46 entry daha
  • keşke duygularımı yazıyla güzel ifade edebilme yetisine sahip olsaydım da anlatabilseydim bu kitap için hissettiklerimi ama çok zor maalesef çünkü yazma yeteneğim fazla yok* o yüzden olabildiğince anlatmaya çalışıcam.

    --- spoiler ---

    öncelikle söyleyeyim kitabın sayfa boyutu biraz ufak olduğundan 925 sayfaydı ama kitabı bitirmem sadece 2.5 günümü oldu o da çoğunu işte okuduğumdan dolayı, belki evde okusam 2 günde bile bitirirdim. yani demek istediğim; kitap son derece akıcı bir dille yazılmıştı 1 cümlesi bile fazla değildi tam olması gerektiği gibiydi. ayn rand'ın mimari bilgisine ve tasvirlerine hayran kaldım, az buçuk mimariyle ilgilenen biri olarak okurken oldukça zevk aldım diyebilirim.karakterlerin anlatılması adeta hani şiir gibi derler ya öyleydi. hele de karakterler arasında geçen diyaloglar! benim favori ikilim howard roark ve gail wynand idi. ikisinin ettiği muhabbetleri anlatan bölümler en sevdiğim bölümlerdi. dominique* , howard ve gail'in beraber anlatıldığı bölümde de gözümde vicky cristina barcelona canlandı adeta. sanki üçü bir aradayken aralarındaki "o" herneyse tamamlanıyor gibiydi. biraz karakter tahlili yapalım,

    peter keating: gerçek dünyada bol bol rastladığımız bir karakter. hani okulda parlak çocuklar olur inek tabir ettiğimiz, çalışarak bir yerlere gelmeye çalışırlar son derece hırslıdırlar ama yetenekleri kısıtlıdır. peter da aynen böle biri, o yüzden hep howard'ın gölgesinde kalmanın ezikliğini yaşıyo ve kendini topluma kabul ettirebilmek için karakterinden bol bol ödün veriyo. (egosunu siliyo demiyorum çünkü ego tanımı konusunda bayan ayn rand'la görüşlerimiz pek uyuşmuyo ona aşağıda değinicem ayrıca) toplumun yargılarına o kadar çok önem veriyo ki hayatında gerçekten tek değer verdiği kişiyi (catherine) kaybediyo.

    ellsworth toohey: belki de gerçek hayatta karşımıza çıkabilecek en kötü tiplerden birisi çünkü ellsworth toohey insanlara direk kötülük yapan biri değil aksine insanları tatlı diliyle kandırıp onları amaçları için kullanan birisi. bu onu kötünün de kötüsü yapıyor. tam bir ikiyüzlülük abidesi. oysaki ne tuhaftır kitabın başında henüz karakterlerin derinine inilmemişken kendisini bir saint gail wynand'ı ise adi bir herif olarak görmek çok mümkün. işte burda iyilik-kötülük kavramlarının ne kadar göreceli olabileceğini bir kere daha görüyoruz. benjamin linus bu adamdan manipulasyon dersi almış besbelli*

    dominique francon: hem çok güzel hem çok zeki hem de çok çetin ceviz bir ablamız. aynı zamanda son derece dürüst ve pesimist, yaşadığı çevreyi ve hatta dünyanın durumunu beğenmeyen birisi. o yüzden kendini bütün dünya nimetlerinden uzaklaştırmış. ne dünyaya bişi veririm ne de alırım diye takılıyo ortalarda. hatta o yüzden seks bile yapmamış frijit bir şekilde yaşamını sürdürürken karşısına howard roark çıkıyor ve dominique hayata roark'la dönüyo. onu tüm benliğiyle seviyo hatta o kadar çok seviyo ki onu nefret ettiği dünyadan korumak için ona zarar bile veriyo. böyle tuhaf bi kızcağız bizim dominique. allahtan sonunda hakettiği mutluluğa kavuşuyo.

    gail wynand: kitapta en sevdiğim karakter, neden bilmiyorum. ilginç çocukluk ve yaşantısı mı desem, son derece bayağı bir gazete sahibi olmasına rağmen düzgün bir karakter olması mı desem bilemiyorum. gail wynand, küçükken o kadar acı çekmiş o kada hayal kırıklığına uğramış ki ne insanlığa ne de dünyaya inancı, sevgisi kalmamış biri. bence o da bu yüzden kendi gerçek değerini dünyayla paylaşmak yerine the banner gibi adi bir gazete çıkararak, inancı kalmadığı insanlığa "siz ancak buna layıksınız" mesajı göndermeye çalışıyor. insanları o kadar küçük görüyor ki, parayla başarılı insanları satın alıp onların kariyerlerini olmadık şeylerle mahvediyor. ( bu konuda oldukça yaratıcı olduğunu söyleyebilirim) o da aynı dominique gibi roark'la tanışınca insanların sandığı kadar da umutsuz vaka olmadığını görüyor ve yıllar sonra ilk defa kendini huzurlu ve mutlu hissediyor. roark'la wynand gerçekten muhteşem bir ikili oluşturuyorlar. gail wynand karakteri ünlü media mogulu william randolph hearstden esinlenerek yaratılmış.

    howard roark: gerçek hayatta bulunması neredeyse imkansız birisi. sadece idealleri için yaşamakta. öyle ki beş kuruşsuz kalmasına rağmen gene de kendi modern çizgisi dışında herhangi bir bina yapmayı reddediyor, değerlerini para için satmıyor. o kadardüzgün o kadar idealist biri ki; yaptığı evlere dışardan müdahale edildiğinde o evleri patlatmakta beis görmüyo. şimdi gelelim ayn rand teyzeyle ayrıldığımız noktaya: ayn rand howard roark'u egoist ve bencil biri olarak tasvir ediyo. egonun ve bencilliğin eser yaratmak için mutlaka gerekli olduğunu savunuyo. eğer olur da birgün kişi egosunu silirse tamamen bilinçsiz biri haline geleceğinden bahsediyo. oysaki bu yanlış bir düşünce bence. zira insan egosunu bir tarafa bırakmayı başardığı an gerçekten özgür kalır adeta aydınlanır. roark' da bence tamamen bu aydınlanma hali içinde. adamın egoyla o kadar işi kalmamış ki, etrafta ismi duyulsun duyulmasın, reklamı yapılsın yapılmasın hiç umrunda değil çünkü egosunu beslemesine gerek yok. ön yargılardan arınmış, diğer insanların yaşantısına burnunu sokmadan sadece sevdiği işi doğru bir şekilde yaparak hayatını geçiriyor. ego'yu silip atmak sanıldığının aksine karaktersiz kalmak değil aksine zihninin egemenliğinden kurtulmak demektir. ben roark'ta tamamen bunu görüyorum. işte o yüzden etrafımızda roark gibi insanları görmemiz neredeyse mümkün değil çünkü egodan kurtulmak çok çok zor bi iş. ayn rand egoyu adeta benliğimiz gibi gösteriyo ve egomuz giderse aynı peter keating gibi içi boş bir kabuk haline geleceğimizi daha sonra da sürü psikolojisini benimseyip kolektivizme yöneleceğimizi gözümüze sokuyor. oysa ki bence işin aslı bu değil çünkü insan asıl egosunun etkisinden çıkınca gerçek benliğini bulur, gönül gözü derler ya onunla hareket etmeye başlar, iç huzuruna kavuşur, artık etrafındaki insanları mutlu etmek adına kendinden ödün vermez, daha sağlam bir karakter olur. peter keating egosunu sildiği için bu durumlara düşmüyor aksine o kadar egosunu beslemeye çalışıyo ki sonunda beğenilmek, övgü almak uğruna kendi beğendiklerini değil insanların beğendiklerini yapmaya başlıyor, insanlar neye değer verse onun şekline giriyo tamamen egosunun köpeği oluyo amiyane tabirle. roark'a geri dönecek olursam aynen kitapta da dendiği gibi gerçekten bir insan hem roark'un gösterildiği kadar bencil hem de aynı anda iyi kalpli olamaz. bu da tezimin doğruluğunu kanıtlıyor kanımca. howard roark'un frank lloyd wright'dan esinlenilerek yaratıldığı söyleniyor.

    son değineceğim nokta ise rand'ın desteklediği sistem kapitalizm. kendisinin laissez-faire kapitalizmi desteklediği söyleniyor. çünkü hanfendi rusya'da doğmuş o yüzden de komünizmden tiskinmekteymiş*. oysaki ben bu kitabı okuduğumda kapitalizmden daha da bi nefret ettim ki bu da ayn rand'la ayrı düştüğümüz bir nokta. denilene göre roark kapitalizmi simgelerken, sürü psikolojisi içinde benliğini kaybetmiş olan keating ise komünizmi temsil etmekteymiş! ne münasebet efendim! burda kapitalizmin köpeği olan biri varsa o da kendini para, şan şöhret adına rezil eden keating'dir bence. roark, kapitalizm denen makinanın içinde ufak bir çark olmayı hiçbir zaman kabul etmezdi bence ki etmedi de.

    sonuç: çok sürükleyici bir kitap, insanın beynini çalıştırıyor, düşünmesini sağlıyor, böyle güzel yapılmış karakter tahlillerini, mimari tasvirleri okumaktan zevk duyuyo insan ama yukarı da saydığım bazı aksaklıkları da mevcut elbette. ben bu aksaklıkları kitabın 1943 yılında yazılmasına bağlıyorum. ne de olsa kapitalizmin güneş gibi doğduğu yıllardı. ayn rand bu devirde yaşasa, aynı şeyleri savunur muydu çok merak ediyorum.

    mutlaka okunması gereken bir kitap, demedi demeyin.

    --- spoiler ---
78 entry daha
hesabın var mı? giriş yap