11 entry daha
  • yıllar yıllar önce sunay akın, cosmo dergisi, bağcıklı ayakkabı adlı köşesinde, kollarının kayıp olduğu söylenen bu heykelin hikayesini anlatır ve çok farklı bir yere bağlar bunu insanın içine dokunur...

    aşağıda aktarıldığı gibidir yazısı:
    <<yüzbaşı matterer ve dumont d’urville, ege denizinde bir ada olan milos limanının etrafındaki kahvelerde ne aradıklarını bilmeden gezinirler. eski sanat eserlerine meraklı olan bu iki fransız, kendilerini istanbul'a getirecek geminin kalkmasına az bir zaman kala tanırlar, yorgo bettaonisi. subayların antika eserlere ilgi duyduğunu anlayan bettonis, onları evine davet eder. neyle karşılaşacaklarını bilmiyor olsalar da, içlerinde oltaya büyük bir balığın takılacağı hissini taşıyan subaylar, bettonis'in davetini kabul ederler ve hızlı adımlarla evine doğru yola koyulurlar. tarih, 20 nisan 1820 dir.
    yorgo bettonis, birkaç hafta önce oğlu andon ile beraber tarlada çalışırken, sığırların çektiği sapanın, toprakta açılan deliğin içine kaydığını anlatır yolda. sapanı kurtaran baba ve oğul delikte beyaz bir taşın olduğunu görürler. toprağı biraz eşeleyince de bunun mermer bir heykel olduğunu anlarlar. bettonis, fransız subayların pek zamanı olmadığını bildiğinden, heykeli nasıl bulduğunu anlatırken, yürüdükleri sokaklarda birisiyle karşılaştıklarında susmakta, adam yanlarından geçip gittikten sonra öyküsüne devam etmektedir. heykelin gizlendiği odanın kapısıyla birlikte iki fransız'ın ağızları açık kalır. karşılarında o güne kadar görmedikleri güzellikte bir kadın heykeli durmaktadır. göğüsleri çıplak olan kadın, sol eliyle belden aşağısını kapatan örtüyü tutarken, sağ elinde de elma büyüklüğünde bir küre taşımaktadır. heykelin güzelliği karşısında büyülenen subaylar, bettonis'e heykeli satın alacaklarını söyleyerek, kimseye göstermemesi konusunda ikna ettikten sonra, gemiye geri dönerler. yüzbaşı matterer ve dumont durville istanbul'a varır varmaz, dönemin fransız sefiri marguis de riviere in karşısında alırlar soluğu. eski eserlere meraklı olan fransız sefiri, iki subayın anlatıklarından etiklenir ve hemen birinci katip monsieur de marcellus'u heykeli satın almakla görevlendirir.

    çatışma yaratan heykel
    23 mayıs günü, milos adası açığında estafete adlı fransız savaş gemisi demir atar. fransız askerler, yorgo bettonis'in evine giderlerken, sahile doğru ağır ağır ilerleyen heykelin yüklendiği arabayla karşılaşırlar. heykelin kaçırılacağını öğrenen türkler adaya önceden gelmiş ve kendi topraklarında olan sanat eserini istanbula götürmek üzere el koymuşlardır. liman yolunda tarihi eser kaçakçısı fransız askleriyle türkler arasında küçük de olsa bir çatışma yaşanır. sayıca üstün olan fransızlar dizginlerini ele geçirdikleri at arabasını dört nala sürmeye başlarlar. toprak yolda hızla giden arabada dengesi bozulan heykel bir iki sallandıktan sonra devrilir ve kumsala yuvarlanır. nice insanın kolunu, kanadını kıran savaşın hedefinde bu sefer bir heykel vardır. türklerden kaçma telaşındaki fransız askleri heykeli sandala taşırlar ama kırılan kolları kumsalda bırakmak zorunda kalırlar. milos venüsü adı verilen heykelin kaçırılması siyasi bir gerginlik yaratır fransa ile osmanlı imparatorluğu arasında. türkler yağmacılıkla suçlar fransızları. tartışmalar sürüp giderken, heykeli bulan rum köylüsü bolluk içinde bir hayat sürmeye başlamıştır bile.

    louvre müzesine konan venüs heykelinin kollarını bulmak için uzun araştırmalar yapılır. belki de hiçbir kadının kolları kendisine sarılmak arzusuyla böylesine aranılmamıştır. ne de olsa aranılan aşk tanrıçasının kollarıdır. yapılan kazılarda bir yığın kol bulunur milos adasında. ne var ki hiçbiri de heykele uymaz. ama en çok merak edilen kolların nerede olduğu değil, heykeldeki venüsün kollarıyla ne yaptığı olur. öyle ki heykelin elinde elma biçiminde küre tuttuğu yazılmaya başlanır. venüs ün öyküsünü bilenler, bunun küre değil, bizzat elma olduğun çok iyi bilirler. bu elma elbette eris'in üzerine; en güzel tanrıçaya yazdığı elmadır.

    en güzel tanrıça
    herşey, tanrıların bir ziyafette biraraya gelmesiyle başlar. apollon’un liriyle şarkılar söylenirken, nifak tanrısı eris, bir elmanın üzerine en güzel tanrıçaya yazarak ortaya atar. hera elmayı kapsa da, athena ve afrodit itiraz ederek zeusdan hakemlik yapmasını isterler. en güzel tanrıçayı seçme konusunda kimseyi darıltmak istemeyen zeus, sorunu çözecek olanın ida dağında yaşayan paris adındaki çoban olduğunu söyler. tanrıların postacısı hermes'in öncülüğünde hera, afrodit ve athena, bayramiç ve edremit arasında kaz dağı olarak bilinen ida dağı'na gelirler. paris tüm olup bitenlerden habersiz sürüsünü otlatmaktadır. zeus un buyruğunu paris'e anlatan hermes, en güzel tanrıçaya vermesi için elmayı paris'e uzatır. paris'in elinde bir elma, karşısında da birbirinden güzel üç kadın durmaktadır. uzun süre düşünür paris ve sonunda elmayı afrodit'e uzatır. böylelikle afrodit, yeryüzünde yapılan ilk güzellik yarışmasını kazanan kadın olur.
    dağlarda çobanlık yapan paris neden afrodit'i seçmiştir. sanırım bu soruya afrodit'in dalgaların köpüğünden doğmuş olduğunu yanıt olarak verebiliriz. bir dağ çobanının deniz kokulu ve beyaz tenli afroditten etkilenmesi doğanın bir seçimi değilmidir.
    aşk tanrıçasının kollarıyla ne yaptığı tartışmalarına salvador dali de katılır. heykelin bir sürü kolu olduğunu söyleyen ünlü ressam, onlarla ne yaptığını ise şöyle açıklar: vücudunun belli yerlerindeki çekmeceleri açıyordu. bu çekmecelerinde ise onun ruhu vardı.
    dali nin bu açıklaması, bedeninde bir çok çekmece bulunan kadınlardan oluşan tablolarının esin kaynağını da gösterir bizlere. benim asıl merak ettiğim ise, bir tablosunda dali'nin neden bir zürafayı yaktığıdır. bedenindeki çekmecelerin birinde şair kimliğini de taşıyan metin üstündağ da benim gibi acayip şeyler düşündüğünden şöyle bir şiir yazmış günün birinde.

    kimi kimsesi yoktu kimsesiz zürafanın
    boynu bükük dolaşırdı
    sırtını kimse kaşımazdı
    kimsesiz zürafa bir gün çalı çırpı topladı
    kendi kendisini yaktı.
    kimsesiz zürafanın
    acayip dumanı oldu.

    aşk tanrıçası afrodit in ya da venüs ün heykeli louvre müzesinde sergileniyor. koridorlarının toplam uzunluğunu on iki kilometre olduğu louvre müzesi, paris de bulunuyor. ne dersiniz, afrodit kendisini güzel tanrıça seçen çobanına kavuşmuş olmuyor mu?
    istanbuldaki zürafa sokağında ise, kadınlar her gün, ekmek parası kazanabilmek için hiç tanımadıkları erkeklere sarılıyorlar kollarıyla. çünkü bu sokağın iki tarafında da genelevler sıralanmaktadır...>>
19 entry daha
hesabın var mı? giriş yap