• 15 ay askerlik yaptım. 1 sene güneydoğuda anasının amındaki bir dağda kurulu bir karakolda kaldım. ilk 3 ay annemi ablamı arayamadım seslerini duyunca ağlayacağımı bildiğim için. gece 3'te keleş seslerine uyandım. göt korkusundan yol aramaya inemeyen komutanlar yüzünden ciğeri beş para etmez kaçakçılardan ''yazın kendinize dikkat edin asker'' tehditini duydum. -15 derecede ayakkabısı olmadığı için okula terlikle gelen çocukları gördüm. keleşle intihar etmiş birinin fotoğraflarını gördüm. 36 saat uykusuz kaldım. mayın patlama sesi duydum. o sesten dolayı bir uzman çavuşun bacaklarının koptuğunu öğrendim. 25 kişilik hanelerin iki odalı evlerde yaşadıklarını gördüm. yanlarındaki karakoldan her gece uçaksavar biksi sesi gelen çocukların tepkisizleşmelerine şahit oldum. 10 kilometre ötede ağzına g-3 sokup intihar eden askerin haberini aldım. 20 yaşındaymış. sivil hayatta kimsenin birine söylemeye cesaret edemeyeceği hakaretleri yüzüne karşı bütün nefretiyle haykıran 40 yaşında adamları gördüm. bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda dışarıda duracaksınız! diye yüzüme bağıran adama içimden küfür ettim. botum yırtıldı ''o daha idare eder seni'' dediler. 1 seneyi tek botla bitirdim. silahını temiz tutmadığı için namluyla dövülen çocukların battaniyenin altında ağladıklarını işittim. parasızlıktan annesi babasıyla 5 ay konuşamayan adamların gözlerine baktım. bitince görüşürüz zaten dediler. 24 şehit haberini aldık. üzülmeye vakit bulamadan hakarete uğradık. biz kimmişiz ki zaten? böyle salak salak uyursak işte öyle şehit olurmuşuz. hepimiz gerizekalı işe yaramaz adamlarmışız. anamız babamız da bizi orada askerlik yapıyor zannediyormuş.
    yalnız kaldık. bütün dünyaya yetecek kadar yalnızlığımız vardı. bitti geçti. onu bunu öldürmekle bitmiyor bu savaş.
  • öyle batıdaki gibi boş şarjörlerle değil hücum yeleğindekiler dahil 5 tam dolu şarjörle nöbete gitmektir.
    nöbetten gelince g3 tüfeğini batıda "silahlık" denilen yere teslim etmek değil ranzanın başucuna asmaktır.
    yazın 45 derece sıcağı kışın -30 derece soğuğu 1,5-2 metre karı görmektir.

    gülyazı'da yaptım. zor ve güzel günler geçirdim. ben istemedim oraya gitmeyi elbet, şans. kısa dönem olmama rağmen neredeyse 4 mevsimi yaşadım 6 ayda. batıda yapsam bunların hiç birisini ömür boyunca tecrübe edemezdim. demek ki gidip görmek varmış oraları.

    şimdi eminim bu yazdıklarımı okurken "koduğumun poşeti yaptığın 6 ay askerlik, seninki de askerlik mi lavuk?" diyenler olabilir. aynı dönem aynı yerde askerlik yaptığımız kısa dönem arkadaşların bir kısmı taşak kebabı yapıyorken ben yeri geliyor 24 saat kolluk tutuyordum. nöbete asker göndermem gerekirken asker yokluğundan kendim nöbete gidiyordum. jandarma olmamdan dolayı bize tanınan "turizm jandarması" olma hakkı için sınava gittiğimizde oxford'da okuyan elemanı kafalayıp kopya çeken antalya'ya uludağ'a giden arkadaşlarım oldu. körelmiş anadolu lisesi ingilizcemle sınırda kaldım ve bu haktan faydalanamadım. ama hak etmediğim bir şeyi de istemedim, istesem aynı yöntemle benim de kuşadası'na alanya'ya gitme ihtimalim vardı.

    farkında olmadan ırak sınırına girp çıkmışlığımız bile oldu. komutanım burası hangi köy diye sorduğumda "ne köyü lan ırak'a girdik" cevabını aldım. gözünün alabildiği her yer dağ tepe. ardı arkasına sırdağ. terörün nasıl yuvalandığını gördüm. öyle coğrafya olmaz olsun arkadaş gerçekten ordumuzun işi zor.

    şırnak merkezdeyken tümen'den aniden kalkan helikopterleri gördüğümde içim cız etti resmen. bir çatışma olduğunu anlamıştım hemen. kalktıktan 2 saat sonra helikopterler piste inerken çığlık çığlığa giden ambülansın pisten neden hüzünlü bir matem havasında yavaş yavaş döndüğünü gördüm. o gün bir şehit daha vermiştik.

    konvoy ne demek, güvenli günler ne demek onu gördüm. 70 km yolun neden 4 saatte alındığını gördüm doğuda. helikopterlerin giremediği vadileri gördüm. her 4-5 kilometrede bir neden askeri birlik var onu gördüm.

    her gün nizamiyeye gelen, ellerindeki heybelere taburun fırınından çıkan sıcak ekmekleri dolduran çocukların yüzlerinde hüznü gördüm.

    6 ay askerlik yaptım ben ancak bu kadarını gördüm. doğuda 18 ay askerlik yapan erlere, ömrü şark görevinde geçen komutanlara sonsuz saygı duyuyorum bu yüzden. gerçekten çoğu insanın tahmin bile edemeyeceği, ne kadar anlatılsa da kafasında canlandıramayacağı bir duygu doğuda asker olmak. allah doğuda yaşayan ve gerçekten terör mağduru olan insanlarımızı, bu lanetin bitmesini gerçekten isteyenleri ve ordumuzu korusun.
  • iki genç geldi işyerine. nişanlılar, gözlerinin içi gülüyor genç kızın. oğlan biraz daha "dik durma" kaygısında. ama on dakika önce elime verdiği, çizgili kağıda yazılmış "beni anladınız allah ne muradınız varsa versin" notu var zihnimde. gülümsüyorum onun yaşına ve hissiyatına uymayan duruşuna bakarken. anlatıyorlar uzun uzun. daha konuya gelememişler de etrafı kolaçan ediyorlar gibi. birden genç kız - o gözlerinin içi gülen kız- buza çeviriyor bakışını: askere gidecek, düşünebiliyor musunuz diyor. ya başına bir şey gelirse? cevap yok! "ne düşnüyorsun bu konuda?" diye soruyorum. "ölür, kavuşamam! yılardır beklemişim, ölürse ölürüm..." diyor. gözleri japon çizgi filmlerindeki küçük kızlarınki gibi doluyor... ölmüş işte gene bir tanesi. rakama vurulup söylendiğinde o kadar sığ ki; hayal ölüyor be, yapılmak istenenler, uğruna hayat verilesi bir sarılış, bir gün bile sevgiliyle birlikte uyanılmadan kapanan bir defter... diğer yandan da ölüyor. dün vardı ekranda; bir pkk lı gencin ağlayan annesi. annenin düşüncesi, savunusu, hayatı, derdi...; sadece anneliği. en koşulsuz sevgi! yazık çocuklara.

    dedem söylermiş ölüm yatağında:
    çamdan sakız akıyor
    kız nişanlın bakıyor oy zalım nenni nenni
    o yana da dönder sar beni, bu yana da dönder sar beni
    sağ yanımda yarem var sol yana dönder beni!

    nişanlı bakıyor, nişan almış bir başkası bakıyor, hayatla ölüm arasında bir çocuk akıyor.

    şemdinlide bir asker tezkere aldığı gün vurulmuş helikopterde, aşağıda da! dönemeden yarin kolunda. yara sağı öldürmüş ya, ne yana dönsen ölüm o vakit, annaye kavuşamamanın korkusu içinde...
  • "teskereye 3 ay kala nöbetten düşen değil, 3 gün kala şehit olanlardanız" sözünün gerçekliğine bizzat tanık olmaktır.
  • en iyi dostuyla telefonda konuşurken, telefonu aniden dostunun yüzüne kapatmaktır.

    geçen gece bunu bizzat yaşadım. telefon yüzüne kapatılan ben, telefonu yüzüme kapatan ise en iyi dostlarımdan biriydi. öfkeden deliye dönmedim. veryansın etmedim. adam yerine koyulmuyorum diye kompleks yapmadım. çünkü ortada çok önemli bir sebep vardı.

    o gece, hakkari yüksekova'da komando olan dostumla kandil vesilesi ile konuşma fırsatı buldum. halini hatrını sorduğumda, her seferinde bana ve ailesine söylediği gibi, iyiyim cevabını verdi. şafağa 2 ay kaldığını ve ekim'in ilk haftası döneceğini söylediğinde, çok sevindiğimi belirttim. ancak "orada durumlar nasıl dostum?" diye sorduğumda üzücü haberleri aldım. yazın gelmesiyle çoşan şerefsizlerle boğuştuklarını, saldırıya uğrayan diğer birliklere destek ve yardım için kimi zaman çok uzun mesafeler katettiklerini söyledi. lafını bitirdiğini zannettiğimden ona bir soru sormaya hazırlanıyordum ki, kendilerine 2 km. mesafedeki bir karakola pkk'lıların -görüşmemizden kısa süre önce- saldırdığını ve her an, saldırıya uğrayan birliğe desteğe gidebileceklerini söyledi. o an boğazım düğümlendi. "allah yardımcınız olsun dostum" demekten başka bir şey gelmedi elimden.

    sonra 2-3 saniyelik bir duraklama oldu. "batu bir dakika" dedi bana. aradan birkaç saniye geçtikten sonra "bize ihtiyaç varmış, hemen gidiyoruz kardeşim. kusura bakma" dedi ve telefonu aniden yüzüme kapattı. o an elimde telefonla kalakaldım. fakat onun, telefonu yüzüme kapatması hiç mi hiç üzmedi beni.

    sadece ben birazdan uyumaya çalışırken, onun ağır silah ve donanımıyla gecenin karanlığında askeri birliğe desteğe gitmesi ve belki de, hainlerle çatışmaya girecek olması üzdü beni. donakaldığım anda, zihnimdeki düşünceler bir sağa bir sola savrulmuştu. arasam açmaz, mesaj göndersem belki görmez dedim kendi kendime. ama gene de, mesaj atmaktan başka bir çare olmadığı geldi aklıma.

    telefonumun mesaj bölümüne girdim ve "seni allah'a emanet ediyorum can dostum, lütfen dikkatli ol" mesajını gönderdim. elimden sadece bu geldi, gelebildi. o gece uzun süre uyuyamadım...
  • nizamiyede nöbet tutarken yanınıza gelen küçük bir kızın "abi sizin bayrağınız ne renk?" sorusuyla öğlen sıcağında tüylerinizi diken diken etmesidir.
  • o ktm senin bu ktm benim dolaşmak demektir. gittiğiniz yerlerde halkın davranışlarını görünce bunların götünü korumaya değil de işgalci olarak düşman topraklarına mı geldim ben diye düşünmek demektir. gecenin bir vakti girdiğiniz taburda tam tekmil vaziyette sağa sola koşuşturan bir sürü asker görüp, sınırdaki bölüklerden birinde çatışma çıktığını ve hazır kıtanın oraya gittiğini öğrenip ilk nereye geldim lan ben şokunu yaşamak demektir. geceleri karartma yüzünden kapkaranlık olan taburda yol bulmaya çalışmak demektir. taburda bile toplu halde gezmenin yasak olması, fotoğraf verdiğinizde feci şekilde çarpılacağınızı, doğuda askerlik rahattır olm cep telefonu bile serbest gibi lafların sadece efsane olduğunu bizzat yerinde öğrenmek demektir. 10 saatlik sınır nöbetleri demektir. çarşısız geçecek 13 koca ay demektir. zordur velhasılı kelam.
  • dağa çıkmaya başlamışlardı. on kadar genç, değişik bir şey vardı sırtlarında. "bu ne?" diye sordum, mayın tarıyorlar, dedi arkadaş. yüzüm buruştu. bir tanesi de sırtında atlet, üzgün bir suratla yürüyor yoldan yukarı doğru. "yorulmuş" dedim asıl yorgunluğu bilmediğimden. her an ölebileceğini düşünerek yaşamaktır olsa olsa yorgunluk. hatta belası "yapılan işe inanmadan orada durmaktır; gönülsüz, zoraki". çok gençlerdi doğudakiler. çocuk hatta. arkadaşlarım geç gittiğinden askere 19 20 yaşında çocukları görünce garipsedim. bile bile mi gönderiyolar bu çocukları? dedim. yaşları dedi arkadaşım. tam yaşları işte. neye göre tam yaşları? tam da o çağda kanın deli gibi aktığı, kendini on kaplan gücünde sandığı, her türk asker doğara inandığı, ölümü oyun saydığı yaşlar... biliniyor olmalı. 5 kilometreye bir durduruyorlar aracı. dağların ortasında açık hedef duruyorlar öylece. yabancı oldukları yerlere "bizim" duygusuyla sahip çıkmak zorundalar. ama bizim yer duygusu kimliklere bakmalarıyla bitiyor. kendi memleketinden ya da yakınından olduğumu görünce konuşmak istiyorlar aceleci. gözleri ışıldıyor, yabancılığını hatırlıyor. öyle garipler ki oralarda ve öyle garipseniyorlar ki "kendilerine yakın birilerini gördüklerinde yalnızlık paylaşılan bir şeye dönüyor, gözlerim doluyor. dağlara taşlarla işledikleri yazılarda çektikleri cefalar anlam buluyor. o kadar rezil haldeyiz ki tüm çekilenler tek şey için, her şey vatan için. elin kana bulanmasıyla kurulan bu cümle her bir insanı rakam yapıyor, dört orda, yirmi burda asker ölüyor. asker dendiğinde daha da bir kabul edilir oluyor. insan değil asker ölüyor. hayat çocuğun kaderini "asker" olarak yazıyor. kamyon arkası yazılar vadır hani: ölüme sevdalı. zorla ölüme sevdalanmış çocuklar. başka çareleri yok. onu göze almadan aklı başında duramazsın oralarda. sevda öldürür, öldürmez de kalırsa hayatta sevda ölür.
  • doğuda asker olmak...
    haftalardır tepemde bir helikopter sesi. pır pır pır. biri inmeden diğeri kalkıyor. pır pır pır. gençten askerleri alıyor. bırakıyor dağın ortasına... alıyor bırakıyor, alıyor bırakıyor. öyle bir dağki; mercan deniyor ismine. sivastan erzincana ordan tunceliye dek uzanan, yeşil mi yeşil. derlerki yakarmış bu dağları asker de coşar çıkarmış yeniden, daha gür eskisinden. derlerki başedemeyince asker tırtıl salmış da yesin yaprakları diye, keklik salmış bir başkası... işte bu dağların eteğinde bir erzincan yolu. gün aşırı kesilir, yüz metre öteni göremezsin, göğü de. öyle bir yoldur ki o besmelesiz çekilmez, korkmadan ilerlenmez... bize manzara gibi gelen bu dağlar garibim askerin kabusudur. doğudur, zordur. zılgıtlarla başınıza üşüşür bir gece vakti birileri. öyle bir zılgıtki gecenin köründe korkudan kesilir eliniz ayağınız, canınız.
    derlerki "şehitler ölmez vatan bölünmez". bölünen hayat olur, can olur, insan olur, hayal olur, düş olur, bir annenin yaşama gücü olur. bir annenin aczi, evladını yitirmiş bir annenin yerleyeksan olmuş düşleri, bir annenin tanrıya emanet edilmiş ve asla alınamayacak gülüşleri...
    şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda! şüheda fışkırıyor burdan. kıpkırmızı kan. ne uğruna? vatan denmesin bana. öbür tarafa da vatan. insan yaşamı üzerinden pazarlık yürütmek nasıl bir kıyımdır. yıllardır oturup oturup, hiç çözüm üretmeyip gençten oğlanları yıllarını dağda geçirmiş gene bu vatandan çıkma adamların üzerine sürmek. göz göre göre öldürmek. adam gelip otuzu aşkın çocuğu öldürüyor, sekizini kaçırıyor sen başsağlığı telgrafı çekiyorsun. bir gün önce çocuklar tv ye çıkıp "iyiyiz biz" demişler. ne işi var üç aylık eğitim almış çocuğun allahın cezası dağın ortasında? nasılsa analar helal eder evladının kanını bu toprağa.
  • hayatında ilk defa, yazın sıcakta burnunun ve kulaklarının soyulduğunu görmek, kışın soğukta kafada bere ayakta çorapla uyumaktır.
hesabın var mı? giriş yap