonucuydu aslında... bütün galaksiler samanyolu'ndan uzaklaşıyordu... birçok kozmik bulutsunun kırmızıya kaymaları 1900'lerde arizona'daki lowell gözlemevi'nde çalışan vesto slipher tarafından ölçülmüştü...ama slipher daha genç bir bilim adami oldugu için teorilerim kımse tarafından kaale alınmaz diyerekden sölememişti bu olayı,bir söylenceye göre ise mahalleden kanka olan hubble ile slipher aralarında çöp çekmişler ve hubble kazanmış bu teorının isim hakkını...bununla beraber hubble'ın slipher'in çalışmasına eklediği tek şey, cepheid yıldızlarını kullanarak uzaklaşan galaksilerin uzaklıklarını saptamak oldu... hubble, galaksilerin uzaklıklarının, uzaklaşma hızıyla doğru orantılı olduğunu ise kendi başına keşfetti...bu hareketıyle kendısıyle gurur duymuş sonraları..herneyse, başka bir deyişle, bir galaksinin bize olan uzaklığı bir başka galaksinin iki katıysa, uzaklaşma hızı da iki katı oluyor demiş... bu sonuç, her yönde düzgün olarak genişleyen bir evren için beklenen sonuç hanesine yazılmıştır..
    hubble'ın gözlemleri bir yandan çok açık bir biçimde fiedmann'ın durağan olmayan modelinin einstein'ın durağan modeline göre üstünlüğünü ortaya çıkarırken, öte yandan da hubble'ın gözlemleri görünüşe göre her iki bilim adamının da öne sürdüğü temel varsayımı doğruluyordu: evren hemen hemen homojendir... yalnızca evren eğer homojense galaksilerin uzaklaşma hızları uzaklıkları ile doğru orantılı olabilir...(homojenlikden kasıt budur işte) homojen evren her noktanın diğer noktalardan farklı olmadığı anlamına gelmekle beraber, nasıl şişen bir balonun, balon yüzeyinde bir genişleme merkezi yoksa, evren de genişliyor olmasına karşın bir genişleme merkezi yoktur mantıgıyla dogru orantılıdır... bir balonun yüzeyine her biri bir galaksiyi temsil eden noktalar koyduğumuzu düşünürsek balon şişerken herhangi bir noktadan bakıldığında diğer noktaların uzaklaştığı görülecektir...burdan hiçbir noktanın merkez olmadıgını anlıyoruz..
    eğer galaksilerin uzaklaşma hızları uzaklıkları ile doğru orantılıysa, bütün galaksiler için hızın uzaklığa oranı sabit olmalıdır... hubble sabiti adı verilen bu oran evrenin şu andaki genişleme hızını vermektedir... en duyarlı ölçümlere göre şu andaki genişleme hızı ile evrenin boyutları yaklaşık 10 milyar yıl içinde iki katına çıkacaktır.. daha net konuşmak gerekirse, birbirlerinden uzakta bulunan iki galaksinin aralarındaki uzaklık, yaklaşık 10 milyar yıl sonra iki katına çıkacaktır...
    zaman geçtikçe galaksiler birbirlerinden uzaklaşıyorlar ve dolayısıyla geçmişte birbirlerine daha yakın olmaları gerekmektedir..olması gerekende budur... eğer evren filmini geriye doğru oynattığımızı düşünürsek, galaksiler gittikçe birbirlerine yaklaşarak kalabalıklaşacaklar...geçmişte öyle bir an olacak ki evrendeki bütün madde, yoğunluğu sonsuz olan bir noktaya sıkışmış durumda bulunacak... astronomlar bu durumun gerçekleşmiş olduğu zamanı hesaplayabiliyorlar: günümüzden 10-20 milyar yıl önce, bu ana big bang adı veriliyor...kulagına 3 kez ezan okunuyor... büyük patlamadan önce ne olduğu, halen teorik fizikçiler arasında yoğun tartışma konusudur ayrıca..

    alan lightman ile yapmış oldugum sohbetten bir parçadır...
  • büyük patlama teorisine göre, evren 13.7 milyar yıl öncesinde, tüm evrende var olan her şeyi içeren ilksel bir atomun aniden genişlemeye başlamasıyla oluşmuştur. teoriye göre bu oluşum sırasında ilk ortaya çıkan atomların %75'i hidrojen, kalan %25'i helyum ve eser miktarda lityum'dur.

    bugün bildiğimiz diğer tüm elementler (karbon, oksijen, berilyum, demir vs) ise, milyarlarca yıllık süreç içinde, ilkel dev yıldızların süpernovalar oluşturarak yok olması sırasında oluşmuştur. (bkz: yıldızların yaşam döngüsü)

    buraya kadar bir sorun olmasa da, yakınlarda keşfedilen sdss j102915+172927 isimli bir yıldız, tüm bu düşünceyi alt üst ediyor. keşfedilen yıldızın yaklaşık 13 milyar yaşında olduğu hesaplandı. fakat bu yıldız güneş'ten daha küçük ve neredeyse sadece hidrojen ve helyum'dan oluşuyor. yani, yıldızda diğer elementlerin neredeyse hiçbiri yok!

    peki sorun ne?

    bugünkü yıldız oluşum teorilerimiz, güneşten daha küçük yıldızların oluşabilmesi için hidrojen ve helyum'dan daha ağır elementlerin de gerektiğini söylüyor. şöyle ki, güneşten daha küçük yıldızların oluşması için çökmesi gereken gaz bulutları "soğutucu" ağır elementlere ihtiyaç duyuyor. aksi halde, sadece hidrojen ve helyum'dan oluşan bir bulut çökerken fazlasıyla ısınıyor ve bu ısı, bulutun çökmesini engelleyerek genişlemesine neden oluyor. yani, sadece hidrojen ve helyum'dan oluşan bir gaz bulutunda, güneşten küçük bir yıldız hiçbir zaman oluşamıyor. buralarda sadece dev yıldızlar oluşabiliyor. çünkü dev gaz bulutları, bu ısınma sonucu oluşan itkisel basıncı aşabilecek kütleye ulaşabiliyor.

    peki bu keşfedilen küçük yıldız 13 milyar yıl önce nasıl oluştu? büyük patlama teorisi buna cevap veremiyor, çünkü bu yıldızın oluşması imkansız. evrenin o ilk dönemlerinde böylesine küçük bir yıldızı oluşturabilecek kadar kadar ağır element bulunmuyor ama bu yıldız var. o halde ya bizim yıldız oluşum teorilerimiz yanlış, ya da büyük patlama teorisi ile birleştirdiğimiz yıldız oluşum teorilerinde bir hata yapıyoruz.

    büyük patlama teorisini ayakta tutmak için ortaya attığımız "tamamen teorik" olan karanlık enerji ve karanlık madde varsayımlarının karşısına bir de bu yıldızın çıkması hiç de şık olmadı desek yeri olur. üstelik bu yıldızın birçok benzerinin bulunduğu da bilim insanları tarafından dile getiriliyor.

    kişisel görüşüm, evrim teorisinden çok daha az ve zayıf dayanaklar üzerinde yükselen büyük patlama teorisinin artık yeniden elden geçirilmesi yönünde. çünkü, tüm inançlar tarafından kabul gördüğü için üzerinde hiçbir tartışma yaşanmayan bu teori malesef bilimsel açıdan büyük açmazlarla karşı karşıya.

    aklınız alıyor mu? büyük patlama teorisine göre evrenin stabil kalabilmesi için %23'ünün ne olduğunu bilmediğimiz karanlık madde ile, şu anki gibi genişmemesi için ise, %73'ünün bilinmeyen karanlık enerji adında genişletici bir güçle dolu olması gerekiyor. buna hiç ama hiç bir kanıtımız yok fakat "bu böyledir" diyerek bunu kabul ediyoruz.

    yani, büyük patlama ne olduğu bilinmeyen fakat sadece denklemlere yerleştirdiğimiz "sanal" varlıklarla ayakta duruyor. bu ispatsız ve temelsiz kavramları evrim teorisine yerleştirdiğimizi düşünsenize? ortalık birbirine girer, teori ayaklar altına alınır, bilim insanları dalga konusu yapılırdı.

    not: bu entry'deki yorumu yapmamı sağlayan eso bülteni.
  • patlamadan sonra evrenin genişleme hızının zamanla düşmesini bekliyorlarmış ama ölçümler bunun tam tersini gösteriyormuş, evrenin genişleme hızı gittikçe artıyormuş. böyle giderse yok oluşu da büyük yırtılmayla olacak diyorlar.

    uzay zaman dokusuydu, genleşmesiydi, yırtılmasıydı derken bir de benim korkunç -miş'li-muş'lu hafize teyze anlatışımla birleşince iyice çamaşır suyu reklamına döndü koskoca teori.
  • bilim alanında az sayıda başlık olduğu için bu başlığa katkıda bulunmak istedim ben de.

    büyük patlama teorisi, adı üstünde bir teori. gerçekliği kanıtlanmış değil. 1930’larda ortaya atılmış bir teori. ancak son yıllarda evrenle ilgili yeni keşiflerle birlikte yerini daha iyi teorilere bırakmaya başlayacak görünüyor, zira son yıllardaki keşiflerle bilim çevresinde gittikçe daha fazla bilim adamı bu teoriyi tartışmaya başladı. hatta “kozmik enflasyon” teorisi şimdiden büyük patlama teorisine ciddi bir rakip olmaya başladı bile.

    peki o zaman, büyük patlama teorisi nasıl ortaya çıktı, bugüne kadar dayanakları nelerdi, ve neden son yıllarda gözden düşmeye başladı? herhangi bir yerden kopyalamadan elimden geldiğince özetlemeye çalışayım:

    aslında herşey edwin hubble’ın 20. yüzyılın başlarında o güne kadar yapılmış en büyük teleskoplardan birini kullanarak içinde bulunduğumuz samanyolu galaksisi dışında evrende başka galaksiler olduğunu da keşfetmesi ile başladı. bu büyük bir buluş ve çığır açıcı bir durumdu. zira o güne kadar, tüm insanlık boyunca, evren sadece samanyolu galaksisi'nden ibaret sanılıyordu. ama aslında evrenin çok daha büyük olduğu, samanyolunun evrendeki çok sayıdaki galaksiden sadece biri olduğu keşfedildi. evren vizyonumuz birden bire katlanarak arttı. edwin hubble gökyüzünde parlak bir ışık demetine baktı ve bunun samanyolu dışındaki andromeda galaksisi olduğunu keşfetti.

    hubble sadece bunu değil, aynı zamanda samanyolu dışındaki galaksilerin ışıklarının kırmızı ışığa kaydığını gördü. buna doppler etkisi deniyordu. bu şu anlama geliyordu: bizim galaksimiz dışındaki diğer galaksiler bizden gittikçe uzaklaşıyordu! bu da büyük bir keşifti. albert einstein dahil çoğu bilim adamı evrenin statik ve sabit olduğuna inanıyordu, ancak hubble evrenin gittikçe genişlediğini ortaya çıkardı. üstelik uzaktaki galaksiler yakındakilere göre daha da hızlı olarak bizden uzaklaşıyordu.

    işte büyük patlama teorisi burada ortaya çıktı. aslında bu son gözleme dayalı olarak, sadece bir beyin jimnastiği ve akıl yürütme idi bu teori. bu akıl yürütme kısaca şöyleydi: "eğer her şey bizden her yönde uzaklaşıyorsa, evren genişliyor demektir. o zaman zamanı tersine sararsak, geçmişe gittikçe her şey birbirine yakınlaşır. o zaman zamanı en başa sararsak, her şey gittikçe birbirine yaklaşıp tek bir noktaya varır. yani her şey tek bir noktadan başlayarak oluşmuştur, ve gittikçe şişmektedir. bu aslında bildiğimiz anlamda bir kimyasal patlama değildir, ancak teori daha akılda kalıcı olan “patlama” ismi ile tanınmakta.

    bu akıl yürütme tutarlıydı. zira evrende gördüğümüz bir çok şeye açıklama getiriyordu. örneğin evrenin genişlemesine ve galaksilerin birbirinden uzaklaşmasına. öyle ya, bir patlamayı düşünün, bir noktadan başlar ve çevreye her şeyi saçar, her şey patlama noktasından saçılarak uzaklaşır. işleyiş mantığı bu teoride de aynıydı. ayrıca evrenin her yerde, her yönde homojen olmasını, ve evrenin her yerinde ısının hemen hemen aynı olmasını da açıklıyordu. galaksiler birbirinden o kadar uzaktı ki, aralarında ısı transferi olamazdı, ancak tek bir noktada beraber oluşmuşlar ve sonradan birbirlerinden uzaklaşmışlarsa bu mantıklı idi. bunlar hala büyük patlama teorisini destekleyen olgular.

    ayrıca 1960’lı yıllarda yanlışlıkla keşfedilen “kozmik mikrodalga arkaplan ışıması”’nın keşfi de büyük patlamayı destekleyen bir keşifti. bu arka plan ışınımı uzayı dinleyen radyo teleskopunda bir cızırtı duyulması ile keşfedildi, bilim adamları kuşların antene yuva yaptığını ve cızırtının burdan geldiğini sandı önce. ancak deney tekrarlandıkça anlaşıldı ki, evrende bu cızırtıyı yapan bir elektromanyetik dalga vardı. bu dalga tüm evreni dolduruyordu. radyo bunu yakalamıştı. bu dalgayı ancak büyük patlama tarzında bir “patlama” oluşturmuş ve tüm evrene yaymış olabilirdi. büyük patlama teorisi böylece altın çağlarını yaşıyordu, o ana kadar keşfedilmiş her şey büyük patlama teorisini destekliyordu. en azından bilinen herşey bu teori ile uyumluydu.

    ancak ne olduysa 1990’larda oldu. arada sırada hep yakınırız ya, “büyük keşifler hep tarihte olmuş, günümüzde hiç olmuyor, keşke olsa da tarihe tanıklık etsek” diye. alın size başka bir çığır açan dönüm noktası bir keşif, hem de biz hayattayken daha yeni keşfedildi: 1990’larda büyük bir keşifle, evrenin genişlediği, ancak o ana kadar düşünüldüğünün tam aksine, genişlemenin gittikçe yavaşlamadığı, tam aksine giderek hızlandığı keşfedildi. bu o kadar yeni bir keşif ki, çoğu bilim adamı bu gerçeği daha yeni yeni hazmediyor günümüzde bile. günümüzdeki en popüler kitaplardan olan stephen hawking’in “zamanın kısa tarihi” kitabında bile daha bu keşif yapılmamış olduğundan evrenin genişlemesinin gittikçe yavaşladığı yazar. ancak bugün bunun tam tersi keşfedilmiştir. evren genişliyordu evet, ancak gittikçe hızlanarak genişliyordu!!

    bu büyük patlama teorisine vurulan ilk büyük darbe idi. zira düşünün, bir patlama oldu ise, ve herşey bu patlamadan çevreye yayıldı ise, bu patlamanın oluşturduğu bu yayılmanın da zamanla gittikçe yavaşlaması gerekir. zira patlamanın gücü ile herşey saçılmıştır, ancak zaman geçtikçe bu saçılma yavaşlar. bilim adamları da böyle düşünüyor, ve büyük patlamadan sonra genişleme hızının gittikçe azaldığını düşünüyordu. ancak bu keşifle, bunun tam tersi olduğu ortaya çıktı. o zaman bir patlama sonucu çevreye saçılan şeyler (galaksiler) nasıl olur da birbirinden gittikçe daha da hızlı olarak uzaklaşıyor olabilirdi? acaba büyük patlama diye bir şey yok muydu? bu teori yanlış mıydı? evrenin başlangıcında farklı bir dinamik veya bir olay mı vardı?

    dediğim gibi, bu keşif hala o kadar yeni ki, bu hızlanmanın açıklaması daha bulunabilmiş değil. bilimadamları "e o zaman bilmediğimiz bir karanlık enerji var, bu enerji evrendeki bu hızlanmayı sağlıyor, olsa olsa bu yüzdendir" diye geçici ve günü kurtarıcı bir teori ortaya attılar. karanlık enerji terimi buradan ortaya çıktı ve hala tartışmalı bir görüş. bilim çevresinde inanmayanı çok. zira bir kanıtı yok. ismindeki "karanlık" kelimesi de renginden değil, hakkında hiç birşey bilmediğimizden geliyor. ama muhtemelen yeni keşiflerle bu teori de çöpe atılacak ilerde.

    büyük patlamaya vurulan son darbe ise en son dönemde, son günlerde ortaya çıktı; james webb teleskopu uzaya fırlatılıp, uzayı gözlemlemeye başladıktan sonra... webb teleskopu hubble teleskopundan çok daha uzaklara, uzayın derinliklerine bakmaya başladı. uzayda ne kadar uzağa bakarsanız, oranın ışıkları daha yeni bize ulaşacağından, aslında daha geçmişe de bakarsınız. yani daha uzağa bakmak daha geçmişe bakmaktır. webb teleskopu o kadar uzağa bakabilmeye başladı ki, evrenin düşünülen başlangıcından sadece birkaç yüz bin yıl sonraya bakmayı başarabildi. ve orada şok edici bir şey gördü: süper kütleli karadelik'ler. eğer herşey bir noktadan ve yokluktan büyük patlama ile var olmuşsa, birkaç yüz bin yıl bir süper kütleli karadeliğin oluşması için yeterli değildi. zira bilgimize göre, karadelikler yıldızlardan oluşur, yıldız enerjisini tüketir, kendi üzerine çöker, karadeliğe dönüşür, çevresindeki herşeyi yutmaya başlayarak büyüdükçe büyür, ve sonunda bir süper kütleli karadeliğe dönüşür. işte bu birkaç yüz bin yıl tüm bunların olması için yeterli bir zaman dilimi değildi. acaba büyük patlama doğru değil miydi, evrenin daha da öncesi ve geçmişi mi vardı? malum büyük patlama teorisine göre patlamadan önce uzay, zaman, hiçbir şey yoktu, ve patlama hiçlikten evreni oluşturmuştu-ki bu zaten hem felsefik hem de bilim açısından büyük patlamanın en akla yatmayan kısımlarından biri.

    işte teknolojinin gelişmesinin de katkısı ile son yıllarda yapılan bu son keşifler büyük patlama teorisinin tahtını gittikçe sarstı, ve gittikçe daha fazla bilim adamı tarafından bu teori tartışılmaya başlandı. büyük patlama teorisi halen tam olarak terk edilmedi, zira hala yukarda saydığım bazı olguları çok güzel açıklıyor. ancak büyük patlama teorisinin evreni tam olarak anlatamadığı, yetersiz bir teori olduğu, yerine çok daha kapsamlı ve son keşifleri de açıklayabilecek yeni bir teorinin gelmesi gerektiği artık bilim çevrelerindeki baskın görüş.

    buna göre son dönemde “kozmik enflasyon teorisi” ortaya atıldı. bu teoriye göre evren genişliyor, ancak genişlemenin sebebi ve her şeyin, zamanın, evrenin başı büyük patlama değil. büyük patlamadan önce de evren olabilir. tabi bu da anlaşılabileceği üzere, sanki bir geçiş teorisi gibi duruyor. son dönemde yapılan keşifleri de kapsayabilecek, büyük patlama teorisinin revize edilmiş hali gibi.

    ayrıca "sabun köpüğü evrenler teorisi" de son dönemlerde gittikçe taraftar topluyor bilim çevresinde. bu teoriye göre, evrenimiz bir evrenler havuzunda yer alıyor, bunlar sabun köpükleri gibi yan yana duruyor. bir evren diğerine deyince bir yavru evren doğuyor. işte bizim büyük patlama olarak adlandırdığımız nokta bu. yani evren başka bir evrenden kopma yoluyla oluşuyor ve gittikçe genişleyerek büyüyor. aynı bir sabun köpüğüne üfleyerek şişirme gibi. bir evrenden diğer evrene geçiş yok, ve evrenler havuzu sonsuzdan gelip sonsuza gidiyor. ancak karıştırılmasın, bu teori "paralel evrenler teorisi" ile ilgili bir durum değil, bambaşka bir teori.

    einstein’ın da dediği gibi, evren düşünüldüğünde, şu ana kadar bildiklerimiz komiklik derecesinde az. büyük patlama teorisi de yeni yeni keşiflerle yıllar içinde terk edilmesi muhtemel bir teori. ya da en azından kapsamlı bir revizyon geçireceği aşikar. belki de torunlarımız yüzyıllar sonra büyük patlama teorisine gerçekten inandığımız için bizim nesillerimiz ile dalga geçecekler. kim bilir?
  • 0 ile 0,1 saniye arası disinda her hareket bilimsel olarak hesaplanmistir fakat o 0 ile 0.1 saniye arasi ne vardi, ne oldu bunu kimse bilemiyor.
    benim gorusume gore tanri ordaki starter gorevi goren "sey" di...
  • televizyonda yayın yokken oluşan karıncalı görüntünün bu patlamanın yankısı olduğu varsayılıyormuş.oha diyoruz çünkü patlama 13 milyar yıl önce gerçekleşmiş..ayrıca patlamada meydana gelen yayılımın dış yüzü gelecek ,sınır şimdiki zaman ve iç kısmı ise geçmiş zamanmış..yani zaman kavramı big bang ile başlamış..
  • evrenin sonsuz yoğunlukta tek bir noktadan başlayarak oluştuğunu söyleyen kuram. destekleyenlerinin yanında karşı duranları da çoktur.

    ilk olarak friedmann denklemelerinden yola çıkarak gamow ve lemaitre tarafından çalışılmaya başlanmıştır. evrenin ilk anında maksimum düzenin olduğu daha sonrasında entropinin arttığı düşünülmektedir. bu relativistik teorilerin yanında termodinamik ilkelerininde hesaba katılması gerektiğini gösterir.
    bu teoriyi ortaya koyan gamow elementlerin zincirleme yolla oluştuğu söylese de buna karşı çıkan grup (burbidge, fowler, hoyle) tüm elementlerin yıldız içerisinde oluştuğu fikrindedirler. ama yıldızlar yoluyla oluşan helyum'un yüzde 10 dan daha az olması gerekirken yapılan gözlemlerde evrendeki helyum oranı yüzde 25 civarındadır. ayrıca yaşlı yıldızlarda helyumun daha az görülmesi, genç yıldızlarda ise helyum bolluğunun fazla olması evrenin belli bir yaşı olduğu düşüncesine sevk etmektedir. daha sonra gamow yine big bang teorisi doğru ise olması gereken çok değerli bir şey ortaya artmıştır. bu penzias ve wilson tarafından gözlenen mikrodalga ard alan ışınımıdır. aslında başka bir amaçla yapılan gözlem, big bang teorisi için müthiş bir destek ortaya çıkartmıştır. yapılan gözlemler sonucu evrenin her noktasından 3 kelvinlik karacisim ışınımı formunda ışının elde edilmektedir ve yaklaşık 10^-4 mertebesinde bir unizotropi (yani anlaşılır dille, maksimum ile minimum arasındaki fark) mevcuttur.

    hubble'ın evrenin genişlemesine ilişki tarihi gözlemi de yine big bang teorisini destekleyen durumlardan bir tanesidir. hubble'ın yaptığı gözlem ne kadar doğru ise de yorumlar da bazı eksiklikler vardır. galaksilerin uzaklık ve hızlarına ilişkin grafikler çizilmektedir ama ele alınan cisimler eğri uzayın içerisindedir. yani iki boyutlu euklid uzayı değil. bu durumda genel relativite ilkesinden hareketle iki cisimin eğri uzayda bileşke vektörlerinden söyleyemeyiz. çünkü vektör eğri uzayda dönerek yol almaktadır. buna göre çizilen grafiklerdeki eşellerden birisi uzaklık iken diğeri kırmızıya kayma hızı olmalıdır. yani başka bir değişle aslında galaksileri (öz hareketler dışında) birbirlerine göre hareketleri sıfırdır. gerçekte galaksiler arasındaki ortam sürekli genişlemektedir. bu da filmin geri sarılması durumunda tüm evrenin tek bir noktadan başladığı fikrine bizi yöneltebilir. (ayrıca ek bilgi: p türü galaksi yoktur. galaksiler, eliptik (e), sarmal (s) (ki onlar da normal ve barlı olarak ikiye ayrılır) ve düzensiz (irr) olarak üçe ayrılmaktadır)

    evrenin yaş tayini de big bang teorisi için çeşitli bilgiler sunmaktadır. özellikle evrendeki en yaşlı cisimler olan küresel kümeler ve radyadif elementlerin bozunma süreleri bize 10 ila 20 milyar yıl arasında geniş bir yelpazede yaş değeri vermektedir (söylendiği gibi 100 milyon falan değil). bir diğer gösterge de beyaz cücelerdir. beyaz cüce güneşten daha büyük orta kütleli bir yıldızın yaşamının son aşamasıdır. bir beyaz cücenin gezegenimsi bulutsu aşamasından sonra 100000 kelvinin üzerindeki yüzey sıcaklığı yaklaşık 6-7*10^9 yıl civarında bir sürede 4000 kelvine düşmektedir. yapılan gözlemlerde evrende 4000 kelvinin altında yüzey sıcaklığına sahip bulunan beyaz cüce sayısı bir kaç tanedir. bu sonuç da bize yine big bang teorisi ile uyumlu bir evren yaşı sunmaktadır. yani daha soğuk bir beyaz cücenin (henüz) bulunamayışı ezeli olmayan bir evren olgusunu güçlendirmektedir.

    bunun da yanında big bang teorisinin de eksik yanları vardır. bunlardan en önemlisi teorik olarak elde edilen kütle ile gözlenen kütlenin uyuşmamasıdır. bu kara madde kuramı ile açıklanmaktadır.

    sonuç olarak, big bang var mıdır, yok mudur tam olarak bilemeyiz. bilim çevreleri bunu anlamaya çalışmaktadır. bu teoriye karşı bir değil bir çok teori mevcuttur ama eksik yanları, açıklanamayan kısımlar (ki en büyük sorun mikrodalga ardalan ışınımının açıklanması) görece çok çok daha fazladır. her zaman daha çok kabul gören teori az karmaşa ile çok şey açıklayandır. bunun yanında bir teoriye bilimsel gerçeklerle karşı çıkılmalıdır. felsefi duruşla değil.
  • patlamadan sonra gördüğümüz evrenin oluşmasına kadar bir çok dönemden geçilmiştir. bunlar:

    planck dönemi: çekim gücü dahil elektromanyetizma, güçlü ve zayıf çekim gibi bütün güçlerin henüz tek bir formda bulunduğu ve kuantum etkisinin geçerli olduğu sürece verilen isimdir. planck sabitinden yola çıkılarak 10^-43 saniye kadar sürdüğü tahmin edilmektedir.

    büyük birleşme dönemi: patlamadan sonra 10^-43. saniyeden başlayıp 10^-36. saniyede biten dönemdir. sıcaklık hala 10^27 kelvin gibi çok yüksek düzeylerdedir. çekim gücü bu dönemin başında diğer güçlerden ayrılmışsa da henüz bildiğimiz anlamda madde varolmadığından, kütle ve yük gibi kavramlar anlamsızdır.

    elektrozayıf dönem: bu dönemde patlamadan 10^-36 saniye sonra başlayan, sıcaklığın henüz elektromanyetik ve zayıf nükleer güçlerin birarada durup elektrozayıf kuvveti oluşturmasına yetecek kadar sıcak olduğu bir dönemdir. ancak sıcaklık güçlü çekirdek kuvvetinin oluşmasına yetecek kadar düşmüş ve bu da kozmik enflasyon denen ve henüz genişlemeye başlayan evreni yoğun bir kuark-gluon plazmasıyla dolduran olaya yol açmıştır. parçacıklar arası etkileşimler o kadar güçlü ve enerjiktir ki bu dönemde w, z ve higgs bozonları gibi birçok egzotik parçacığın ortaya çıktığı düşünülmektedir. ancak 10^-12. saniyeye gelindiğinde etkileşimlerin gücü azalmış, egzotik parçaların üretimi durmuş ve olanlarda çabucak yokolmuştur.

    kuark dönemi: 10^-12. saniyeden itibaren elektromanyetizma, güçlü ve zayıf çekim kuvvetleri ve yerçekiminin birbirinden ayrılarak bugün bildiğimiz formunu aldığı dönemdir. ancak sıcaklık henüz kuarkların birleşerek hadronları oluşturmasına izin vermeyecek derecede yüksektir. bunu yerine, bir önceki dönemde oluşan kozmik enflasyonun etrafa saçtığı yoğun kuark gluon plazmasındaki, mezon ve baryonların oluşmasına bile izin vermeyecek derecede yüksek enerjili çarpışmalar olmaktadır.

    hadron dönemi: 10^-6. saniyeden başlayarak artık iyice düşen ısıyla birlikte kuarkların birleşerek hadron-anti hadron çiftlerini oluşturduğu dönemdir. halen yüksek olan ısı bir süre bu çiftleri birbirlerini yoketmekten alıkoymuşsa da, bir süre sonra düşerek hem hadron üretiminin durmasına hemde bir süre önce ısıl dengede olan karşı partiküllerin birbirlerini yoketmesine yol açmıştır. sonuçta geriye çok yüksek enerjiler ve başta ortaya çıkan hadron miktarının çok azı kalır.

    lepton dönemi: patlamanın 1. saniyesi dolduğunda, bu sefer bir önceki reaksiyondan geriye kalan hadronlar birleşerek lepton-anti lepton çiftlerini oluşturmaya başlamıştır. sıcaklık dahada düşünce ısıl denge yine bozularak karşıt paartiküller geriye sadece bir miktar lepton kalacak şekilde birbirlerini tekrar yoketmişlerdir. 10. saniyenin sonunda evren artık fotonlarla doludur.

    foton dönemi: 10. saniyeden itibaren azalmaya başlayan ısının, foton yoğunluğunu azaltıp ilk nükleosentez sonucunda ve bir kaç dakika içinde nötron, proton ve electronların ortaya çıkmasına ve serbest elektronlarla artık çok sık reaksiyona girmeyen fotonların serbest kalarak evreni 'transparan' kılmasına neden olduğu dönemdir. ancak sıcaklık hala atom çekirdeği ve elektronların birleşerek atomları oluşturmasına izin vermeyecek kadar yüksektir.

    karanlık çağlar: foton döneminden sonraki 380.000 yıl içinde sıcaklık düşmüş ve hidrojen atomu oluşmuş ancak reaksiyona girmeyerek sıcak ama ilerideki 400 milyon yıl boyunca tamamen karanlık bir evren oluşturmuşlardır.

    hidrojen reiyonizasyonu: bu dönemde (patlamadan 400 milyon-1 milyar yıl sonrası) yaklaşık 1 milyar dereceye düşen sıcaklık hidrojen atomlarının reiyonize olmasının önünü açarak onları bugün bildiğimiz anlamda yıldızlar ve çok yüksek enerjili quasar galaksileri biçiminde yoğunlaşmaya itmiş, böylece o zamana kadar herhangi bir enerji kaynağının yokluğu yüzünden karanlık olan evren bu ilk yıldızların ışımasıyla aydınlanmıştır. zaten sonrası önce yıldızların sonrada galaksilerin oluşması ve sıcaklığın bugünkü düzeye (-270 derece) düşmesine kadar yaklaşık 14 milyar yıllık süreçtir.
  • büyük patlama teorisi, evrenin tek ve belirsiz bir hacme sahip bir noktadan hızla genişleyerek bugünkü halini aldığını söyler. bu teoriye göre; ilk andan itibaren evren bu tekil yoğunluktan genişlemeye başlamış, zamanla atom çekirdeklerinin oluşabileceği kadar düşük yoğunluk ve sıcaklığa ulaşmış, yeterince genişledikten sonra ise ilk oluşum anından kalan hidrojen ve helyum gazlarının kütleçekimsel etkilerle kendi üzerlerine çökmeye başlaması sonucu ilk yıldızlar ve galaksiler oluşmuştur.

    teori, ilk oluşan galaksilerin içerdiği yıldızların ağır elementlerce (hidrojen ve helyum harici) fakir olduğunu, bugün bildiğimiz oksijen, silisyum, karbon gibi elementlerin bu yıldızların patlamaları sonrasında ortaya saçıldığını anlatır. buna göre, ilk yıldızlar büyük oranda hidrojen ve helyumdan oluşuyordu ve ağır elementler içermiyorlardı.

    aradan geçen milyarlarca yıl içinde bu ilk (ve büyük kütleli) yıldızlar patlayarak çekirdeklerinde oluşan ağır elementleri uzay boşluğuna saçtı. sonraki kuşak yıldızlar, bu ağır elementleri de içerdiği için daha küçük ve yaşamı destekleyebilecek gezegenler de içeren yıldızların oluşması mümkün oldu. bu yıldızların ortaya saçtığı ağır elementler olmasaydı, güneş ve ondan daha küçük uzun ömürlü yıldızların oluşması mümkün olmayacaktı. o nedenle, evrenin ilk dönemlerinde sadece hidrojen ve helyum'dan oluşan devasa ilkel yıldızların oluşturduğu süpernova patlamaları bugünkü bildiğimiz evren için hayati önem taşıyordu. fakat bu senaryo ile ilgili ufak tefek bazı sorunlar bulunmakta: (bkz: #25236271)

    evrenin ilk dönemlerindeki ağır element noksanlığı, büyük patlama teorisinin en büyük dayanaklarından biridir. çünkü evren, büyük patlama sonrasında evrimsel bir gelişim göstermiş, geçen milyarlarca yıl içinde bugün bizim de var olmamızı sağlayan ağır elementler dev yıldızların içinde oluşmuştur. o halde, çok uzak gökadalar üzerinde yaptığımız incelemelerde ağır elementlere dair izlere rastlamamamız gerekir. rastlasak bile, bunların oranı oldukça düşük olmalı.

    fakat durum öyle değil. yaptığımız son gözlemler, bundan 12 milyar yıl öncesine ait, yani evrenin oluşumundan 1.8 milyar yıl sonra oluşmuş olan bir gökadada bol miktarda ağır element bulunduğunu ortaya koyuyor. öyle ki, bu gökadanın içerdiği ağır element miktarı, üçüncü kuşak bir yıldız olan güneş'ten daha fazla. dolayısıyla, bu ilkel gökada büyük patlama teorisi'nin öngörülerini haksız çıkarıyor.

    bu kadar zengin ağır element içeriğine sahip gökadanın, bu kadar erken dönemde oluşması mümkün değil. o halde bunu nasıl açıklayabiliriz? olası açıklamalardan biri, büyük patlama teorisinin öngördüğü 13.7 milyar yıllık evren yaşının doğru olmadığı. belki de evren çok daha yaşlı, atıyorum 20 milyar yaşında. yahut bu gökada içerisinde, 1 milyar yıl boyunca o kadar çok dev yıldız oluşumu ve patlaması gerçekleşti ki, lokal bir istisna teşkil edecek şekilde o gökada ağır element bakımından çağdaşlarından çok daha zengin hale geldi. fakat bu denli yoğun süpernova patlamalarının oluşturduğu yıldız ışınımının yarattığı ışınım basıncının çevredeki gazı yeni bir yıldız oluşumunu engelleyecek kadar seyreltmesi ve uzaklara savurması beklenir. o halde başka bir şey olmalı...

    bu sonuç, son derece doğal bir soruyu akla getiriyor; "büyük patlama teorisi yanlış mı?". bunu söylemek için belki çok erken, fakat büyük patlama teorisinde büyük sorunlar olduğu da açık. şimdiye kadar teoriyi ayakta tutabilmek için iki büyük "hayalet" ortaya attık: bunlardan biri "karanlık madde", diğeri ise "karanlık enerji". karanlık madde varsayımı ayakları yere biraz daha sağlam basan bir varsayım olsa da, karanlık enerji varsayımı için elimizde henüz hiçbir kanıt yok. fakat teoriyi ayakta tutabilmek için bunlara ihtiyacımız var. teoriyi ayakta tutmak zorunda mıyız? bilmiyoruz.

    konunun detaylarını bilmeyenler için teorideki bu büyük açmazlar bir anlam ifade etmeyebilir. kamuoyu son derece "inanmış" biçimde; "evren kutsal kitaplarda öngörüldüğü gibi aniden yaratılmıştır." diye düşünmeye devam edebilir. yine de, bu teorinin büyük sorunları olduğu gerçeği değişmiyor.

    önümüzdeki süreçte, evrenin yaşının daha da artırılması kaçınılmaz gibi görünüyor. gelecekte evrenin "genişliyor görünmesini" yine bir büyük patlamaya bağlayacak mıyız bilmem ama, evrenin genişlemesini "aklımızda" geriye sarıp; "o halde uzak geçmişte tüm madde bir aradaydı ve aniden genişlemeye başladı" şeklindeki düşüncemizde de bir değişiklik olursa şaşırmamak lazım.

    üzerine bu yorumu yaptığım eso basın bülteni için:
    http://www.eso.org/public/turkey/news/eso1143/
hesabın var mı? giriş yap