• normalde hic inandirici gelmeyebilecek iliskilerin, kendi kosullari icinde ve bunlari yasayan insanlar dikkate alinarak degerlendirildiginde gayet mumkun ve inandirici olabilecegini cok guzel bir anlatimla ortaya koyan, izlerken hicbir aninda "yok artik daha neler" dedirtmeyen ve evet, gercekten de pek degeri bilinmemis bir filmdir. castingi de cok basarilidir. basrollerde jonathan pryce ve emma thompson'dan baskasini dusunemiyorum bile. hmm...belki emma'nin rolunde vanessa redgrave'in gencligi olurdu. evet evet, rol icin biraz fazla guzel kalirdi aslinda ama yine de olurdu.

    carrington'in kendisiyle yatmak isteyen sevgilisine "don't get me wrong, i love you but i'm just not interested in your body" dedigi ve adamcagizin caresizlik ve ofke icinde "but i am a body" dedigi sahne de unutulmaz.
  • vaktiyle cnbc-e sayesinde tanıdığımız filmlerden. kanalın filmlerini seçenler çok sevmiş olacak ki, pek çok defa yayınlamışlardı.*

    o kadar bağımsız ve özgür bir ruhu olmasına rağmen aşk uğruna pek çok aptallıklar yapan kadınlardan geri kalmayışı dolayısıyla carrington'ı pek sevememiştim ama, emma thompson'la tanıştığım filmdi, o yüzden -içeriğine rağmen- hafızamda ayrı bir yeri vardır. tabii bunda fonunun yemyeşil, pastoral görüntülerle dolu olmasının da payı var.

    lakin yıllardır düşünürüm: carrington'ın yaşadıklarının fonuna, ajda pekkan'ın "kimler geldi, kimler geçti"si ne kadar uygun düşerdi. böyle "sanatsal" bir film için o ne sığ şarkı önerisidir demeyiniz efendim; zira insan ruhunun tutku adına sergilediği saçmalıklar tabandan tavana hiçbir fark arz etmiyor. söz konusu varlığını ancak başka biriyle tanımlayabilmek, tamamlayabilmek olunca entelektüel de olsa bünye takıntılarının esiri olabiliyor.

    filmin müzikleri nyman harikalarından oluşuyordu, özellikle de finali daha da çarpıcı yapan müziği unutamam.
  • (bkz: rico)
  • sıradışı olduğu kadar underrated bir film. filmi bana birisi önerdiği için sonrasında onunla detaylı konuşalım diye izlerken notlar aldım. tabii olarak kronolojik olan bu notları toparlamak zor geldiği için bullet points olarak bırakıyorum buraya:

    --- spoiler ---

    - bir kadının kalbi pek gayet de tabii, erkeğin dış görünüşü ve yaşından bağımsız kazanılabilir.
    - film romantik ilişkilerin yanında savaş eleştirisi de yapıyor. vicdani retçi lytton, müzik eşliğinde gülünç danslar yapan upper class'lar için "her gün binlerce çocuk bunlar bunu yapmaya devam edebilsin diye ölüyor." dedi.
    - carrington'ın filmin başındaki sevgilisi mark'ı oyalaması, 4 yıl sonunda dahi sevişmeye hazır değilim demesi, mark ona "o halde beni sevmiyor musun? sorun buysa ayrılalım devam edeyim hayatıma!" dediğinde hayır seviyorum demesi ve ona acı çektirmeye devam etmesi, adamı sevmemesine rağmen, ona sevdiğini söylemesi, onu özgür bırakmaması ve aldatması çok zalimce.
    - filmin başlarındaki carrington'ın sanki bedensel ihtiyacı yok da tamamen ruhunu doyurmaya odaklı. bunu da icra ettiği sanatla ve lytton ile sohbet ederek yapıyor.
    - kendini filmin başındaki sevgilisinden 4 sene sakınan carrington'ın baş başa zaman geçirdiği lytton'a "anything you like, anything..." demesi kadınlarla ilgili söylenen "sevdiği adam için her şeyi yapar, sevmediği içinse hiçbir şey" lafına bir örnek.
    - mark'ın sonunda carrington ile seks yaptığı sahne çok rahatsız ediciydi, tecavüzden farksızdı. iki taraf için de üzücü.
    - carrington mark'tan sonunda ayrıldı. 4 sene boyunca sevmeden birlikte olmaya devam ettiği, kullandığı mark'ı başka bir adam ona birlikte yaşamayı teklif ettiği için artık ihtiyacı kalmadığında terk etmesi klişe olsa da çarpıcı. carrington'ın umrunda olmadı tabii, önüne baktı. mark öfke nöbeti geçirdi, lytton'a saldırdı.
    - carrington'ın lytton ile yaşayacakları yeni evlerinin yatak odası duvarına çizdiği tablo tatlıydı. kediler eklemiş kucağına ve ağaca. o dönem de insanların kedi sevdiğini bilmiyordum ya da bu konuyu pek düşünmemişim.
    - insanların dürtüsel isteklerini sorumluluklarının ve sözlerinin önüne koymasını hor gören biri olarak mark'ın öfkesini gayet anlıyorum.
    - lytton'ın carrington'ı ralph isimli genç subayla birlikte olmaya teşvik etmesi ilginçti.
    - carrington, kıskançlığa inanmadığını söyledi.
    - carrington resmini yaptığı herkese aşık oluyor, ya da aşık olduğu insanların resmini yapıyor.
    - carrington artık kocası olan ralph'i, en yakın arkadaşı ile burnunun dibinde aldattı, tuhaftı. bunu justify etmek ve seviştiği kişiyi rahatlatmak için kocasının da metresleri olduğunu söyledi. metres konusunu kendi adına sorun etmiyor gibi. bunun sebebi herhalde kocasını artık "sevmiyor" olması.
    - carrington birisine karşı derin bir sevgi geliştirip bağ kuramıyor sanki. heyecan buluyor, anı yaşıyor, ardından onu terk edip devam ediyor. kocasını aldattığı adam ona yeniden "ispanya'ya gel benimle yaşa." dediğinde don't spoil the moment dedi. önünde sevdiği kadından ayrılmak olan adam o anın tadını nasıl çıkarabilir ki?
    - lytton, ralph'i carrington'ın onu aldattığı diğer ilişkisine dair kandırmak için otomobil hediye etti. çok adi ve ucuz bir hareket.
    - sevgilisi ile 4 yıl boyunca seks yapmayan kadın değişti, evliyken sevgilileri olan birine döndü.
    - lytton: "birbirine aşık olan kişiler asla birlikte yaşamamalı. aksi takdirde ya aşkları biter, ya da birbirlerini delirtirler."
    - yazık böyle kadınlara kalbini kaptıran erkeklere. sevmeyi, sahip olmayı, sahip çıkmayı bilmeyen bir varlık. anı yaşamayı sevmek zannediyor. o anda kısa vadeli bir şeyler hissediyor, seviyorum diyor, sonra sıkılıyor başka birine bir şeyler hissediyor ve onu seviyor oluyor. güya sevdiği adamı pikniğe davet edip ekti. o esnada lytton'ın kollarında "galiba bir şeyi unuttum" diyordu. o kadar umrunda değil ki...
    - carrington ve lytton film boyunca birbirlerine "kıskançlık"a inanmadıklarını söylediler, ancak lytton genç bir erkek arkadaş ile çıkıp geldiğinde carrington onları birlikte görmekten hiç hoşlanmadı. devamında kocası başka bir kadınla birlikte londra'da yaşamaya karar verdiğinde çok sinirlendi. "lytton'a haksızlık ediyorsun, adil değil" dedi. ancak lytton tepkisizdi, pek umrunda da değildi. üzülen carrington idi. bu da kıskançlığa inanmadığını söyleyen carrington'ın ikiyüzlülüğü.
    - carrington bir başka sevgili daha bulmuşken dahi, lytton'ın genç sevgilisi ile birlikte takılmak için oda tutmuş olmasına çok üzüldü.
    - carrington sevgilisinden hamile kaldı. "asla çocuk sahibi olamam" diyip kürtaj yaptırdı. en azından bu konuda farkındalık sahibi olmasını takdir ettim, kendisini biliyor. devamında çarpıcı bir sahne vardı. akşam o evdeki herkes sevgilisi ile odasına çekilirken kürtaj sonrası yaralı ve zayıf düşmüş carrington bahçede bir başına üzgün gözlerle onları izliyordu.
    - filmin sonuna doğru ev sevgililerin ve onların sevgililerinin toplanma yeri haline gelmişti, tuhaf.
    - lytton'ın hasta yatağındayken carrington'ı tanımayıp "carrington nerede?" diye sorması, sayıklaması ve en sonunda "onunla evlenmek istedim hep, ama hiç olmadı bu." demesi çarpıcıydı.
    --- spoiler ---

    netice olarak sıradışı ve çarpıcı bir filmdi. carrington'ın ağına düşürdüğü erkekleri mahvetmesini, hiç umursamadan sonraki erkeğe geçmesini, kıskançlığa inanmadığını ısrarla söylemesine rağmen mağdur olan kendisi olduğunda üzülüp öfkelenmesini izledik.
hesabın var mı? giriş yap