10 entry daha
  • okumayı yeni bitirdim. okuması ve bitirmesi ciddi bir emek isteyen bir kitap.

    kitabın çoğunluğu gerçek anlamda şiddet, kan ve acı ile dolu. yazarın ilk ve en önemli romanlarından. biraz da önemli ödüller alan filmi sayesinde kendisine uluslararası ün getirmiş.

    gerçeği söylemek gerekirse bazı bölümleri epey sıkıyor. gereksiz uzun geliyor insana. yine de güzel yazılmış, okunması gereken önemli bir klasik olduğunu düşünüyorum. sadece çin tarihini, çin edebiyatını ve mo yan'ı tanımak için bile okumak gerekli.

    öncelikle romana ismini veren darı bitkisine bakalım. bu başlıkta dahi hatalı bir şekilde belirtilmiş. yurdumuzun bazı bölümlerinde darı mısıra verilen isimlerden birisi. ne yazık ki bu kitaptaki darı mısır değil. buğdaya benzeyen ama gürünüş olarak da buğdaydan farklı, insanlığın çok eski çağlardan beri ektiği bir tahıl. (bkz: #43000456)

    bölge iklimine ve dönemin şartlarına göre bölgede yaşayan insanların temel besin kaynağı diyebiliriz bu bitkiye. yazar olayların geçtiği kuzey doğu çin'de neredeyse doğal bitki örtüsü olarak defalarca tasvir ediyor.

    romanda kızıl darı tarlaları her yeri kaplıyor. kızıl-kırmızı renk vatanlarını ve dökülen kanları, şiddeti sembolize ediyor. ancak bir yandan da savaş ortamında olgunlaşmış ve toplanmayan, toplanamayan, telef olan ürünleri-insanları da sembolize ediyor.

    yazarın tarif ettiği şekilde gözümüzde canlandırabilmeniz için üşenmeyerek araştırdım ve kızıl darı tarlaları resimleri yükledim.

    nasıl bir bitkidir diyorsanız öncelikle orijinal ismi olarak (bkz: sorghum bicolor)

    http://imgur.com/flbi0zh

    http://imgur.com/rvjhhld

    http://imgur.com/zqxeqhi

    http://imgur.com/wam7v4z

    şimdi gelelim romandaki aşırı şiddet ve kanlı sahnelere:

    hikaye shandong eyaletinde mo yan'ın doğup büyüdüğü, ailesinin yaşadığı gaomi kasabası ya da ilinde yaşayan bir ailenin üç kuşağının hikayesi. 1923-1976 yılları arasında bir dönemi anlatıyor. ancak ağırlık 1923 ve 1938-9 yıllarında. mo yan bunlara benzer hikayelerin halk arasında sık sık anlatıldığını söylüyor. bir tarlada çalışmaya gidildiğinde öğlen yemeği için oturulduğunda herkesin sırayla zamanında kendisinin ya da tanıdıklarının yaşadığı romandakilere benzer öyküler anlatığını söylüyor.

    olaylar çin'in shandong eyaletinde geçiyor. burası kuzey doğu bölgesinde. bu bölge 1937-1945 yılları arasında yapılan ikinci çin-japon savaşında japonlar tarafından işgal edilen bölgelerden. bu savaş 1941 yılında japonların pearl harbor saldırısı sonrasında 2. dünya savaşı ile birleşerek en ağır çarpışmaların yaşandığı pasifik savaşı ismini almıştır.

    bu savaşın ciddiyetini göstermek için 10-25 milyon çinli sivil ve 4 milyon da çin ve japon askerinin öldüğünü belirtelim.

    bu dönemde japonlar ve japonlarla birlikte hareket eden kukla çin askerleri olarak adlandırılan kuvvetler bölge halkına ciddi bir şiddet uyguluyorlar.

    günümüz koşullarını ve de çin'in coğrafi ve nüfus üstünlüğünü düşününce ilk başta insan nasıl oluyor da japonlar bu şekilde bir şiddet uygulayabilmiş, bu kadar çok insan öldürmüş diye düşünüyor. evet, çinliler nasıl olmuş da japonlar karşısında aciz kalarak böylesi zor bir duruma düşmüşler?

    bunun için de çin tarihine bakmamız gerekiyor. japonların işgal hareketine geçtikleri dönemde çin'de bir iç savaş var.

    imparatorluk yıkıldıktan sonra kurulan devlet içinde kuvvetlenmekte olan komünist parti var. bu komünist parti o dönem sovyetler birliği ile işbirliğine gittikten sonra mao zedong çevresinden kopmalar oluyor ve çan kay şek önderliğinde milliyetçi parti (bkz: kuomintang) ayrılıyor. işte bu iki parti kuvvetleri arasında çin'in üzerinde hakimiyet için 1927-1936 yılları arasında bir iç savaş yaşanıyor. komünist parti ilk dönemlerde zayıf. zamanla güç kazanıyor. olaylar ikinci dünya savaşı'ndan sonra da uluslararası arena da her iki tarafın belli kesimler tarafından çin'in meşru yönetimi olarak tanınması ile devam ediyor ve en sonunda 1949'da mao zedong tarafından çin halk cumhuriyetinin kurulması ve birleşmiş milletler tarafından tanınması ile sona eriyor.

    evet, roman boyunca işte bu yüzden çok savaş, şiddet ve çatışma var. insan okudukça ne kadar karışık diyor. biraz daha ayrıntılı inceleyelim. romanın geçtiği bölgede ve dönemde şöyle bir durum var:

    1912'de imparatorluk yıkılıyor. sun yat sen tarafından kurulan devlet var. ancak bu devlet bugünkü anlamda çin'in bütün topraklarında eşit bir hakimiyet sağlayabilmiş değil. bu yüzden özellikle romanın ilk bölümlerinde olmak üzere her yerinde kırsal bölgelerde hakim eşkıyalar var. romanın başında bahsi geçen ve daha sonra dede tarafından öldürülen "benekli boyun" bunlardan birisi.

    daha sonra çin iç savaşı başlıyor. mao zedong taraftarları ve çan kay şek yönetimindeki kuomintang birlikleri savaşıyorlar. romanda köylülerin bir kısmı komünistlerin tarafına geçerken diğer bir kısmı karşı tarafı destekliyor.

    bu dönemin sonlarına doğru emparyalist japonlar önce mançurya'yı daha sonra ise çin'i işgal ediyorlar. halk üzerinde büyük şiddet uyguluyorlar.

    japon işgali sırasında halk şiddet görürken japonlara karşı çin ordusu bu yüzden çok zayıf durumda ve etkisiz kalıyor. aynı dönemde halkın komünistler, kuomintang ve de bölgedeki eşkıyalar tarafından şiddet gördüğü ve özellikle japonlara karşı devlet tarafından korunmadıkları görülüyor.

    çan kay şek japonlara karşı güçsüz olduğunu düşünüyor ve bölgede çekimser kalıyor, güçlenmeyi bekliyor. aynı şekilde devlet ordusu ve komünistler de zayıf.

    işte bu sebeplerden dolayı halk çok eziliyor, çok sayıda ölüm var ve yine bu yüzden halk olaylarda hiç bir tarafa güvenmiyor. romanda başarılı bir yerel komutan olan dedenin en sonunda kurulan milis kuvvetlerine katıldığı ve bu milis kuvvetlerinin bölgede bir dönem hakim olduğu görülüyor.

    en son olarak mo yan'ın anlatım özelliklerine bakalım:

    gerek sözlükte yazılanlar gerekse diğer eleştirilerde mo yan'ın gabriel garcia marquez'in büyülü gerçekçiliğinden etkilendiği gibi ifadeler var. ancak bizzat mo yan bunun böyle olmadığını açıklıyor. yabancı dil bilmediği için, yabancı klasikler çinceye tercüme edilene kadar bunları okuyamamış. marquez'in yüzyıllık yalnızlık isimli eserini de kızıl darı tarlaları romanının üçüncü bölümünü yazdıktan sonra okuyabilmiş. okuduktan sonra etkilenmiş tabii ve keşke ben de böyle bir dil kullansaydım demiş. yani romanda büyülü gerçekçilik ögeleri varsa da bu etkilenme ya da taklit değil.

    aslında büyülü gerçekçilik ile ilgili günümüz materyalist insanının dikkat etmesi gereken bir durum var. sanayi öncesi, çoklukla dışarıya kapalı kırsal toplumlarda insanlar zaten bizlerin şu an büyülü gerçekçilik olarak adlandırdığı anlatım biçimini destekler bir mantalite içinde yaşanıyor. insanlar doğa ile iç içe, doğa koşullarına göre tarım yapıyorlar. yoksulluk içindeler. din hayatlarında önemli bir yere sahip. eğitim çok az, dış dünya ile iletişim çok az. hayal dünyaları ve hatta düşünce dünyaları doğal olarak cinler, periler, hayaletler, doğaüstü efsanevi varlıklar ile kaplı.

    günümüzde sanayileşmiş ve hatta dijitalleşmiş, doğadan, insanlardan kopartılmış bir şekilde beton şehirlerde yaşayan iyice materyalist olmuş bireyler ne yazık ki doğaüstü hayal dünyası ve bu ögeleri kullanarak yazılmış edebi eserlere çok uzak. sanki her şey onlara iki kere iki dörtten ötesi yokmuş gibi geliyor.

    ancak sanayi öncesi tarım toplumlarında ve de bu toplumları anlatırken büyülü gerçekçilik kullanılması çok doğal. zaten bu insanların hayatı büyülü gerçekçilik. işte bu yüzden zamanında latife tekin için, burada da mo yan için söylenen marquez'i taklit etti, çok popülerdi o yüzden kullandı eleştirileri manasız kalıyor.

    mo yan'ın anlatımına dönersek, romanda kendisi yer yer, nobel ödülü verilme gerekçeleri arasında da bulunan, "sanrısal gerçekçilik" kullanıyor.

    bir örnek verelim: yazarın 2. ninesi bir gelincik tarafından lanetlendiğini düşünüyor. romanın sonlarına doğru anlatılan 2. ninenin hikayesi bu gelincik laneti kullanılarak anlatılıyor. zaman zaman bu gelinciği rüyasında görüyor, olaylar sırasında bazen gelinciğin kendisini görüyor, bazen insanların gelinciğe dönüştüğünü görüyor. bu lanet, rüyalar, sanrılar kendisini çok etkiliyor.

    roman boyunca büyülü gerçekçilik, sanrısal gerçekçilik, çeşitli katmanlarda sembolizm kullansa da yine da olabildiğince sarsıcı ve basit bir anlatım var.

    en çok etkilendiğim bölümlerin en sondaki iki hikaye olduğunu söyleyeyim. ilki japonların ikinci ninenin ve halasının yaşadığı köyü işgal etmeleri ve sonrasında gelişen olaylar. az ayrıntı verilmiş ve sanki bir yavaş çekimle gösteriliyor. ancak çok etkileyici. ikincisi japonlar tarafından on sekiz yerinden yaralanan ama yaşayan adamın yaşlılık döneminde çektiği yoksulluk ve çaresizlik.

    aslında romanı bir kez daha okumak faydalı olur diye düşünüyorum. özellikle bu bilgileri öğrendikten sonra ayrıntılara daha çok dikkat edilerek kitaptan daha çok şey alınabilir.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap