4 entry daha
  • bu hdp'ye "yüzde 13 aldınız, daha ne istiyorsunuz" diye şarlayanların hakkında ölü taklidi yaptığı kadar yabana atılacak bir şey değil. çünkü münferit bir mahkeme kararının değil, düzenin siyasal aklının ifadesi olarak karşımızda duruyor. seçim beyannamesinden ziyade kamusal katılımı, demokrasiyi, ideal ortak yaşamın unsurlarını düşüneceğimiz, hayal edeceğimiz yollar ve bunlara ilişkin olası kolektif iradeyi politik hak konularına dönüştüreceğimiz meşru zemin (aka, düz ova) üzerine bir gasp ve tecavüz olarak duruyor. bu yönüyle sorunun geçmişten bu yana devlet ve demokrasi ile ilişkiselliğini anlamak adına önemi es geçilmemesi gerekir.

    bunun anlamı ise akp ileri demokrasisi ile ilişkilendirilen hukuk-dışılıkta aranmaktansa, bugün pkk'nın varoluş dinamiklerine kadar dayandırabileceğimiz bir müesses nizamın nihai hükmü olarak okunabilir: "özyönetim ve yerel özerkliğe ilişkin talepleriniz apolitiktir, siyaset ve demokrasinin değil hukukun yahut askeriyenin, güvenlik politikalarının konusudur".

    bir hak talebinin askeri ya da hukuk yoluyla kapatılması arasında bir fark yoktur. her ikisi de kendine özgü alanların dışına çıkarak demokratik siyasete makul ve meşru katılım mekanının, konusunun, öznelerinin güvenli sınırlarını çizer, bu sınırların dışında kalanlarını da kendi alanlarına (askeri ve/ya hukuki şiddet) içerir, hak edilen muameleyi orada yaparlar. dolayısıyla söz konusu karar asla hukuk dışı değildir; bilakis, yasayı yapan anti-demokratik siyasal aklın hukuki dil ve aygıtı ile somutlanan ifadesidir.

    bir özyönetim konusu, eğer iddia olunan ulusal birlik ve beraberlik yurttaşların eşit hak ve katılımlarına dayanıyorsa ve eğer ortada adı konmuş bir işgal veya sömürgecilik hali yoksa, dünyanın her yerinde politik bir değere sahiptir. burada bilhassa "demokratik değer" ifadesini kullanmıyorum, bu ikisini (politika ve demokrasi) hemen hemen eşdeğer anlamak gerekse de (bkz: jacques ranciere/#51126734) muhtemelen bir niteleme sıfatı olarak demokratik'i farklı çağrışımlarla kavrayacak ve bunun gibi yerel demokrasi, ademi-merkeziyet vb üzerine yazında dünyanın en makul konuları olarak yer bulan ilkeleri bir "şirin gösterme" çabası olarak okuyacaksınız. yine, demokratik demiyorum zira kişisel görüşüm yerel özerkliğin demokratik bir hakkı ifade etmesi olsa dahi, buna itiraz edebilecek olanlar ile olası bir siyasal ilişki ve tartışma öncesinde bunu sabitlemek ve dayatmak niyetinde değilim. politik bir değer'den kasıt da tam olarak bu zaten: özyönetim ve nicesinin peşinen demokratik bir hak olduğunu dayatmak değil, en başta demokratik tartışma tarafından içerlenmesi gereken bir hak talebi ve konusu olması.

    bu ise eğer demokrasiyi doğrudan halkların öz iradeleri ile ilişkilendiriyorsak, bu tip mezkur konuların, kavramsal ve pratik olarak neyi ifade ettiğinin teknik incelikleri ile birlikte, sokak forumlarından ulusal parlamentoya, yerel idarelerden sivil kuruluşlara değin gündelik hayatın her sivil mekanında tartışılmasında, kamusal eylemler gibi evrensel demokratik itiraz yolları ve dahi ideolojik propaganda ile politize edilmesinde bir sakınca bulunmadığını anlatır bize. haliyle ortadaki hak talebinin politik/demokratik niteliğini isteseniz de çürütemezsiniz. ancak bugüne kadar olduğu gibi fiziksel ve ideolojik şiddet marifetiyle depolitize eder, hukuk ve kurumsal demokrasi yetmediği gibi sivil tartışma alanının da dışına baskılarsınız. bu ise talebin ifade edilişi gibi demokratik bir yol değildir.

    öte yandan bunun demokratik bir tartışma konusu olmasını engellemezseniz, argümanlarınızın demokrasi'den anladığımız fikir ve ilkelerle tutarlılığı ölçüsünde özyönetimin yahut diğer hak taleplerinin neden demokratik temsiliyet ve ortak yaşam değerleri açısından kötü, tercih edilemez, haliyle demokratik hak tanımının dışında anlaşılması gerektiğini insan gibi ortaya koyabilirsiniz. bakarsınız biz de günü gelir, demokratik tartışma ve mücadeleler yoluyla kurulan siyasal ilişkilerin sonucunda ikna olur ve seçim barajının %1 olmasındansa %10 olmasını, yerel toplulukların nasıl yaşaması gerektiğinin kendileri tarafından değil merkezi hükümet tarafından belirlenmesini, halkların kendi dil ve kültürlerini yaşayıp yaşatmalarının engellenmesini daha demokratik buluruz.

    aksi halde, hak taleplerinin ifadesinin dahi baskılanıp yasaklanması yalnızca yasakladığınız unsura değil, politik bir özne olarak kendi konumunuza yönelik de yıkıcı, olumsuzlayıcı bir pratiktir. demokratik bir yurttaşlık/topluluk hakkı olup olmamasını dahi siyasal alan içinde tespit etmemiz gereken bir hak konusunu siyasal alanın dışına itmek yalnızca muarızı ve hak talebini değil, siyaseti ve sizi bir politik özne kılan şeyi, tanınma ilişkisini de yok eder. meşru tanınma ilişkinin olmadığı yerde politik çatışma ve uyuşmazlığın kendi ifadesini "kural-dışı" biçimlerde sahnelemesi, tarihsel pratik itibariyle, muhtemeldir. nitekim etnik şiddet meselesi örneğin radikal literatürde neyin siyasal olup olmadığını peşinen vazeden post-politik duruma yönelik farklı ifade ve geri dönüş biçimlerinden biri (zizek'in freud'a atıfla "return of the repressed" vakası olarak tanımladığı) olarak yorumlanır.

    peki bizim rahat ve huzurumuza kast eden fikir ve talepleri kendisiyle ilişkisiz kılacaksa, siyaset başka nedir, demokratik siyasetten başka ne anlamalıyız? demokratik siyasete özgü olan, ortak toprak üzerinde örgütlenme biçimlerinin, bu biçimler içindeki toplumsal konumların, rollerin, zaman ve mekanların önden dağıtılıp sabitlendiği, herkesin kendi işini yapmaya, geri kalanına bulaşmamaya zorlandığı bir hayali kardeşlik cemaatinin uzlaşı konuları mıdır? yoksa bu toplumsal pay dağılımlarının reddini ve yeniden dağılım taleplerini içeren, makul mekan ve rol tanımayan, örneğin bir halkın payına düşen isimsiz, dilsiz, lal gibi itirazsız durup kamyon kasalarında istiflenen bir ekonomik girdi olarak bu cemaatin parçası olma rolünü reddedebildiği, bu reddiyesini politik yollarla ifadelendirebildiği ve her zaman için uzlaşıyla sonuçlanması gerekmeyen bir mücadelenin kendisi midir?

    ilkokuldan itibaren çocuklara "halkın kendi kendini yönetmesi" terennümüyle öğrettiğiniz demokrasi, özyönetim kavramını, toplumların kendi kendilerini mümkün olan en dolayımsız yolla idare etmelerini, merkezi yönetimle iller arasında kademelendirilmiş ve doğrudan seçim yoluyla yönetilen idari ölçekleri ne gerekçeyle bir tehdit olarak algılayabilir? hadi özyönetimin kendisi anti-demokratik olsun, özyönetime yönelik irade beyanlarının konuşulması hangi gerekçe ile demokratik tartışmanın dışına atılabiliyor? siyaset bunu konuşmazsa neyi konuşacak? muarızınız, öteki'niz, meşru muhatabınız nasıl olsun istersiniz, nasıl düşünsün, seçim beyannamesinde, tüzüğünde ne yazsın, ne konuşsun istersiniz, nedir siyasetin makul konusu ve sizi mutlu edecek fikriyatı? "oluk oluk kan akacak", "istemeseniz de rejim değişti" vb söylemleriyle bir problemi olmayıp bir reform talebini kriminalizasyon yoluyla siyasetin dışına şandalleyen unsur nedir? düz ova'nın sınırlarının nerede başlayıp bittiğini belirlediği gibi, üzerinde ne yetiştireceğine, ne inşa edeceğine de hükmeden bir aklın tüm karşıt fikirleri düz ovaya çağırmasında demokrasi namına bulunabilecek o hiçbirimizin aklına gelmeyen muhteşem unsur nedir?

    şu ülkenin demokratik pratiğine bir bakın; bir tarafın kamusal itirazları, kamusal alandaki kolektif hak mücadeleleri polis şiddetiyle, tutuklamalarla, bombalamalarla sindiriliyor, meslek odaları ve sivil toplumda örgütlü tüm muhalif çıkarların itirazları hukuk mercileri tarafından işlemsiz bırakılıyor, yüzlerce insanın canını alan skandal düzeyde hukuk ihlallerinin konuşulması biçimsel hukuk içinde bile usulsüz yayın yasaklarıyla engelleniyor, başka hiçbir meşru temsiliyet mekanizması sunulmadığı için dolaylı seçimler muhtelif hukuk gasbıyla adeta bir savaş havasında örgütleniyor; ekonomiye, bölüşüm ilişkilerine has çelişkiler piyasanın evrensel rasyonalitesine, teknokratik akıllara teslim ediliyor, merkez sağcısından solcusuna tüm parti programları devlete neoliberal üretim, finans ve bölüşüm ilişkilerinde biçilen rolleri veri alıp bunlar üzerinde siyaset değil ancak siyasa önerileriyle farklılaşabiliyor, emekçilerin hak talepleri ya milli güvenlik ya verimlilik gibi demokratik tartışmaya kapalı referanslarla siyaset dışına atılıyor, kendi mülki amirimi kendim seçeyim talebi siyaset dışına atılıyor, yirmi yıl önce tarafı olunan avrupa yerel yönetimler özerklik şartı ve avrupa konseyi bölgesel demokrasi başvuru çercevesi metinlerinin en temel ilkelerinin hayata geçirilme talebi siyaset dışına itiliyor; bu parlamento toplanıp neyi konuşacak peki, milletvekili maaşlarını mı?

    siyaset, neyin siyasal bir değer taşıyıp taşımadığına ilişkin fikirleri de kapsar ve "ozyonetim ne amk" kafasındaki insana bunun ne anlama geldiğini anlatabilsin, bu bilgi dahilinde beğenip beğenmeme özgürlüğünü kullanabilsin diye vardır.

    haliyle, sizin de bir politik özne olarak özgürce var olabilmeniz eşit kabul ettiğiniz muarızınız tarafından tanınmanıza bağlı. sizinkinden farklı talep, çıkar, fikirlere sahip olanların kendinizle eşit söz söyleme hakkına sahip olduğunu kabul ettiğiniz ölçüde konuşan, logos sahibi bir insana dönüşüp kendinizi özgürleştireceksiniz.

    şu halde onlarca yıldır toplatılan şey beyannameler, broşürler, kitaplar değil, siyaseti siyaset yapan dissensus (uyuşmazlık) unsurudur. tarihin tüm totaliter deneyimlere de ışık tutup gösterdiği, hangi şiddet yolu denenirse denensin siyasetin ebediyen politik ihtilafa, dissensus'a kapatılmasının imkansızlığıdır. sizin de kaderiniz aynı olacak; yalnızca halkların sahipliğinde olan demokratik siyaseti nereye, hangi mahzendeki dantelli çeyiz bohçalarına sakladıysanız tıpış tıpış oradan çıkaracaksınız.
hesabın var mı? giriş yap