aynı isimde "cin (içki)" başlığı da var
  • meleklere inanmak imanin sarti iken, cinlere inanmak neden bir iman sarti degildir diye dusunduren bir kur'an karakteri.

    bu ya herkesin ne oldugunu o tarihlerde bildigi, inanmamasinin mumkun olmadigi bir varlik turudur ya da bir baska varlik icin kullanilan esanlamli bir isimdir
  • günümüzde tek çarptıkları türkiyedeki psikolog ve psikiyatristlerdir, cin denilen vakaları aileleri cidden tedavi ettirmek istese dünyanın parasını kazanacak adamlar
  • “cenup arabistan tasavvurlarına göre cinler, ahırlardaki atları huzursuz ederler, köpekler nedensiz yere sokaklarda kavgayı teşvik ederler, ineklerin kuyruklarına diken batırırlar yumurtlayan tavukların altlarındaki yumurtaları kırarlar. öfkelendirilen cinler düşmanlarını genellikle hasta eder ya da mecnun yaparlar. hatta cinler, bebekleri kaçırıp kendi göğüslerinde emzirirler. bu çocuklar da genelde çirkin ve yaramaz olurlar.”

    en sevdiğim kısım buydu.

    o kadar put çıkaran milletten ben de bu yaratıcılığı beklerdim. adamlar dinlenmiş olmasa ne sanatçılar çıkarırlardı var ya. sonrası sıkıcı. geri kalanından literatürden birkaç tutam alıntılar, düşüncelerim ve spesiyal cin çıkarma tarifi var.

    psikiyatri alanında bir kişinin normal olup olmadığına çoğu zaman hezeyanıyla hükmedilmektedir. kişide görülen hezeyan veya saçma düşünce (délire, delusion) önemli bir ruhsal bozukluğu ortaya koymaktadır. birçok mistik hezeyanda; görünmeyen varlıkların tasallutu, vücudunda dolaşmaları, kendilerini kontrol ettiği, kulağına bazı seslerin geldiği gibi benzer biçimlerde şikâyetler yer almıştır ki bunlar hastalar tarafından fizikötesi varlıklarla ilişkilendirilmiştir.

    hezeyan, klinik tanımlamaya göre “gerçeğe uygun olmayan fikirleri kişinin doğru zannetmesi hâli” olarak tanımlanmaktadır ve ek olarak “dikkatin kolayca dağılması, şaşkınlık, süre ve mekân bağlamında yönelim kaybı, hafıza sorunları, tutarsız düşünme ve konuşma, algısal bozukluklar (yanılsamalar ve sanrılar), kuruntu, heyecan, belirgin hiperaktivite, özerk sinir sisteminde aşırı etkinlik, huzursuzluk, uyku bozukluğu gibi semptomlarla kendini gösteren ruhsal bozukluk” olarak da tanımlanmaktadır.

    tam bu noktada fikirlerin garipliği ve gerçeğe uymaması şeklinde mevzuların belirlenmesinde neyin ölçü olduğu problemi çıkmaktadır. hezeyanların zenginliği ve çeşitliliği karşısında, primitif inançların mantıkî tutarlılığı bir yana, büyük dinlerin çok dağınık mezhep ve tarikatlarının değişik inanç yorumları, anlayışları ve uygulamaları içinde bazılarına velî bazılarına deli denmesi hakikaten anlam kazanmaktadır.

    insanların inanç ve düşünce zenginlikleri dikkate alındığında hezeyanlar son derece zengin ve çeşitli olmaktadır. öyle ki bu hezeyanlar, kişinin ruh hâline, önceki yaşantılarına, eğilimlerine, kültür ve terbiye seviyesine, sosyal çevreye, dönemin ideolojilerine, dinî cereyanlara, bilimsel bulgulara, fikrî gelişmelere, uğraşılara göre değişecektir. her durumda bir düşünce hezeyan hâline dönebilir. bu mevzuda bir sınır yoktur. çünkü her fikir olağan seyrinden sapabilir.

    hezeyanlar genel olarak, güvensiz ya da özgüveni düşük kimselerde görülmektedir. ek olarak enfeksiyonlar, alkol ve toksik maddeler, kafa travmaları, kimi organik biyolojik ve hümoral ya da hormonal nedenler hezeyanda etkili olabilmektedir. gene ölçüsüz ve taşkın muhayyile, her şeyi yorumlama ve durmadan nedenler arama eğilimi, çeşitli tutkular, tatminsizlikler, çeşitli işlerde ya da mesleğinde haksızlığa uğramış olma, sevdiği bir yakınını kaybetme, aşağılık ve günahkârlık duyguları, çeşitli ruhsal sarsıntılar kişiye ve zamana göre hezeyanların şekillenmesinde son derece önemli bir rol oynamaktadır.

    “mistik obsesyonlarda hastanın beynine dînî içerikli düşünceler hücum etmektedir. ölümün ötesinde ne var? niçin insanlar acı çekerler? insanın bir ruhu var mıdır? ruhun mahiyeti nedir? yaşam nedir? tanrı nedir? kader nedir? gibi çok farklı dinî içerikli sorular bunlara örnek verilebilir. bu sorular hastanın olağan düşüncelerine ve kültür seviyesine nazaran değişebilir.”

    dabbeci yönetmenin kime çalıştığı buradan anlaşılıyor. bu kadar boktan seri devam ediyorsa, müsebbibi kara paradır evet. mecazi anlamı bayağı derininden olanı. yapım şirketi incelenmeli.

    “dînî içerikli anormal davranışlar arasında dînî içerikli histeriyi de saymak gerek. örneğin mevlit okunurken kadınlardan birinin baygınlık geçirmesi, onu taklitle birbiri arkasından beş on tanesinin bağırması, ağlaması, çırpınarak yerlerde yuvarlanması, dönen dervişlerin (donma) dedikleri (catalepsie hysterique) hâline geçişleri buna örnek verilebilir. burada kimi histeriklerin hezeyan benzeri emareler ve davranışlar gösterdiğini belirtmek gerek. bu gibilerde bilinçdışı bayılmalar hakiki vecd hâli değildir. daha çok çevreye ait ve deruni bir telkinin etkisiyle yarı hipnotik bir hâldir. hezeyanların bir kısmı doğrudan doğruya benliği ve kişiliği, bazıları çeşitli duyguları yahut tümüyle zekâyı, bir kısmı da benliğin toplumsal çevreyle olan ilişkilerini ilgilendirmektedir.”

    herkes tek başına dinlenmeli, cinlerine sahip çıkmalı. bulaşıyor imiş vesselam. bir nevi cinlerinizi halvete sokuyorsunuz.

    “ hastanın hezeyana karsı gösterdiği sebat, açıklama ve iddia derecesi göz önünde bulundurularak, söz mevzusu hezeyanlar, dizgesel ve sistematik olmayan seklinde sınıflandırılır. bu hezeyanlar zaman zaman geçmişle ilgili, bazen şimdi ya da gelecekle veya hepsiyle beraber ortaya çıkabilmektedir.”

    ciddileşirsem,

    her zaman olduğu gibi konu düşünmesine fırsat verilmeyen bireylere geliyor. bilimi çok karışık bulup en ufak bir şeyde cinler bize taktı denirse haliyle çocukta da bu korkular ve ona eşlik eden düşünceler birikir. birey zaten kötü şeylere koşullanmış olacağı için kendini gerçekleştiren kehanet ortaya çıkar. yakınlarına olan bağlılığı ve hezeyanları artar. "bu olay neden oldu?" demek yerine "buna neden olacak ne yaptım?" der. ilk soruyu soramaz çünkü sorarsa çok daha büyük kötülüklerin geleceğini bilir, sağ olsun ailevi empoze. soru soramayan birey de kendini böyle yetiştirenlere sığınır. aile çocuğunu korumak için geleneği devam ettirir, çocuk da gerekli item'leri edinerek bir daha bu korkuları yaşamamak için. sonrası malum. bu zincir nesillerce aktarılır ki zaten cahiliye öncesinden geldiği düşünülürse senaryonun bayağı uzun soluklu tekrarlayan bir film olduğu görülür.

    dini algılayış ve yaşayış herkese göre değişmelidir. insan bireysel değil de toplumsal hareket ederse ve kendi inancının gücünü pekiştirmek için azınlığa tacizlerde bulunursa buna mezhep denemez. cin'e inanmak cehalettir ve cehalet tedavi ile düzeltilebilir. fakat fanatik bir cahil sürüsü sürekli birbirlerinden güç alıp hassas olan ruhlara zarar verirse bu tedavi edilemez. yakınlarına kötü bir ün bırakmak, kafa kesmek-tecavüz etmek-pedofili gibi bağnazlığa kayanlar, bunun da hakları olduğunu düşünenlere yazık.

    hayal gücünü korkmak, korkuyu güç haline getirmek, korkutmak, korkanları gördükçe mutlu olmak ve bunu ona ilk korkuyu verenin amacını yerine getirmek için yapanlar ne cevherler harcıyorlar, gerçekten yazık.
  • bilim - yaşadığımız evren çoklu evrenden sadece biri olabilir. farklı evrenlerde, çoklu evrenin boyutları arasında yolculuk yapabilen medeniyetler olabilir.

    a- vay amk neler varmış.

    din - aleminiz tek değildir, rabbiniz tüm alemlerin rabbidir. örneğin cinler var bla bla

    a - ahahdhahudhahd ne diyon amg sene kaç yaa asjdbakjdbaskjdaskd

    riya konusunda turnusol kağıdı gibiymiş mübarekler.

    bilim olabilir diyor ama bizim a kişisi "sene kaç olmuş cine inanıyor yeaaa" diyor. aynı kişiye sorsan bilimin hayatının merkezine koymuştur. bu ne perhiz, ne lahana turşusu.

    cine falan girmeyin, "muhammet şu kadar kadınla evlenmiş vış böyle din mi olur" seviyelerinde takılın da kokunuzu almayayım.
  • bizim köyde tasfir edilme şekli ayaklarının ters olduğu, kafalarını 360 derece rahatlıkla döndürebildiklerini ve burunlarının olmadığı söylenir durur.

    zamanında bir kaç kişi hep bunlarla karşılaştığını anlatıp durmuşlar. karşılaşma senaryoları bana nedense hep aynı gelmiştir. hepside gecenin bir vakti tarlalarda ki sucuları kontrol etmek amacıyla dışarı çıkarlar, tarlaya yaklaştıklarında uzaktan gelen bir davul zurna düğün sesiyle irkilirler ve sesin gittikçe yaklaştığını fark ederler. o an ki korkuyla ne yapacaklarını bilemedikleri için oldukları yerde dona kalırlar, şans eseri o an ilahi bir güç gibi sabah ezanı imdatlarına yetişir daha sonra müziğin sesinin git gide azaldığı ve sonunda tamamen bittiğini söyler dururlar ve o an ki panik ve korkuyla hepside evlerine kaçmıştır ve hikayeleleri her zaman böyle son bulmuştur. cinlerin orada ne yaptıklarını söylediğimde o düğünün cin düğünü olduğu ve müziği duyan insana cinlerin musallat olacağı ve delireceği söylenir.

    bu yaşanılan olayların bir çoğu 90'lı yıllarda yaşanmış olarak lanse edilir. başta bu hikayeyi bir çocuğa anlattığınızda çocuğun vereceği bir tepkiyle bir yetişkine anlattığınızda vereceği tepki oldukça farklıdır. çocukların hayal gücünün en üst düzeyde olduğu yıllarda bu hikaye anlatıldığında çocuk hemen inanır ama yetişkin o hikayeyi birden fazla kişiden duymadan inanmaz. işte bana anlattıkları zamanda daha çocukluk döneminde olduğumdan sorgusuz sualsiz direk inanabilmiştim.

    şuan düşünüyorumda teknolojinin yavaş yavaş geliştiği dönemlerde böyle bir olayın yaşanması aslında tamamen yanlış anlaşılmadan kaynaklanıyor. olayın aslında ne olduğunu anlayınca komik bir durum ortaya çıkıyor.

    aslında olay şundan ibarettir. tarlada gece vakti çalışan sucular sürekli birlikte çalışamazlar ve yalnızlıklarını büyük pilli radyolardan müzik&şarkı dinleyerek geçirirler. işte bizim hikayemizin kahramanları da sucuların müziğini cin düğünü olarak zannetmeleridir. olay aslında tamamen basittir sabah ezanı okunduğunda yurdumuz insanının ezana olan saygısından müziğin sesi kısılır ve kahramanlarımız ezanın ilahi bir güç ile cinleri def ettiği söyler dururlar.

    not: cin denilen varlık var ve ya yok bilmiyorum ama insanların git gide doğa üstü hikayelere inanmak için kendilerini çabalamalarını bir türlü anlayamadım.
  • yüce toplumda yaşanan şeytanın da tanrı olabileceği ile ilgili fikir ayrılığı sonucunda oluşan gruplardan şeytanın da tanrı olabileceğine inanan egoistik varlıklardır. insanlardan daha uzun ömürlüdürler. sebebi allah'ın onlara deneyimlemek için daha uzun süre vererek tek tanrının allah olduğunu kavramalarını istemesidir. cin toplumu her insan bedenine doğumla birlikte bağlanarak dünyaya gelirler. benzetme olarak altın pusula filmindeki insanların çevresindeki hayvanları düşünün. cinin insan bedenine bağlanmasının nedeni insana şeytanın bakış açısını aşılamasıdır. endişe elem keder korku bu duyguların bir kaçıdır. insan ölünce cin insan bedeninden serbest kalır ve yaşamaya devam eder.
  • toplumda gördüğünüz hayalet, ufo, medyumluk, şeytan çağırma ve peri gibi bir çok fizik ötesi olan ve ispatlanmamış deneyimlerin kaynağı bu varlık türüdür. mesela zarfın içinde ne olduğunu bilmek, cisimleri hareket ettirmek, kişinin özel hayatı ile ilgili bilgileri öğrenmek gibi. medyumlar tamamen cinlerle çalışan insanlardır.
  • basit bir şekilde olmayan şeydir, üzerinde tartışılmasına bile gerek yok. hatta kısa yoldan din konusundaki hiçbir şeyin var olmadığını da varsayabilirsiniz.
  • buyuk ulke.
  • türk toplumunda epey yaygın bir mit.

    kendi çapımda korku hikâyeleri yazıyorum ve mitolojiye, halk inanışlarına meraklıyım. o yüzden bu tür -yaşandığı iddia edilen- olayları dinlemeye ve okumaya çalışıyorum. bizzat yaşadığını iddia eden insanlardan dinlemişliğim var. ayrıca farklı kültürlerde de benzer inanışlar var -douen, demon, erintja, satyr- ve onlara da biraz hâkim olduğumu söyleyebilirim.

    musallat olan varlığın saldırı biçimleri ilgimi çekti. genellikle şu biçimlerde oluyor.

    -cin/demon/hayalet kurbanın etrafında sinsice dolaşıyor. bir yandan gizlenip diğer yandan varlığını belli ediyor ve korku salıyor. bunu bir süre -bazen uzun süre- devam ettirdikten sonra saldırılarının dozajını arttırıyor ve kurbanı tamamen ele geçirene kadar saldırıyor.
    -birdenbire ortaya çıkıp saldırıyor.
    -eğer alanına tecavüz edilmişse -sözgelimi gece yarısı bir incir ağacına yaklaşılıyorsa- önce yüksek ve korkutucu sesler çıkarıp uyarıyor. ancak ihlâl devam ederse saldırıyor.
    -yol kenarlarına pusu kurup geçenlere aniden saldırıyor. özellikle satyrler yapıyor bunu.

    çatışmalardan sonra yaptığı da kurbanı veya kurbanın yaşadığı alanı ele geçirmek oluyor. mesela bir aile cin musallatına uğradıktan sonra, eğer bu varlığı def edemezse yaşadıkları ev veya aile bireylerinden biri "sahipli" oluyor.

    bunun vahşi hayvan davranışlarıyla ne kadar benzeştiği ilginizi çekti mi?

    türümüzün yüzbinlerce yıllık bir geçmişi var. kuşaklar boyunca tekrarlanan deneyimleri ve bu deneyimlerin etkisini hâlâ bilincimizde taşıyoruz.

    fobiler genellikle bu durumla ilişkilendirilir. sözgelimi, örümcek korkusu en yaygın fobilerden biri ve milyonlarca insanın hatırlamadığı bir dönemde aynı deneyimi yaşayıp aynı izlenimi edinmiş olması mümkün değil. ki şu an evde rastladığımız duvar örümceklerinin tek zararı ısırdıkları yerlerin biraz şişmesi olabilir. fakat atalarımızın bu canlılarla pek iyi tecrübeleri olmamış, örümcek gördüklerinde kendilerini tetikte olmak zorunda hissetmişler ve bu arketip kuşaktan kuşağa aktarılarak bir fobi olarak hayatımızda yer edinmiş.

    korku, insan türünün devamını sağlayan duyguların başında gelir. eğer korku gibi bir duyguya sahip olmasaydık, muhtemelen bugünkü insan popülasyonu tembelhayvan gibi ağaçlarda yaşayan birkaç yüz hayvandan ibaret olurdu. insan korku duygusu sayesinde kendini korumayı, bir tehdit algıladığında kaçmayı ya da mücadele etmeyi, örgütlenmeyi başardı.

    tüm bunları neden anlattım?

    cin vakalarının genellikle geceleri gerçekleştiği iddia edilir. hatta sabah ezanı okunduğunda kayboldukları söylenir. dinlediğim hemen hemen bütün vakalar ya gece, ya da gündüz olmasına rağmen karanlık, gözden uzak ortamlarda gerçekleşiyordu. öğle vakti alaçatı'da gerçekleşen bir cin olayına hiç denk gelmedim.

    her neyse, bunun sebebi gayet basit. karanlıkta bizden daha iyi gören, daha iyi koku alan ve bizim için tehdit oluşturan birçok hayvan var. büyük kediler, yılanlar, kurtlar, ayılar, atalarımız bir zamanlar bunlarla mücadele etmek durumunda kalmış.

    "karanlık korkusu"nun sebebi budur. karanlıkta ne olduğunu göremezsiniz ve eğer bundan 100.000 yıl önce bir mağarada yaşıyorsanız, sizden çok daha iyi gören ve güçlü hayvanların tehdidi altındasınız demektir. bu durumda uyurken tetikte olmanız gerekir. peki bu tetikte olma hâlini ne sağlıyor? evet, korku. eğer korku duygusuna sahip olmazsanız o mağarada mışıl mışıl uyursunuz ve rakunlar için bile kolay bir hedef olabilirsiniz.

    kendimizi bu tehditlerden yalıtmayı başarmışız. ama şunun şurasında 10.000 yıldır kentlerde yaşıyoruz, bundan önceki yüzbinlerce yılın birikimini beynimizden ve genlerimizden atmak mümkün değil. yani atalarımızın vahşi hayvanlara karşı duyduğu korku bizde "karanlık korkusu" olarak evrilmiş. normalde önemsemeyeceğimiz sesler gece ciddi bir korku kaynağı olabiliyor. bu korkunun yarattığı etkiyle basit sesleri, gölgeleri, cisimleri bir şeye benzetebiliyoruz.

    eh, hemen hemen herkesin doğuştan sahip olduğu bu korkunun bir şekilde temellendirilmesi gerekiyordu. geceleri duyduğumuz seslerin bir sebebinin olması gerekiyordu. bu yüzden cin gibi figürlere inanmaya başladık.

    bu yüzden cin hikâyelerinin hiç biri güvenlikli sitelerde, otellerde, nişantaşı'nda, altında kafeterya olan evlerde, kalabalık kamp alanlarında geçmiyor. hikâyelerin tamamı insanların yalnızlık ve tekinsizlik hissi içinde olduğu yerlerde, köy evlerinde, eski evlerde, ormanlarda geçiyor. yaşandığı iddia edilen "tecrübelerin" tamamı da, halüsinasyonlardan veya korkunun etkisiyle yanlış yorumlanan seslerden/görüntülerden ibaret.

    ortada rorschach testi benzeri bir durum var. insan beyni basit bir gölgeyi korkunç bir canavara dönüştürecek kabiliyete sahiptir. şimdi cinlerin neden "inanmayanlara gelmediklerini" anlamışsınızdır.

    edit: vulpius tarafından yazılan (bkz: #13210198) giriyi de okumanızı tavsiye ederim. nörolojik açıdan daha açıklayıcı olmuş.
hesabın var mı? giriş yap