4 entry daha
  • benim tüm edebi duygularımın sinir uçları ile oynadı bu film. çağrışım manyağı oldum adeta. inşallah bu topraklarda da günün birinde böyle bir film çekilir. filmi seyredenler aşağıya:

    birisi bir şeyi senden daha iyi söylemişse ya onu tekrar et ya da sus demiş adamın biri. ben de böyle düşünmeme ve some logic'in üstteki şahane entrysine rağmen bir şeyler yazmadan duramadım. hiç özenmeden çalakalem yazacağım. bütünlük arayan üstteki yazıyı okusun.

    yazarımız, kendisine hikayelerini verip değerlendirmesini isteyen otelci çocuğa, "basitçe ve açıkca yazmışsın" der. yazar adayı alınır "çok mu basit" der. yazarımız, "kafka da basit ve açık yazar ama rahatsız edici ve yıkıcıdır" der.

    bir şeyleri basit yapmak gerçekten çok zor. yönetmen bu zor işin altından ustalıkla kalkmış.

    yazarın ağzından çıkan her bir cümle bana paul auster'in basit, akıcı ama buna karşın konuyu en kılcal damarlarına kadar bütünüyle ifade edebilen yazılarını hatırlattı. basit, kısa, net ve gerçek cümleler. neredeyse hiçbir zaman duyamadığımız kadar gerçek.

    oğuz atay'ı düşündüm sonra. "ey sevgili milletim! neden böyle yapıyorsun? neden az gelişiyorsun? niçin bizden geri kalıyorsun?" diye dertlenen aydın "entel" tiradını hatırladım.

    demek ki bizim gibi 3. dünya ülkesi olan arjantin'de de benzer toplumsal kodlar var. bugüne kadar hep okumuşu dışladık. sanatçısı, aydını, edebiyatçısı, entel, özünü kaybetmiş, halkın benimsediği değerlere düşman diye aşağılandı. eskiden gizliceydi neyse ki millet iktidara geldi de artık açıkça sövüp hain ilan edebiliyoruz okumuşu. tamam bu heriflerin dine, millete, vatana, namusa, esnafa hiç saygısı yok da böyle dev aynanın karşısında kendini çırılçıplak görmek de bir tuhaf. insanın başı dönüveriyor.

    bu mına koduum entelleri yıllarca, bir dönümü kendine kattığı için eniştesini pompalı ile vuran köylünün hissiyatını anlamadılar. malafatını, ergengen eşekte, evliyken pavyonda bileyleyen köylüyü benimseyemediler. gerdekte çarşafı kızıla boyamayan gelini taşlamayı horladılar. hem burada doğacak hem de burayı beğenmeyeceksin. tüm bunların üzerine bu aşağıladığın insanların memleketine gelip bir de paye alacaksın he. işte böyle domuz gibi vururlar adamı.

    kemal tahir, yaşar kemal, orhan kemal, bekir yıldız, sabahattin ali ve niceleri hepsi aynı bu toprakların esas sahibi sayılan anadolunun, köylünün, taşralının hikayesini anlattı onyıllarca. son lokmasını dahi seninle paylaşan, evinin kapısını sorgusuz açan bu iyi, saf, temiz halkın içten içe çürümüşlüğünü, ikiyüzlülüğünü, cehaletini, hoyratlığını ve bunun getirdiği cesareti yazdılar bir dolu kitapla. ama kitap okumayan bir toplumda bu toplumsal terapi hiçbir işe yaramadı tabi ki. çok okuyan arkadaşlar şimdi sefilleri oynuyor diyen ve kendini padişah sanan biri tarafından yönetiliyoruz.

    üstteki biricik yazarlarımız da, film de aynı şeyi diyordu: herkes kendisinde olmayanı diline pelesenk ediyor. namus, vatanseverlik, kültür, din, sanat, edebiyat ondan yoksunların ağzında sakız oluyordu.

    dolayısı ile filmdeki kasabalıları çok yakın buldum kendime. aynı süleyman emmi gibi, aynı cemil dayım gibi hepsi mütevazi, saf, cahil ama misafirperver, iyi, temiz insanlardı tabiatını sktiklerim. kalabalıklardı, haklılardı, yazar villasına gittiğinde yüzyüze bakacaklardı kuyruklarına soktuklarım.

    ne diyordu jesus christ: kendi köyünde peygamber olamazsın.

    bir tarafta tek başına narsist ve kibirli bir yazar. diğer tarafta toplumcu iki yüzlü taşralılar. gel de ayn rand'a hak verme.

    son olarak şükrü erbaş'ın ünlü şiiri ile yazımı bitiriyorum: köylüleri niçin öldürmeliyiz?
25 entry daha
hesabın var mı? giriş yap