• dağa çıkmaya başlamışlardı. on kadar genç, değişik bir şey vardı sırtlarında. "bu ne?" diye sordum, mayın tarıyorlar, dedi arkadaş. yüzüm buruştu. bir tanesi de sırtında atlet, üzgün bir suratla yürüyor yoldan yukarı doğru. "yorulmuş" dedim asıl yorgunluğu bilmediğimden. her an ölebileceğini düşünerek yaşamaktır olsa olsa yorgunluk. hatta belası "yapılan işe inanmadan orada durmaktır; gönülsüz, zoraki". çok gençlerdi doğudakiler. çocuk hatta. arkadaşlarım geç gittiğinden askere 19 20 yaşında çocukları görünce garipsedim. bile bile mi gönderiyolar bu çocukları? dedim. yaşları dedi arkadaşım. tam yaşları işte. neye göre tam yaşları? tam da o çağda kanın deli gibi aktığı, kendini on kaplan gücünde sandığı, her türk asker doğara inandığı, ölümü oyun saydığı yaşlar... biliniyor olmalı. 5 kilometreye bir durduruyorlar aracı. dağların ortasında açık hedef duruyorlar öylece. yabancı oldukları yerlere "bizim" duygusuyla sahip çıkmak zorundalar. ama bizim yer duygusu kimliklere bakmalarıyla bitiyor. kendi memleketinden ya da yakınından olduğumu görünce konuşmak istiyorlar aceleci. gözleri ışıldıyor, yabancılığını hatırlıyor. öyle garipler ki oralarda ve öyle garipseniyorlar ki "kendilerine yakın birilerini gördüklerinde yalnızlık paylaşılan bir şeye dönüyor, gözlerim doluyor. dağlara taşlarla işledikleri yazılarda çektikleri cefalar anlam buluyor. o kadar rezil haldeyiz ki tüm çekilenler tek şey için, her şey vatan için. elin kana bulanmasıyla kurulan bu cümle her bir insanı rakam yapıyor, dört orda, yirmi burda asker ölüyor. asker dendiğinde daha da bir kabul edilir oluyor. insan değil asker ölüyor. hayat çocuğun kaderini "asker" olarak yazıyor. kamyon arkası yazılar vadır hani: ölüme sevdalı. zorla ölüme sevdalanmış çocuklar. başka çareleri yok. onu göze almadan aklı başında duramazsın oralarda. sevda öldürür, öldürmez de kalırsa hayatta sevda ölür.
  • iki genç geldi işyerine. nişanlılar, gözlerinin içi gülüyor genç kızın. oğlan biraz daha "dik durma" kaygısında. ama on dakika önce elime verdiği, çizgili kağıda yazılmış "beni anladınız allah ne muradınız varsa versin" notu var zihnimde. gülümsüyorum onun yaşına ve hissiyatına uymayan duruşuna bakarken. anlatıyorlar uzun uzun. daha konuya gelememişler de etrafı kolaçan ediyorlar gibi. birden genç kız - o gözlerinin içi gülen kız- buza çeviriyor bakışını: askere gidecek, düşünebiliyor musunuz diyor. ya başına bir şey gelirse? cevap yok! "ne düşnüyorsun bu konuda?" diye soruyorum. "ölür, kavuşamam! yılardır beklemişim, ölürse ölürüm..." diyor. gözleri japon çizgi filmlerindeki küçük kızlarınki gibi doluyor... ölmüş işte gene bir tanesi. rakama vurulup söylendiğinde o kadar sığ ki; hayal ölüyor be, yapılmak istenenler, uğruna hayat verilesi bir sarılış, bir gün bile sevgiliyle birlikte uyanılmadan kapanan bir defter... diğer yandan da ölüyor. dün vardı ekranda; bir pkk lı gencin ağlayan annesi. annenin düşüncesi, savunusu, hayatı, derdi...; sadece anneliği. en koşulsuz sevgi! yazık çocuklara.

    dedem söylermiş ölüm yatağında:
    çamdan sakız akıyor
    kız nişanlın bakıyor oy zalım nenni nenni
    o yana da dönder sar beni, bu yana da dönder sar beni
    sağ yanımda yarem var sol yana dönder beni!

    nişanlı bakıyor, nişan almış bir başkası bakıyor, hayatla ölüm arasında bir çocuk akıyor.

    şemdinlide bir asker tezkere aldığı gün vurulmuş helikopterde, aşağıda da! dönemeden yarin kolunda. yara sağı öldürmüş ya, ne yana dönsen ölüm o vakit, annaye kavuşamamanın korkusu içinde...
  • "kuşkusuz, her tür otoritenin haklılaştırılmaya gereksinimi vardır. egemen-lik altındakilerin egemen güçlerin sahip olduklarını iddia ettikleri otoriteye itaat etmeleri gerekir. peki, bir iktidar ya da fiziksel zorun “meşru” ya da “hukuk ö-tesi” olarak değerlendirilmesi nasıl olmaktadır? “devlet şiddeti”, “işçi sınıfı şiddeti” gibi verili bir eylemi kim öyle adlandırıyor? bu aşamada bir “çekirdek amaç” esas olur . gene de, aktör bunun meşruluğunu, tanık gayri meşruluğunu iddia eder . bir toplumda yer alan teröristlerle toplumun önderleri (otoriteleri) arasında paralellikler bulunmaktadır ve ikisi de kendi ideallerini dışarıdan benimsetmeye çalışan “dışarılıklar” (outsiders) sayılabilir. her ikisi de birbirinin eylemini barbarlıkla suçlar ve kendi eylemini kahramanca sayar" (riches 1989).
  • askerliğim sırasındaki gözlemlerime dayanarak söylüyorum, birçok askerin hayalini kurduğu şeydir. türkiye'nin batısında askerlik yapmaktan farkı adında saklıdır. batıda eğitim, doğuda askerlik yapılır. batıya göre askere daha çok önem verildiği, kötü muamele edilmediği söylenir. ama bir de şu var: (bkz: bugün de ölmedim anne)
  • doğuda asker olmak...
    haftalardır tepemde bir helikopter sesi. pır pır pır. biri inmeden diğeri kalkıyor. pır pır pır. gençten askerleri alıyor. bırakıyor dağın ortasına... alıyor bırakıyor, alıyor bırakıyor. öyle bir dağki; mercan deniyor ismine. sivastan erzincana ordan tunceliye dek uzanan, yeşil mi yeşil. derlerki yakarmış bu dağları asker de coşar çıkarmış yeniden, daha gür eskisinden. derlerki başedemeyince asker tırtıl salmış da yesin yaprakları diye, keklik salmış bir başkası... işte bu dağların eteğinde bir erzincan yolu. gün aşırı kesilir, yüz metre öteni göremezsin, göğü de. öyle bir yoldur ki o besmelesiz çekilmez, korkmadan ilerlenmez... bize manzara gibi gelen bu dağlar garibim askerin kabusudur. doğudur, zordur. zılgıtlarla başınıza üşüşür bir gece vakti birileri. öyle bir zılgıtki gecenin köründe korkudan kesilir eliniz ayağınız, canınız.
    derlerki "şehitler ölmez vatan bölünmez". bölünen hayat olur, can olur, insan olur, hayal olur, düş olur, bir annenin yaşama gücü olur. bir annenin aczi, evladını yitirmiş bir annenin yerleyeksan olmuş düşleri, bir annenin tanrıya emanet edilmiş ve asla alınamayacak gülüşleri...
    şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda! şüheda fışkırıyor burdan. kıpkırmızı kan. ne uğruna? vatan denmesin bana. öbür tarafa da vatan. insan yaşamı üzerinden pazarlık yürütmek nasıl bir kıyımdır. yıllardır oturup oturup, hiç çözüm üretmeyip gençten oğlanları yıllarını dağda geçirmiş gene bu vatandan çıkma adamların üzerine sürmek. göz göre göre öldürmek. adam gelip otuzu aşkın çocuğu öldürüyor, sekizini kaçırıyor sen başsağlığı telgrafı çekiyorsun. bir gün önce çocuklar tv ye çıkıp "iyiyiz biz" demişler. ne işi var üç aylık eğitim almış çocuğun allahın cezası dağın ortasında? nasılsa analar helal eder evladının kanını bu toprağa.
  • o ktm senin bu ktm benim dolaşmak demektir. gittiğiniz yerlerde halkın davranışlarını görünce bunların götünü korumaya değil de işgalci olarak düşman topraklarına mı geldim ben diye düşünmek demektir. gecenin bir vakti girdiğiniz taburda tam tekmil vaziyette sağa sola koşuşturan bir sürü asker görüp, sınırdaki bölüklerden birinde çatışma çıktığını ve hazır kıtanın oraya gittiğini öğrenip ilk nereye geldim lan ben şokunu yaşamak demektir. geceleri karartma yüzünden kapkaranlık olan taburda yol bulmaya çalışmak demektir. taburda bile toplu halde gezmenin yasak olması, fotoğraf verdiğinizde feci şekilde çarpılacağınızı, doğuda askerlik rahattır olm cep telefonu bile serbest gibi lafların sadece efsane olduğunu bizzat yerinde öğrenmek demektir. 10 saatlik sınır nöbetleri demektir. çarşısız geçecek 13 koca ay demektir. zordur velhasılı kelam.
  • "teskereye 3 ay kala nöbetten düşen değil, 3 gün kala şehit olanlardanız" sözünün gerçekliğine bizzat tanık olmaktır.
  • nizamiyede nöbet tutarken yanınıza gelen küçük bir kızın "abi sizin bayrağınız ne renk?" sorusuyla öğlen sıcağında tüylerinizi diken diken etmesidir.
  • 92 93 yıllarından günümüze oldukça değişmiştir. ancak o zamanlar yaşanan acı tecrübelerin sonucu olarak tedbir ve psikoloji yönünden hala izlerini karumaktadır ve korumak zorundadır. zira yaşanan olayların sıklığını ve şiddetini yitirmiş olması, malesef hiç yaşanmayacağı anlamına hala gelmemektedir. buna ek olarak terörle mücadelede verilen kaybın en büyük sebebi her zaman rehavettir, tedbirsizliktir. bu defalarca tecrübe edilmiş bir gerçek olduğundan, ordunun askeri tetikte tutmak için seçtiği yol motivasyon ve sürekli uyarıdır. uyarı derken daha çok istihbarattan bahsediyorum. çünkü yapma denileni yapmayacak asker çok azdır, ama aynı asker mıntıkasında kaç teröristin gezdiğini, en son nerede görüldüklerini bilirse çok daha farklı hareket edecektir. doğuda askeri yıpratanın da bu sürekli istihbarat ve tetikte olma adına alınan ekstra önlemlerin fiziksel ve ruhsal yorgunluğa yol açması olduğunu düşünüyorum.

    yani daha somut örnekler vermek gerekirse hazır olunması gereken en zorlayıcı şeyler şöyle sıralanabilir:
    -çarşı izni olmaması.
    -uzun ama çok uzun nöbetler.
    -yerel halkın iyisiyle kötüsüyle kapalı bir kutu olması ve kürtçe bilmeyenler için daha da kapalı hale gelmesi.
    -cep telefonunun çekmediği bölgelerden birinde olmak.
    -sürekli anlatılan yaşanmış (ve tabi ki abartılan) geçmişteki olaylar.
    -yanlış ya da doğru istihbarata aynı ciddiyeti göstermek.
    -aşırı soğuk ve aşırı sıcak.

    tabi ki doğu’daki her yerde bunlar böyledir demek istemiyorum. zaten bilemem. ancak bunlardan bir tanesi ya da birkaçı askerlik görevi boyunca hayatınızın gerçeği olabilir... o kadar.
hesabın var mı? giriş yap