11 entry daha
  • az önce izlediğim ve oldukça beğendiğim emma watson'ın başrolünde olduğu film. film politik bir film olarak başlar ve ilerlerken birden dinsel eleştiri düzlemine geçiyor ve tanrının ve ona ulaşma yolu iddiasıyla ortalığı velveleye veren dinin insanları sevgi ya da barış başlığı altında nasıl korkunç bir şekilde aşağıladığını, şiddete maruz bıraktığını, bu dinleri kullananların nasıl koşulsuz itaat sağladıklarını, saygı, itibar ve efendilik edindiklerini koskoca dinler tarihinden ufacık bir kesitten de olsa örnekliyor.
    ölüyü diriltme sahnesinde dirilme gerçekleşmeyince hala çok günahkarız ondan olmuyor deyip ama sesin tanrının sesi gibiydi dangalaklığı bizlere hiç de yabancı mazeretler değil.
    dinler tarihi baskılar, en önemlisi psikolojik baskılar, şiddet, engizisyon, insan yakmalar, insan kurbanlar, hayvan kurbanlar, aç kalmalar, kendine eziyet ederek tanrıya kavuşmalar, sırtları kırbaçlamalar, castratolar, el etek öpmeler, işkenceler, ceplerindeki paraları boşaltmalar, domuz bağları, işkence hücreleri, intihar bombaları, masum insanların katli, işgaller, cariyeler, köleler, seks köleleri, ganimetler getirdi insanlığa. insanlık için yapıldı bunlar pardon tanrı. bütün bunları yapanlarsa tanrının en sevdiği kulları.
    her neyse film daha sonra tekrar macera boyutuna evriliyor ve heyacanlı bir kaçışla sonlanıyor. filmi izlerken aklıma bir soru takıldı. aynı şili deki gibi bizde de darbeler olduğunda halka işkence eden askerler bizim çocuklarımız, arkadaşlarımız, şimdi gelen tabutlarına üzüldüğümüz insanlar değil mi?
47 entry daha
hesabın var mı? giriş yap