• haklarında pek bişi bilmiyorum, youtube'da belgesel nitelikli bir video izledim, baktım kızlı erkekli allahın dağında batak oynuyorlar tamam dedim hakkaten türk bu insanlar, kimse yok moğol yok başka bişi diye sallamasın dukhalar has türktür.

    atalarımı görmüş gibi oldum.
  • çadır inşa şekilleri ve yerleşim şekli geleneksel türk mimarisinin atasıdır. ayrıca çocuklarının yanakları mıncırılasıdır. kağıt oynamalarını görünce de akraba olduğunuza ikna olacaksınız.
  • yerleyeksan'ın haklarında salladığı mükemmel insanlar.

    örneğin beyzademiz demiş ki: "hiçbir siyasi iddiası olmadan avladıkları ve topladıklarıyla geçinen, benim eski istanbul'da az çok şahit olduğum çingene obaları gibi bir şey... çekildiler bir dağın yamacına ve gürültüsüz bir hayatı tercih ettiler.

    öncelikle fon müziği.

    bunda bir gariplik yok; insanların bir bölümü daima böyle yaşamıştır zaten. onlar medeniyet yapmamışlar, devletler kurmamışlar, sadece tabiatın koynunda ekip biçmişler, konup göçmüşler, yaşayıp gitmişlerdir. bunun idealize edilebilir bir tarafı yoktur. hele hele modernizmin davaları olan feminizmle, komünizmle felan hiçbir alakası yoktur. "

    alt metin: devlet gereklidir ve çok süper bişidir. yahu adam ne güzel doğa ile iç içe yaşıyor, günlük hayat keşmekeşi yok. bu moderniteyi yüceltmenin nedenini rabbini seven birisi bana açıklasın. tamam ne bileyim elektriğimiz, internetimiz var; ama avizelerimiz mavizelerimiz herbişiyimiz eksik:( ayrıca thanks god it is friday. devletin varlık nedeni nedir? toplumun huzurlu ve rahat yaşaması mı? adam orada huzurlu ve rahat yaşıyor, devlete neden ihtiyaç duysun. mesela benim hayalim 35-40 yaşından sonra göl kıyısında ufak bir eve yerleşmek, kütüphanem olsun ve bir de tekne yapmamı sağlayacak olan araçlar olsa yeterli. bir şekilde karnımı doyururum. o saatten sonra devleti ya da ne bileyim kadınları, hangover ve günah gecelerini napayım; gayet huzurlu yaşarım. insan yok sorun da yok. benim gibi düşünen qızlar varsa dm atmadan önce okusunlar(bkz: anarko türkçülük/@flavius aetius)

    "bunların şimdiki türklerden tek farkı, allah yerine "iyi ruhlar"a dua etmeleridir."

    alt metin: müslüman olmadıkları için ortaya bir medeniyet koyamamışlardır. bu konu sıkıcı, ama yerleyeksan az çok okuyan bir insan; umarım the golden bough kitabını da okur. sonra mit ve rit tartışması yaparız<3

    "üstelik bir de, kot pantolunuyla tişörtüyle gözümüze soktuğu genç kızları "onbin sene nasıl yaşıyorsa öyle yaşıyorlar" diye anlatması yok mu?"

    alt metin: amerikan jeanine karşı akdenizli defacto:( on bin seneden kasıt gelenek görenek. bilmiyorum ama yerleyeksan pamuklu bir giyecek giyiyorsa* hemen çıkarsın ve ketenden olanı giysin. bazı entry'lerde yozlaşmadan dem vurmasın, örnek olsun insanlara.

    " bunlar ilk türkler, en saf türkler, ondan sonra gelen tüm türkler ve biz, bozulmuş, sapmış, yozlaşmış bir şeyler."

    kot giyince bunlar da mı bozuldu? on bin seneden kasıt belirli modern ölçülerden ve yerleşik yaşamdan* uzak kalmak değil; mit-rit kültünü devam ettirebilmektir. yani şöyle düşün arkadaş. "bundan 50 sene önce anadolu'da (...) erkekler avlanıyor, (...)". adam avlanırken tüfeng kullanıyorsa yozlaşmış mıdır? ya da teknolojinin bazı nimetlerinden faydalanmak mübah mıdır? hadi onu da geçtim, orada ilk türkler denilme nedeni -ilk, saf kavramlarının kullanılması bence de saçma olsa da- gelenek görenek ve dış dünyadan daha az etkilenildiği içindir. bu yüzden antropologlar, mitologlar vs araştırmalarını dış dünya ile daha az etkileşimde olan topluluklarda yaparlar, bunu gözden kaçırmamak gerekir.

    " erkekler ekmek peşine gidiyor, kadınlar evde çocuk yetiştiriyor. biz de mi ilkel komünal hayat yaşıyoruz yani?"

    tepkisel indirgemeciliğin ustası bence bu arkadaş. hayır, yerleyeksan, sen mensubu olduğun topluluğun ortaya koymuş olduğu medeniyet çerçevesinde hayat yaşıyorsun; ilkel komünal bir yaşam değil.
  • 2019 yılında dukha türklerine yaptığım ziyareti, izlenimlerimi ve dukha türkleri hakkında genel bilgileri aktarmaya çalışacağım bu yazımda.
    moğolistan hakkında yazdığım genel bilgiler için (bkz: #117396666)

    günümüzde, moğolistan'ın en kuzeyinde; rusya sınırında, sayan dağlarının eteklerindeki tayga ormanlarında yaşıyor dukhalar. hala daha yarı göçer olup sayıları 500 civarında olan dukhalar yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bir millet.
    rengeyiği türkleri olarak da bilinen dukhalar 1940'lı yıllarda, günümüzde rusya kontrolünde olan tuva cumhuriyeti'nden göçerek bugün yaşadıkları coğrafyaya yerleşmişler. moğollara göre soyları uygurlara dayanıyor, çin kaynaklarına göre ise tuva türklerine... bazı araştırmacılara göre ise dede korkut hikayeleri'nde geçen deli dumrul'un babası olan duha koca'nın bu milletle bir bağının olduğu düşünülüyor.

    geyik sürüleriyle dünyadan izole bir hayat yaşayan dukhaların yaşadığı ücra bölgeye, belli bir yere kadar arazi aracı ile gittikten sonra yolculuğun geri kalan kısmını at sırtında tamamladık. yanımda avusturyalı bir arkadaşım ve bize rehberlik eden moğol vatandaşı bir arkadaşım da vardı. biz kendi aracımızla bu yolculuğu gerçekleştirdiğimiz için ziyaret etmeyi düşünenlere genel bir rota çizeyim. moğolistan'ın başkenti ulanbatur'dan mörön şehrine uçakla ulaşım sağlayabilirsiniz (uçuş fobisi olanlara, pırpır uçakla gerçekleştirilen bu yolculuğu pek tavsiye etmem. fobisi olmayanlar da yeni bir fobi edinebilir). mörön şehrinden de tsaganur şehrine karayolu ile ulaşım sağlayacaksınız fakat yolun çok ufak bir kısmı 'yol' olup uçsuz bucaksız steplerde onlarca tekerlek izinin ortasında yolunuzu bulmaya çalışacaksınız; moğolistan'a hoş geldiniz. hövsgöl'ün eşlik ettiği heyecanlı bir yolculuğa hazır olun. kış aylarında hövsgöl donduğu için araçlar göl üzerinden giderek yolculuk süresini kısaltıyorlarmış fakat biz yaz ayında gittiğimiz için orman içlerinden ve düzlüklerden giderek tsaganur'a ulaştık. 10-20 km hızlarla ne kadar ulaştık denirse artık.
    tsaganur şehrinde çoğunlukla moğollar yaşıyor fakat az sayıda da olsa dukha türk'ü de yaşıyor burada. dukha türklerinin asıl yaşadığı yerlerden biri buraya araç ile bir saat mesafede. kış aylarında araçlarla gidilen bu yol yaz aylarında daha çok at ile gidiliyor çünkü yol çok çamurlu oluyor. daha uzak mesafede de yaşayanlar var fakat biz yakın olanları ziyaret etmiş olduk.
    dukha türklerinin çadırları kazak, kırgız, moğol çadırlarına göre oldukça ilkel. koni biçiminde ve daha çok kızılderili çadırına benziyorlar. neredeyse her çadırın önünde bol tüylü ve kaba sesli bir köpek cinsi mevcut. çadırları uzaktan görüp de köpeklerin sesleri gökyüzünü doldurunca jack london kitaplarından birine konu olduğum hissine kapılmıştım.
    amatörce çevrilen çitlerin ortasındaki geyikler dikkatimi çekti sonra. dukha türkleri için geyik hayat demek. hatta geyik sayılarında azalma yaşanınca türkiye damızlık geyik göndermiş geçtiğimiz yıllarda. geyiklerin eti, sütü, yünü kullanılırken yük taşımada ve ulaşımda da güçleri kullanılıyor. ulaşım ve yük taşıma geyiklerin çektiği kızaklarla değil de direkt at biner gibi geyiğin sırtında olduğu için çok garibime gitmişti. hatta geyik sırtına ilk binmemde çok tedirgin olmuş ve defalarca 'bu beni kaldırmaz' diye uyarmıştım.
    tabi günümüzde her ne kadar izole bir hayat sürseler de dukhalar da teknoloji ile tanışmış. bazı çadırların önünde güneş panelleri var ve bu sayede elektrik üreterek telefon, televizyon kullanıyorlar.
    okul çağına gelen çocukların okula gidebilmek için şehire yerleşmeleri ve okulda da sadece moğolca eğitimi verilmesi sebebiyle gençler arasında dukha dilini bilmeyenler çok fazla. bu sebeple de dukha dili ve kültürü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. aslında dukha dili türkçe ile benzerlik gösteriyor. ortak kelimelere örnek vermek gerekirse; sayılar neredeyse birebir aynı. bazı renkler, kişi zamirleri aynı (aldığım notlar yanımda olmadığı için aklıma gelenleri genel olarak yazdım, yanlış hatırlamıyorsam 50 üzerinde ortak kelime yazmıştım). hatta avustralyalı arkadaşım 'siz aynı dili konuşuyorsunuz' demişti bizim benzer sesler çıkardığımızı duyunca tabi bunda benim kazakça bilmemin de etkisi vardır biraz.
    dukha türkleri şamanizme inanıyor. bizim sivri zekalı türklerden bir grup giderek dukhalardan iki çocuğu alıp türkiye'ye getirip hafız yapmak için girişimde bulunmuş ama moğolistan istihbaratı tarafından dukhalarla iletişim kurulmamaları üzerine uyarılmışlar. ben anlatanların yalancısıyım artık.
    küçük komünler halinde yaşayan dukhalarda herkesi ilgilendirecek kararlar tüm üyelerin katılımıyla alınıyor. kadın erkek eşit söz hakkına sahip olup yaşça büyük olanların görüşlerine saygıdan dolayı ayrı bir önem veriliyor ama nihai karar yine herkesin katılımıyla alınıyor. gariptir ki liderlik gibi bir durum söz konusu değil.
    21. yüzyılda hala daha yarım da olsa avcı toplayıcı kültüre sahip olan, kadın erkek eşitliğinin olduğu ve doğaya saygılı olan bu minik topluluğun yakın zamanda yok olmasına en azından kültürlerini kaybetmelerine kesin gözle bakılıyor. ben de söz uçar yazı kalır düşüncesi ile gözlemleyebildiklerimi yazmaya çalıştım
  • dağ başında bebeleri yarı çıplak gezerken iplemeyen ailelerden oluşan türklerdir. cidden takdir ettim. bizde olsa ağustos'un ortasında çocuğa kazak giydirir isilik ederdik... ayrıca minnacık çocukların kendi kardeşlerini besleyebilmesi cidden örnek almamız gereken bir durum. kız eline almış kaseyi, kendisinden bir yaş küçük bebe kardeşini besliyor lan... biz anca on yaşına kadar ağzına doyuralım.
  • duhalar olarak da bilinen moğolistan'ın orta kuzey bölgesindeki hövsgöl aymağında yaşayan türk-tuva soylu halk. soyu tehlike altında olan duhaların nüfusu günümüzde birkaç yüze kadar inmiştir. şaman inancını benimsemiş bu grup hakkında bazı temel bilgiler için; http://tr.wikipedia.org/wiki/duhalar

    bunlar da birkaç video;

    http://www.dailymotion.com/…ler-dukhalar_shortfilms

    http://www.dailymotion.com/…toresi-yok-olmasin_news

    http://www.dailymotion.com/…alki-kayip-turkler_news
  • “eee ama bunların cep telefonları var! kültürleri bozulmuş.”

    sonbahar obasında rengeyiklerini sabah bıraktığı yerden getirmiş çadırın önündeki ağaçlara bağlayan boyuntuktuk’a yardım ederken yanımıza gelen bir turist şaşkınlık içinde bana böyle demişti. ne de olsa alanda çalışan ve kendi “medeniyet” bölgesinden gelen bir antropolog olarak ben de bu “bozulmuş” yerlilerden şikayet ediyor olmalıydım. bunca yol gelmiş, o kadar para harcamış olan turist arkadaşımız ta buralara kadar cep telefonu kullanan yerlileri ve etrafta onun gibi dolaşan turistleri görünce buraların “bozulmuş” olduğuna karar vermişti. halbuki o rahat konforlu hayatını bırakıp buraya kadar “değişik kültürleri” görmeye gelmişti. bu “ilkel yerliler” bile bu hale geldiyse dünyanın çivisi çıkmış olmalı!

    işin doğrusu bu olay sadece benim başıma gelen ve bir kez olan münferit bir olay değil. alanda çalışan antropologlar olarak bu hayal kırıklığı yaşayan insanlarla çoğu zaman yüzleşmemiz gerekiyor. yıllar önce türkiye’de göçerlerle çalışan bir arkadaşımın da söyleşisinde önce anlattıklarını heyecanla dinleyen, sonra da fotoğraflardan birinde çadırın içindeki bir televizyonu gören bir üniversite öğrencisinin tepkisi hâlâ aklımda.

    “nee burada bile televizyon mu var? bu insanlar da bozulmuş yazık!”

    dolayısıyla bu yaygın zihniyet ister kuzey moğolistan’ın ırak vadilerinde olsun ister torosların yörük çadırlarında, her yerde karşımıza çıkıyor! her ne kadar bu tepkileri verenlerin çoğu farkında olmasa da bu hayal kırıklıklarının dayandığı nokta ne yazık ki çok eskilere dayanıyor; sömürgeci zihniyet. beyaz adamın keşif aşkı ve “ilkel” yerlileri yargılama arzusu... çünkü bu kalıplaşmış dünya bakışında sadece zıtlıklara yer var; yerliler ya bozulmamış kültürleriyle doğada yaşıyorlardır ya da bozulmuş ve cep telefonu kullanıyorlardır! dolayısıyla zamanında yerlileri ilkel ve “bizden” olmamakla suçlayan “beyaz adam” şimdi yeni dünya düzeninde sömürgeci yerine turist olarak gittiği yerlerde aynı yerlileri bu sefer “fazla kendinden” olmakla suçlamaktadır. dolayısıyla yargılamanın çeşidi değişse de, yerli halkların hayatları ve nasıl yaşamaları gerektiği konusunda fikir beyan etme yarışı hâlâ devam etmektedir.

    buraya kadar tamam, hayal kırıklığına uğramış birkaç turist çok da sorun değil diyebilirsiniz. yalnız ne yazık ki tam da bu zihniyet bugün dünyanın dört bir yerinde hayatta kalma mücadelesi veren yerli halkları ciddi anlamda etkilemekte. bugün dünyanın hemen her yerinde halen göçer yaşamı sürdüren halklar, amazon yerlilerinden tutun kuzey moğolistan’a, kutuplarda ınuit’lerden güney afrika’da kung san’lara kadar hepsi, topraklarının sömürgeci güçler tarafından işgal edilmesiyle mücadele halindeler. ya bulundukları yerlere dev barajlar yapılıyor, ya ormanları keresteciler tarafından talan ediliyor ya da “çevre koruma” adı altında yaşadıkları topraklardan atılıyorlar. bu mücadele, yani gezegenimizde kalan son göçer ya da küçük toplulukların başına gelenler hepimizin gözü önünde gerçekleşen yeni bir kültürel soykırım aslında. kuzey amerika yerlileri (kızılderililer) amerikalılar tarafından katledildi diye üzülürken, şu an 2018 yılında hâlâ bir çok bölgedeki yerli halklar ya kendi hükümetleri ya da büyük şirketler tarafından topraklarından atılarak soykırıma uğruyorlar!

    işte bu noktada az önce bahsettiğim beyaz adam zihniyetli turistin hayal kırıklığı yerli halkların bu mücadelesinin karşısına çıkan en bilindik zihniyet ve engellerden birisi maalesef. topraklarında hâlâ sürdürülebilir geçimlerini sağlayan, doğaya saygılı, ancak tüketecekleri kadar harcayan bu topluluklar kendi topraklarında yaşamak için mücadele vermeye çalışırken sömürgeci zihniyetin cevabı hazır:

    “artık geleneksel yaşamıyorsun ki, tişörtün var! kültürün bozulduğuna göre, zaten doğayla barışık da değilsin. dolayısıyla bizim dışarıdan sana müdahale etmemizde de bir sorun yok”

    yani kısacası yüzyıllardır öyle ya da böyle yerli halkların hem topraklarına hem kültürlerine yapılan saldırı devam ediyor. yaşamaları gereken kriterler belli, “beyaz adamın” keyfine göre yaşamalılar.

    yukarıda anlattığım olay dünyanın birçok yerinde yaşanırken, ben de bizzat moğolistan’daki alan araştırmamda gözlerimin önünde benzer bir olayla karşılaşmıştım. daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi moğolistan’da dukhaların yanına gittiğim üçüncü yıl hepimiz taygada otururken bir gün görevli koruyucular gelmiş ve dukhaların yaşadığı yerde av yasağı ilan edildiğini söylemişti. o gün insanların suratındaki ifadeyi hâlâ unutamıyorum, ellerine tutuşturulan bir kağıt üzerinde hangi hayvanı avlarlarsa ne kadar cezası olacağı yazıyordu. yüzyıllardır bir sürü kurala uyarak avlanan ve taygada yer iyelerinin (ruhların verdiğine inandıkları, hayvanları vurduktan sonra özür dileyen, ayıyı bile kural olarak arkasından vurmayan bu insanların karınlarını doyurma biçimleri bir günde engellenmişti. burayı artık hükümet dukhalardan koruyacaktı. bunun karşılığında bir süre sonra dukhalara para vermeye başladılar.

    “avlanmayın alın size para, gidin et satın alın!”

    şimdi burada avcı toplayıcı (derleyici) halklar için avcılık ne demek olduğundan, toprakla ve doğayla kurulan ilişkide insanın avladığı hayvanları yemesinin, tüm ekosistem içinde onu diğerleriyle eşitlikçi bir konuma nasıl yerleştirdiğinden ve bu döngü bozulduğunda tüm sistemin nasıl değiştiğinden uzun uzun bahsetmeyeceğim. yine her yerde olduğu gibi oranın sakinlerine sormadan karar veren baskın güçler dukhaları da yüzyıllardır yaşadıkları taygada nasıl hayatta kalacaklarını bilmez halde bırakmıştı. rengeyiklerini hâlâ besleyen ancak sadece binek hayvan ve süt için kullanan bu halk ellerine para geçmesiyle geçirdikleri değişim ve avlanma yasakları için belki de göçer hayatı bu yüzden bırakmak zorunda kalacaklar, kim bilir...

    bunları anlatmamın nedeni birkaç gün önce başıma gelen ancak kişisel düzeyde önemli olmasa da sıklıkla karşılaşılan bir zihniyete karşılık fikir alışverişi yapma imkanı yaratmak. dukhaların yanına gitmiş, çok takipçili bu turistlerden biri geçtiğimiz günlerde bir video paylaşmış. uzun uzun obayı çeken turist, videonun sonunda dukhâlârın bölgesinde yapılan bu zulümden hiç ama hiç bahsetmeden hemen başlamış yargılamaya, söylediklerini toplarsak eğer şöyle:

    “devlet dukhalara para veriyor, bu yüzden iyice tembelleşmişler, zaten yerlerde çöp de vardı, hiç de öyle anlatıldığı gibi doğayla barışık değiller. he bir de kültürleri de kalmamış, ayyaş olmuşlar, zaten cep telefonları bile var! ”

    işte bilir kişi “beyaz adam” gene karşımızda! hayatta kalma mücadelesi veren 200 kişilik bir halkın hükümetleri tarafından nasıl kültürel soykırıma uğradıkları, yüzyıllardır yaşadıkları geçim biçimlerinin nasıl dışarıdan gelen müdahaleyle bozulduğu ve yardıma muhtaç hale getirildiklerinden bahsetme gereği bile duymadan, ya da zaten belki de olan biteni anlama yetisine sahip olmayan bir “beyaz adam” yerlileri yargılıyor. üstelik kendinden emin, sadece yanlarında üç gün kalarak hayatlarına dair her şeyi hemen anlamış! hatta anlamakla da kalmamış, ben dahil bölgede yıllardır çalışan ve dukhaların doğa ile barışık yaşadıklarını yazan araştırmacıları da suçluyor. üstelik yazılarımızda yazdığımız değişim ve görüntülerde gösterdiğimiz teknolojik aletler de ona yetmiyor, yerlileri kötülememiz gerek. “yani, bu insanları çok toz pembe gösteriyorsunuz ama ben gittim gördüm! olay anlatıldığı gibi değil.”

    ben şimdi burada dukhaların yanlarında kaldığım aylar boyunca şahit olduklarımdan uzun uzun bahsetmeyeceğim. nehirlerinde kirlenmesin diye ellerini bile yıkamayan, hamile bir hayvanı yanlışlıkla vurduğu için şamana gidip günlerce kabus gören, avladıkları hayvanları her daim paylaşan, ormanlarını koruyan ruhlara sunumlarda bulunan bu insanlardan şu an bahsetmeyeceğim. bunların hiç birinin bir önemi yok çünkü, “beyaz adamın” cevabı her yerde hazır: “ama cep telefonları var! doğayla barışık olamazlar, yalan atma!”

    burada ilginç olan ve olayı bu yazıya konu yapmaya değer kılan ise yine yukarıda bahsedilen konuya geliyor. çünkü bu yargılayıcı turistin söylemleri çok tanıdık. hem de dünyanın her yerinde kullanılan söylemler! bunlardan en tipik olanı “tembelleşmişler” suçlamasıdır ve söyleyen kişinin bilinç altında yatanları ortaya koyar. eski sömürgeci etnografyalardan tutun, bugün “gelişim” adı altında gittikleri ülkelere sanayi, medeniyet götüren “beyaz adam” hep aynı iddiayla gelir.

    “burada insanlar tembeller! bütün gün yatıyorlar..”

    kapitalist sistemin içinden çıkan bu zihniyet, yerlileri hep ama hep tembellikle suçlar. herhalde sabah erkenden kalkıp mesaiye gitmeleri mi bekleniyordu, henüz tam anlamış değilim ama bu suçlama hiç şaşmaz. ünlü antropolog richard lee, kung’lar arasında yaptığı çalışmada avcı toplayıcıların karınlarını doyurmak için haftada ortalama şu kadar saat çalışmasının yeterli olduğunu yazdığında bu tartışmalar oldukça alevlenmişti. eleştiren kişileri de, "galbraithean way" bakışı olarak niteleyerek, kapitalist düzenin insanın gereksinimlerini sonsuz olarak görmek istediğinin altını çizmişti. aslında insanoğlu çok daha az çalışıp, kendilerine vakit ayırarak hayatta kalabiliyordu, avcı derleyici toplumlardaki araştırmalar bunu ortaya koymuştu, ama bu durum kapitalist sistemin hoşuna gitmemişti. bu yüzden “tembellik” ithamları klasik bir zihniyet olarak bugüne kadar devam etti.

    antropoloji derslerinde ibret olarak anlatmak adına çok güzel bir malzeme çıkarmış turist arkadaşımızın diğer bir söylemine bakalım, “ayyaş yerliler” ithamına. bugün dünyanın birçok yerinde toprakları ve geçim biçimleri ellerinden alınan yerli halklar gerçekten de alkol sorunuyla boğuşmaktalar. peki biraz beyin fırtınası yapalım. sizce aborjinlerin, amerika yerlilerinin, ınuitlerin (eskimo), kamerun ormanlarında ziyaret ettiğim bakaların ve geçim biçimleri zorla değiştirilmiş diğer yerli halkların hepsinin aynı sorundan mustarip olması bir tesadüf olabilir mi? araştırmacıların da defalarca yazdığı gibi, özellikle göçer halklar zorla yerleşik hayata geçirildiklerinde hemen her zaman ana akım toplumun en alt kademesinden sosyal hayata başlarlar. yıllarca kendilerine yeter bir şekilde yaşadıktan sonra çoğu zaman kapitalist sisteme uyum sağlayamazlar ve maalesef birçoğu depresyona girip bağımlılık sorunu yaşar. fakat “otantik” bir hayat bulma umuduyla bölgeye gitmiş turist ya da hükümet çalışanı bunlarla ilgilenmez ve kuzey amerika yerlilerini (kızılderilileri) yargılamaya hazırdır; “ayyaşlar”!

    bugün dukhalar için neyse ki bu sorun çok düşük düzeyde, obada genellikle alkol olmuyor, daha çok köye indiklerinde ve birisi obaya getirdiğinde içiyorlar ama uzun vadede onların da aynı soruna saplanmayacaklarını bilmiyoruz. ancak buradaki mesele zaten dukhalar meselesi değil, yargılayan “beyaz adam” zihniyeti. ister dukhalara olsun ister diğer halklara, bu yargılar hep ama hep aynıdır. neyse ki bizim örneğimizdeki gezgin dukhaların yanında yaşamlarına daha fazla tanık olma imkanı bulamamış. örneğin benim evinde kaldığım boyuntuktuk dahil olmak üzere obada hiç evlenmediği halde çocuk sahibi olan kadınları filan bilmiyor. kim bilir belki bu yüzden dukhalar başka ahlaki aşağılamalara da maruz kalacaktı; “ben gittim gördüm, aile diye bir şey kalmamış!” bu örnekler daha çoğaltılabilir.

    peki yerlileri hiç eleştiremeyecek miyiz yani? kimi zaman belki o kadar da doğayla barışık değillerse sesimizi çıkarmayalım mı? işte bu sorunun cevabı bana göre bir vicdani muhasebeye ve politik duruşa dayanmaktadır. örneğin şiddet görmüş bir kadınla ilgili açıklama yaparken, “ama ben gördüm o da çok açık giyiniyordu” der misiniz? ya da çöpte yiyecek arayan ayının yaşam alanının nasıl talan edildiğinden bahsetmeden onu “saldırgan” olmakla suçlar mısınız? işte bunlara vereceğiniz cevap vicdani ve politik duruşunuzun göstergesidir. yerli halkların içinde bulundukları durumdan hiç bahsetmeden, ki mücadeleleri çok zor bundan emin olun , yerlilere hemen üç günde tembel ya da ayyaş etiketini yapıştırmanın diğer örneklerden farkı yoktur. zaten bugün kadınlara, hayvanlara ve yerli halklara karşı gerçekleşen tüm baskıların kaynağı da aynı indirgemeci bakış açısının eseridir.

    kısacası diyeceğim o ki “beyaz adam” ölmedi, o her yerde! sadece günümüzde şekil değiştirdi, sömürgeci yerine “gezgin” kılığına girdi.

    not: bugün dünyanın değişik yerlerinde yerli halkların yaşadığı bu haksızlıklar ile ilgili daha detaylı okumak isteyenler “survival ınternational” ve “cultural survival” gibi sivil toplum örgütlerinin sitelerinden bilgi sahibi olabilir.

    yazı: selcen küçüküstel
    kaynak: magma dergisi
  • ''dukhaların toplumsal örgütlenmesi tıpkı geçim biçimlerinde olduğu gibi, avcı- derleyici toplumlara benzer özellikler gösterir. toplumda ortaya çıkan bir lider yoktur ve ayrıca, elde edilen av eti bütün aileler arasında paylaşılır. insanlar arasındaki bu eşitlikçi ilişkiler, kişilerin ren geyikleri, yabani hayvanlar ve doğa ile kurdukları ilişkilere de yansır. dukhaların ren geyikleri ile kurdukları ilişki, sahiplikten çok ortaklık ilişkilerini andırmaktadır. av ritüellerinde ise avlanan hayvana saygı büyük önem taşır. av sırasında gereğinden fazla hayvanın öldürülmemesi ve böylece türlerinin devam etmesine dikkat edilir.''

    ''dukhalar kendilerini dünyanın sahibi olarak değil, onun yalnızca bir parçası olarak görmektedir. tüm dağların, nehirlerin, ormanların bir sahibi olduğuna inanırlar ve bu ruhlar doğayı esirgemektedir. insanlar bu koruyucu ruhlara (yer iyeleri) büyük önem verirler, çekinirler, güvenirler ve saygı duyarlar. bu koruyucu ruhlar tüm canlılar arasında aracılık etmektedir ve evrendeki adalet ve uyumu da yine onlar sağlamaktadırlar. insanlar doğa ile bu ruhlar aracıyla iletişim kurarlar.''

    selcen küçüküstel'in yüksek lisans tezinden (no:349447) alıntıdır.
  • "dukhalar, kuzey moğolistan'da ren geyiği yetiştiren göçer bir halk. 200 kişiyle hala dağlarda göçerek yaşıyorlar. eşitlikçi, paylaşımcı, özgür, doğayla uyumlu, bir yaşam sürüyorlar. şaman inancını sürdüren dukhaların doğa ile çok özel bir ilişkisi var.kirlenmesin diye nehirlerinde ellerini bile yıkamıyorlar."

    tanışınız!
  • tüm dünyada yaklaşık 700 kişi kalan dukha türkleri, moğolistan sınırlarının kuzeybatı dağlarında yaşamaktadırlar. şamanizm inancı görülen dukha türkleri 'ren geyiği insanları' olarak da bilinirler. kendi dilini konuşamamaktadırlar. yemeklerini geyik sütünden yapan dukha türkleri daha çok erişte ve sütlü çay ile beslenirler.

    avcılık, toplayıcılık dışında at ve ren geyiği beslerler. ren geyiği dukha türkleri için kutsaldır. sebebi ise; bir gün dukha türklerinin atası hayatına son vermek için dağa çıkmaya karar verir. çıkarken ren geyiğinin vücudundan ayrılmış bir şekilde kafasını görür. dağın tepesine çıktığında ise geyiğin geri kalanı ortaya çıkar ve "geri dön" der. adam aşağıya indiğinde ise geyiğin kafasının ve vücudunun birleştiğini görür. o günden sonra geyik dukha türkleri için kutsal hale gelir.
hesabın var mı? giriş yap