• baader-meinhof mitosunu yıkmaya gücünün yeteceğini sanmıyorum bu filmin. zira devrimci ideoloji, dönemin idealizmi, siyasi felsefesi neredeyse hiç ele alınamış filmde. sanki bir tek iran şahının almanya'ya gelişini protesto etmek üzere yollara döküldü bu kadar genç, sanki en başta örgütlenirken dünyayı, sistemi değiştirmek, daha insanca, hakça bir düzen kurmak gibi hedefleri yoktu....
    karakterler de sanırım pek gerçekçi aktarılmamış beyaz perdeye; andreas baader'in hiç de filmde gösterildiği gibi bir psikopat olduğunu sanmıyorum, ulrike meinhof'un kendi kişisel mutsuzluklarından kaçmanın yolunu silahta görecek kadar boş ve tabir caizse salak olduğunu da sanmıyorum.
    şiddetin herhangi bir türünü ya da raf'ın eylemlerini savunduğumdan değil, ama filmde ulrike meinhof'un çok güzel bir sözü var. hücre hapsinde bulunan meinhof mahkeme heyeti karşısında şunu diyor: "hücrede bulunan bir tutuklunun önünde iki seçenek var: ya susacak ve susarak ölümünü kendi hazırlayacak, ya da bildiği her şeyi itiraf ederek örgütü ele verecek." raf'ın da bence kendi ideolojisine göre iki seçeneği vardı, ya eyleme geçecek ya da olan biteni sineye çekecekti.... birinciyi tercih etti.
    bu seçenek meselesi üzerine kafa yorarken ve 30 yıl sonra dünyanın geldiği noktayı düşünürken eğer şiddete ve silaha inanmıyorsak, elimizde ne kaldığını düşünüyorum ben de. bize, ilkini yani şiddeti kabul etmediğmize göre, tek seçenek olarak ne bırakılıyor? susmak mı? devlet terörü neredeyse bütün dünyaya hakim olmuşken, demokrasi denen tatlı hayal ingiltere'de olduğu gibi kapitalizmin bekçiliğini yapan bir işçi partisi doğuracak kadar gerçeklikten uzaklaşmışken, bize, daha hakça, daha insanca bir düzen isteyenlere nasıl bir seçenek sunuluyor?
  • stefan aust 'la, basta raf'in kurulusunda yer alan, sonra filistin kampindan kacip alman hükümetine siginan peter homann 'in, baader-meinhof 'la tanisikliklarinin ekmeginin yiye yiye bitiremediklerini gözümüze sokmus, bol patlamali film. acikcasini söyleyeyim, senaristi duyunca pek bir objektiflik beklentisiyle filme gitmesem de, az bucuk hakkaniyet bekliyormusum demek ki, hayalkirikligina ugradim.

    film, degil mitosu yikmak, onu en klise en haliyle yeniden üretiyor. ilginc bir sekilde, 12 eylül'ü bilmeyen türk gencliginin gecmisi dizilerden "ögrendigi" gibi, deutsche herbst 'i, raf' i bilmeyen alman gencligi de raf'i bu filmle "tanidi". neyse biz mitosa dönelim:

    öncelikle ortada raf'in neden ortaya ciktigini, neden siddeti sectigini görmüyoruz. iki dakikalik bir antisah demosu, dolu bir anfi, rudi dutschke 'nin vurulmasi, meinhof'un televizyon röportaji arka arkaya yasak savar gibi acelece siralaniyor ki patlamalara filan gecelim. ne barisci ögrenci/isci hareketlerinin siddetle bastirildigini görüyoruz, ne politikacilarin/bürokratlarin, halkin taleplerine vurdumduymazligini ne bewegung 2.juni 'yi ne de eylemlerin ilk basladigi sirada baader'lerin neredeyse her besinci alman'dan buldugu halk destegini. sürekli bir vietnam-filistin muhabbeti dönüyor; zengin ülke sipalarinin maceraperestliklerine kilif olarak sectigi. arasira meinhof, arkadan bildiri okuyor; provakatif, cignene cignene ici bosalmis cümleler, sinirbozucu bir tonlamayla kulaklarimizi taciz ediyor.

    tiplemeler daha bir alem:
    baader psikopat, tüm hatunlarin dibi düsüren, buna ragmen kadin düsmani (ensslin haric, onunla güzel ciplak sahneleri var tabii), yakisikli asi. sürekli sukunetini kaybediyor, olur olmaz yerde patliyor, ona ragmen catisma sahnesinde sigara icecek, yoldasiyla cakmak alisverisi yapacak kadar über cool. disipline gelemiyor. tabii cezaevine düsünce durumun ne kadar feci oldugunu anliyor, ah ne yaptik biz oluyor, yine de mahkemede espri üstüne espri patlatiyor, zavalli hakimi sapsallastiriyor. dengesiz, malin önde gideni.

    meinhof, evinden sikildigi icin maceraya atilan, bos bos gezevelikler eden,ne istedigini bilmeyen, sinir krizinin esiginde hafif salakimsi ev kadini. zaten o güzelim hapis kosullarini da o yüzden kaldiramiyor, yoksa adamlar sana özel hapishane yapmis, gir icine otur, mis. yok, oraya buraya mektup yaziyor ortaligi ayaga kaldiriyor. holger meins 'in, aclik grevinde öldügü arada, kapilarin izole edildigi siralarda filan ara sira gardiyanlar sertlesiyor ama teröristsin o kadarina da katlan yanee.

    ensslin, seksi, siddet manyagi top model ama o da über cool bi hatun allah'i var.

    ensslin'le meinhof yanlis eylem secimi yüzünden sacsaca basbasa kavga eden tikilere dönüsüyorlar hapiste (gerci yönetmen bunu senaryoya kendilerinin soktugunu söyledi ama, olmus olabilir de yani) baader amsalak, ensslin ne derse ona kaniyor. meinhof'un üstüne bi gidiyorlar, bu da dayanamayip intihar ediyor mecburen. filistindekiler bu yoz tiplemelere sirf antisiyonist olduklari icin katlaniyorlar. (adamlara sorunlari olan yoldaslarini*israil ispiyonu diye öldürtmeye kalkiyor baader'le ensslin. o kisi de stepfan aust'la beraber bu filmi yapmaz mi, hay allah tesadüfe bak. bu olayin, kendinden baska yasayan tanigi olmadigindan, sözüne inaniyoruz tabii.) günde iki kere aranan hücrelerinde silahtan, kendi yaptiklari telefonlara kadar ne ararsan var zaten. en sonunda ortaligi o kadar gereksiz kana buladiktan sonra (etraf kan gölü, patlama üstüne patlama,amerikan üslerinde yerde can cekisen bacagi , kolu kopuk sahislara yakin cekim sahneleri, özel efektin anuna koyuyoruz, harika) intihar ediyorlar da biz de kurtuluyoruz hücrelerinde giderek zavallilasan bu tiplemelerden. filmin en akli basinda zati gizli servis baskani, garibim hükümete laf geciremedigi icin oluyor zaten bütün bunlar. (bu arada bütün vatandaslarin bilgileri ilk kez bir bilgisayar merkezinde toplaniyor. o zamanlar pc yok, bilgisayarlar devletlere satiliyor, almanya bu isin faidesini görünce, parasi yeten ne kadar devlet varsa siraya giriyor. buna güzel bir atif die dritte generation filminde vardir.) tabii hükümetin böylelikle az da olsa sucu var bu islerde olmus oluyor, kiziyor insan haliyle.

    ikinci ücüncü nesillerse zaten dangalak, gözü dönmüs, beyni yikanmis picler. ben bile gebertirim onlari, o derece.

    filmde senaristin buldugu tabii akisi bir sekilde heyecanli tutmak istedigi icin degistirdigi yerleri say say bitmiyor -sözgelimi jürgen ponto 'nun esi, gercekle bir alakasi olmayan sahneler yüzünden, bundesverdienstkreuz madalyasini geri verdi- ama hey, bu bir tarih dersi degil adamim, izleyicinin sinemaya gelmesi gerek.

    neredeyse figuran rollerine kadar alman sinemasinin crem de la cremini biraraya getiren castin oyunculuguna, söylecek pek bir sey yok. kafamizdaki terörist neyse onu fenafillaha erdirmisler. bruno ganz zaten baba. siddetin estetize edilisini filan ben patlamalardan göremedim. haa, su sahneye bakiniz derim yine de

    adamlar sanki memleketin en iyi korunan zatlarindan birine*suikast düzenlemiyorlar da, annie leibovitz 'e poz veriyorlar. ha hazir leibovitz demisken bir de bu var tabii
    nedir, hic mi kürklü ve converseli, hücresinde meditasyon yapan adam görmediniz?

    islak, aralik dudakli, kisik skerim bakisli, orijinal arama ilanlarindan esinlenilen afis de su

    alman sinemasina ilgiliyseniz, hatirla sevgili 'nin türk yakin tarihini dogru ve objektif yansittigina inaniyorsaniz, moritz bleibtreu 'yu, johanna wokalek 'i fantazilerimden eksik etmem diyorsaniz, buyrunuz.

    botox notu: linklere el attim. baska seyler de oldu sözgelimi, stephan aust basta brigitte mohnhaupt und christian klar gibi filminde kullandigi kisilerle hic görüsmemis, fikirlerini almamis olmakla övündü, brigitte mohnhaupt'un seks sahnelerinin, raf'in devrimci kisiligine acik bir saldiri oldugu gerekcesiyle yaptigi mahkeme basvurusu reddedildi. gerekce sanatci özgürlügü. "sadece ve sadece gercegi anlatacagiz, mitosu yikiyoruz"cular mahkemede her ne hikmetse "bu bir filmdir, gercekleri yansitmak gibi bir iddiamiz yok" dediler, ponto ailesine. ensslin'i hic bir tarihi gercege uymayacak sekilde önderlik, femme fatale vs. olarak stilize etmelerinin, alman teenagerlarina yönelik bir pr olayini oldugunu citlativerdi muhtelif röportajlarinda johanna wokalek. bu arada filmimiz tereciye tere satamadigindan oscar alamadi. hemen bana ne demeyin, ne kadar patlama gümleme fetisistinin, romantik kalbin kirildigini bir bilseniz...
  • raf'ı, filme konu olan kitaptan değilde, başka bir araştırma kitabından öğrenmiş bir kişi olarak edeceğim kelam şudur ki, ya benim okuduğum kitap ya da bu filme kaynak olan kitaptan birisi çok fena sıkıyor. bunu gösteren tomarla şey sıralayabilirim, ama en gözüme gözüme batanı süper kuşkulu intihar vakaları. filmin ikinci yarısından itibaren gayet bodoz bir biçimde ulrike meinhof yanlızlığa itilmiş, dışlanmış bir kadın oluverdi ki bununla alakalı hiç bir şey okumama rağmen, bendeki kitapta ısrarla intihardan sonra otopsi esnasında uaö* avukatlar ve devlet arasında kıyasıya bir mücadele anlatılıyor. onun ötesinde yine filme hiç konu olmayan tecrit durumundaki sorunlar yine bir iki dakikada hobadanak geçiliveriyor. mahkumların eşit haklara sahip olmak için verdikleri mücadele, bir sürü kez isteklerinin ve açlık grevlerinin yok sayılması vs. vs. anlat anlat bitmez gırla farklılık var göze sokulan, her şeyin ötesinde karakterlerin gösterilmesi ve anlatımındaki abartılı tutumda cabası. baader dedigin adam bildigin sadist sapık, meinhof içine kapalı ezik anne gibi...

    filme konu olan kitabın yazarı stefan aust'un der spiegel'in uzun süreli çalışanı olması filme başlarken kafamda bir sürü soru işareti oluşmasını sağlamıştı zaten, keza raf'ın en temel karşısında olduğu springer grubu adamının elinden çıkmış oluyordu kitap. filmin sonunda hiç yanılmadım diyebilirim, bu kadar olayı kaymağından anlatan ve sonunda ağızda "üç beş sıkılgan çapulcu manyaktı lan işte nedir" tadı bırakan bir filmdir özetle.

    ya dur hele hele, bak benimde çocuğum var, ulrike'nin de ha ha bak baader'in de kızı var ama biz onları sallmayan manyaklarız işimiz gücümüz bombalamak yakmak yıkmak havası vardı filmin bir yerinde, bu nedir lan.

    edit: ölü link
  • baader meinhof kopmlex
    her şey 2 haziran 1967 günü berlin operası yakınlarında başladı. almanya’ya ziyarette bulunan iran şahı’nı protesto etmek isteyen kitlenin üzerine, alman polisi ve şah yanlısı iranlı para-militer güçlerin saldırısı sonucunda çok sayıda kişi yaralandı ve benno ohnesorg adında bir genç yaşamını yitirdi. bu, almanya’nın 68 isyanı diye adlandırılan gençlik dirilişini başlatan bir kıvılcım oldu. bu süreçten sonra başlayan gençlik hareketleri ülke geneline yayılacak ve yayıldıkça da farklı yöntemleri benimseyen gençlik grupları-örgütleri oluşacaktı. bu ayrışma içinde göze batan ve şiddet eylemlerini kendine yöntem edinmiş olan grup hiç kuşkusuz ki andreas baader’in öncülük yaptığıydı.
    daha sonrasında banka soygunları, kundaklamalar, büyük şirket ve alış veriş merkezlerine yönelik bombalamalar, baader grubunun, çizgisine dair yeterince ipucu verecekti zaten. eylemlerin doruk noktasında olduğu ve gençliğin baader grubu’na hızla sempati beslemeye başladığı bir süreçte baader yakalandı. bir yol kontrolü sırasında yakalanarak tutuklanan baader, temyize verilen dilekçe sonucu serbest kaldı ancak 1969 yılında mahkemenin verdiği tutuklama kararına itiraz ederek, kaçak yaşamına devam etti. bir ihbar sonucu ikinci kez yakalandıktan sonra ise tarihin görmüş olduğu en organize ve enteresan kaçışı gerçekleştirdi. adeta “o duvar duvarınız, vız gelir bize vız” dercesine firar etti. ulrike mainhof’la ortak bir kitap yazma bahanesiyle cezaevinden alınmış izinle bir kütüphaneye polis nezaretinde getirilen baader, 1970 yılında buradan arkadaşlarının yardımıyla kaçtı.
    işte bu kaçışla kızıl ordu fraksiyonu(raf)’nun temeli atılmış oluyordu. bundan sonraki süreçte eğitim almak üzere filistin kurtuluş ordusu kamplarına, ürdün’e giden kızıl ordu fraksiyonu üyeleri, bir süre sonra tekrardan almanya’ya geri döndü.
    bu dönüşle birlikte esas eylemlerine başlayan grup, alman devleti tarafından en fazla aranan örgüt olmuştur. ancak eylemlerin çok uzun soluklu olduğu söylenemez zira andreas baader 1972 yılında girdiği bir çatışmada yakalandı. katledildiği 18 ekim 1977 tarihine kadar da tutsak olarak kaldı.
    tüm dünyada bir devrim rüzgarının estiği bir dönemden bahsediyoruz. bu süreçte devlet terörü ve kapitalizmin vahşi yüzü de kendini en şiddetli biçimde göstermekte. tüm bu örgütlü kapitalist baskıya karşı, dünya devrimci hareketi içinde enternasyonal bir dayanışmanın filizleri atılmıştır bile o dönemde. devrimciler arasında tüm dünyada bir birliktelik yakalanmış ve almanya’dan filistin’e, ispanya’dan irlanda’ya uzanan bir dayanışma, kendini güçlü bir biçimde hissettirir olmuştur.
    nitekim 13 ekim 1977 tarihinde dört kişilik bir filistinli gerilla grubu tarafından, mollarco’dan frankfurt’a gitmek üzere havalanan uçak kaçırıldı. raf üyelerinin serbest bırakılmasını isteyen gerillalar, uçağı mogadişu’ya yönlendirdi. 18 ekim 1977 tarihinde alman özel harekât birliği tarafından sarılan uçaktaki filistinli gerilladan 3’ü öldürüldü, 1’i ise ağır yaralandı. üzerinde che guevara çıkarması olan kızıl tişörtüyle kameralara yansıyan filistinli gerilla ve vurularak ele geçirilen, ağır yaralı olmasına rağmen sedye ile taşınırken zafer işareti yapmayı başaran kadın gerillanın görüntüleri hafızalara kazındı.
    aynı gece, yani 18 ekim 1977 gecesi sabaha doğru, yüksek güvenlikli stuttgart stammheim cezaevi’nin yedinci katında ise bir katliam yaşanıyordu. andreas baader ve 4 arkadaşı, alman devleti tarafından öldürülecekti. baader ensesinden vurularak, möller göğsünden defalarca aldığı bıçak darbeleriyle, rabse kurşunlanarak ve ennslin asılarak katledildiler.
    tarihin bir cilvesi midir, yoksa devlet aygıtının kendi karakteri gereği midir; hemen her devlet, tutsak devrimcilere karşı böylesine katliamlar uygulamaktadır. bu anlamıyla 18 ekim cezaevi katliamının bu topraklardaki benzerlerinden yalnızca biri de 19 aralık olarak tarihe geçmiş bulunuyor.
    andreas baader ve ulrike meinhof, badeer-meinhof grubu diye bilinen raf’ın kurucu kadroları. 'tüm dünyada bir hayaletin dolaştığı' 20. yüzyılın en direngen militanlarından. devrimci hareketin gittikçe yükseliş gösterdiği bir dönemde, bu yükselişe almanya’dan ses veren iki öncü kadro. 68 patlamasının yarattığı enerjiyi, avrupa’da, örgütsel alana kanalize edebilmiş ender iki devrimci.
    serhat halis
  • baader-meinhof mitosunu yikmak gibi büyük bir iddiayla pazarlanan film. daha vizyona girmemis olmasina ragmen, yabanci film oscarina almanya adina aday gösterilmesinden, bruno ganz 'in raf sempatizanligina kadar hergün yazili ve görsel basinda yer buluyor/bulduruluyor. alman siyasetini, sanatini, kimligini, kültürünü bu denli derinden etkileyen ve güncelligini hala yitirmeyen raf'i ve popikonlarina dönüsmüs birinci nesil üyelerini bütün mitlerden arindirmak bu filmin harci midir, yoksa reklamcilarin kendini bilmezligi midir, yasayip görecegiz.

    konuya iliskin su an animsaya bildigim diger filmlerse:
    (bkz: deutschland im herbst)
    (bkz: die stille nach dem schuss)
    (bkz: die innere sicherheit)
    (bkz: die dritte generation)
  • bu filmi izleyen ortalama insanda oluşan fikir raf elemanları salaktı. daha kötüsü raf elemanları teröristti. hicbir sey bilmiyen insanlara yansıttıkları bakımından bu fimi sevmiyorum.
  • sürükleyici bir filmdi.

    --- spoiler ---

    filmde öncelikle ulrike'nin ve sonrasında diğerlerinin intihar edebileceğini hissettirmeyi başarmışlar. o psikolojiyi karakterlere yüklemişler. alman hükümetinin, ölümlerin intihar olduğunu ilan etmesi ve aksini kabul etmemesi sanıyorum burada etkin olmuş.
    peki gerçekten intihar mıydı? önce ulrike'nin ölümü ile ilgili daha sonra kendisinin de aralarında olduğu diğer raf üyelerinin sözde intihar eylemleri ile ilgili irmgard möller - kendisi yaralı olarak kurtulmuş - ile yapılan, iki ayrı röportajda söylediklerini aşağıda direk wikipedia'dan kopyalayıp yapıştırıyorum.

    raf üyelerinden biri olan irmgard möller 22 yıllık tecrit cezasından sonra yaptığı bir söyleşi de şunları demiştir :
    "ulrike almanya'da çok tanınan bir insandı. bir savcı şöyle bir itirafta bulunmuştu: "ulrike'yi çıldırtmalıyız ki herkes bu örgütte deliler olduğuna inansın." onun beyni üzerinde araştırmalar yapmayı bile denediler. deli olduğunu ispatlamak için tabii. daha önce de, ulrike özgür olduğu sırada, illegalite koşullarındayken bir gazetede ulrike'nin intihar ettiği haberi çıkmıştı. 1972 başlarındaydı bu olay. intihar nedeni olarak da ulrike'nin arkadaşlarıyla anlaşmazlığa düşmesi verilmişti. ama o sırada ulrike benim yanımdaydı ve haberi beraber okumuştuk. bu haberi çok tehlikeli bulmuştuk. cezaevinde ulrike ölü bulunduğunda da aynı haber gazetede çıktı. haberde andreas ve gudrun'la ayrılığa düştüğü için intihar ettiği yazılıydı. bu haber tüm gazetelerde ve ölü bulunmasının hemen ardından çıktı. uluslararası bir araştırma komisyonu incelemeler yaptı. kendisini astığı iddia edilen havlu ile yapılan denemelerde, bunun bir insanı taşıyamayacağı ve hemen koptuğu belirlendi. yani ulrike'nin kendini o havluyla asabilmesi mümkün değildi. doktorların araştırmaları sonucunda ulrike'nin boynunun asılmadan önce kırılmış olduğu ortaya çıktı. davalar o dönem yeni başlamıştı ve deliller toplanıyordu. ulrike'nin kendisini öldürmesi için hiçbir neden yoktu."

    yaralanan irmgard möller hayatta kaldı ve 1994 yılında salıverildi. ve yine yaptığı bir söyleşide şunları demiştir :
    "ulrike ölü bulunduğunda tarih mayıs 1976'ydı. eylül 1977'de ben de stammheim'daydım. daha önce hamburg'da kalmış, 1977 başında stammheim'a getirilmiştim. çünkü davam başlayacaktı. açlık grevimiz sayesinde gruplar halinde kalma hakkını elde etmiştik. ben de bu gruba kondum. o sırada ulrike ölmüştü. daha sonra grup sayısının sekize çıkması için yeni bir açlık grevine başladık. bu olmadı, ama her gün birbirimizle görüşebilme hakkını kazandık. 2 eylül 1977 günü raf, işverenler sendikası schleyer'i kaçırdı. çok ünlü ve nefret edilen biriydi. ii. dünya savaşı'nda çekoslovakya'yı işgal eden kuvvetlerin içinde komutan heidrich'in asistanıydı. eski bir nazi'ydi yani. almanya'da yürütülen mücadele sırasında da sendikalara karşı tavrıyla işçilerin haklarının ellerinden alınması için çalışmıştı. raf onu 11 tutsakla değiş tokuş yapmak amacıyla kaçırmıştı. bu olay üzerine, bir arada kalırken hepimiz ayrı ayrı hücrelere konduk ve görüşmemiz yasaklandı. öncesinde ortak eşyalarımız, yemeğimiz ve kitaplarımız vardı, her şeyimiz ortaktı. bu haklar elimizden alındı ve hücreyle ilgili bir yasa çıktı. dışarıyla da ilişkimiz kesilecekti, yani ne avukat ne gazete olacaktı. hepimiz 7. kattaydık, ama ne birbirimizle ne dışarısıyla ilişkimiz vardı. ingrid schubert de 7. kata kondu ve dört kişi olduk. raf'la görüşmeler haftalarca sürdü. alman hükümeti sürekli olarak schleyer'in yaşadığına dair deliller istiyordu. raf her seferinde buna cevap verdi ve schleyer'in ölmediğini gösterdi. haftalarca hiçbir şey olmadı. alman hükümeti ve polisi bu süre içinde komandoları bulmaya ve schleyer'i kurtarmaya çalışıyordu. bu sürece bir son vermek için filistinli bir grup lufthansa uçağını kaçırdı. yani elimizde baskı aracı olarak schleyer ve lufthansa uçağı vardı. uçak bazı havaalanlarına uğradıktan sonra somali'ye indi. somali başkanı etiyopya'yla savaş halinde olduğu için alman hükümetine kendini sattı. alman özel timleri uçağa girdi, yolcuları dışarı çıkardı ve filistinli grubun üyelerini öldürdü. aynı gece stammheim'a girerek gudrun, andreas ve jan'ı öldürdüler. ben de ağır yaralandım. göğsüme birçok bıçak darbesi almıştım. bilincimi kaybetmiştim ve günler sonra hastanede kendime geldim. diğerlerinin öldüğünü orada öğrendim. ağır yaralanmıştım, zor nefes alıyordum. ölmememin nedeni de bıçağın kaburgalarıma takılmış olmasıydı. bıçak biraz daha derine gitseydi ben de ölecektim. gazetelerde hemen ertesi günü tutukluların intihar ettiği haberi çıktı. neden olarak da morallerinin bozulmuş olması gösterildi. bugün bile söyledikleri bu. "intihar ettiler, çünkü hiçbiri mantıklı ve normal değildi," dediler. tabii bu doğru değildi."

    --- spoiler ---
  • stefan austs'un raf/baader meinhof hakkinda olan kült eseri. filmi de cekilmistir, movie olmustur artik. eylül sonu almanya'da gösterime girecek, moritz bleibtreu baader'i, martina gedeck meinhof'u oynuyor. bruno ganz da bonusu, yeme de yaninda yat bir sey olacaga benzer.. http://www.bmk.film.de/
  • filmin benim dikkatimi en çok çeken taraflarından bir tanesi, polisin göstericilere ve eylemcilere şiddet uyguladığı sahnelerin gerçekçiliği oldu. uli edel'in eline cop verilenin insanlıktan çıkışını bu denli yalın ve net, duygu sömürüsüne kaymayan sürelerde verebilişini takdir ettim. bunun bu gerçekçilik anlamında türk sinemasında henüz yakınından bile geçebilmiş bir örneği mevcut değil.

    şöyle bir aksaklıktan bahsedilebilir; filmde raf'ın vakti zamanında alman halkı arasında "gerçekten" sahip olduğu taraftar, militan ve sempatizan sayısı düşünüldüğünde; örgütün devam eden forsu, etkinliği ve ciddiye alınması gerekliliği filmde biraz karambole gitmiş. çünkü benim bildiğim, raf'ın kurucu üyeleri tasfiye edildikten sonra 2. jenerasyon ilkinden çok daha sert, çok daha şiddetli eylemlerle geri dönüyor. hatta 2. grup tasfiye edildikten sonra 3. jenerasyon da keza öyle. filmde ise bu devam-eden-etki ve etkinliği hissedebilmek çok mümkün değil. tersine, sanki 2. jenerasyon bizim alık bağcılar ülkü ocakları tayfası gibi gözüküyor.

    bunun dışında casting mükemmel. oyuncuların canlandırılan kişilerin gerçek hayattaki görünüşleriyle benzerlik ve uyumları kusursuz gibi. andreas baader'in deli dolu hafif kaçık ve çokça agresif kişiliğine cuk oturan (gözlere şenlik, dünyalar güzeli) moritz bleibtreu'nun bir gömlek üzerinde ise johanna wokalek var; gudrun ensslin performansı ayakta alkışlamalık.
  • --- spoiler ---

    bir taş atılırsa, bu cezalandırılması gereken bir davranıştır. bin taş atılırsa, bu politik bir eylemdir.
    bir otomobil ateşe verilirse, bu cezalandırılması gereken bir davranıştır. yüzlerce otomobil yakılırsa, bu politik bir eylemdir.

    protesto: bana neyin yanlış geldiğini söylememdir.

    direniş ise, benim için yanlış olanın tekrar vuku bulmasını sağlamamdır.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap