93 entry daha
  • allah kahretsin. üşenmedim on sayfayı da okudum. iki grup var entrylerde: ilki romantikler. işte biz kutu gibi evlerimizdeykene adam doğada, vah bizim insanlığımıza vah bizim eşekliğimize tayfası; yani ibretçi ekip. bir de hümanizm odaklı, bak adamlara tuz vereyor, kirbit vereyor, pirinç, dayanamıcam ağlıcam gibi bir bakışla sınırlı tayfa. mütevazılığı bir kenara bırakmak ve şımarıklığı ele almak gerekirse: anlaşılan derinlere inmek yine bu garibana, bu yetime düştü. ah, zamanın gençleri, ömür bunlar, oturun. iki tane efes maltımı ve bir paket camel softumu masama koydum. hazırım. siz de hazırsanız başlayalım. -spoiler içeriyor-

    efendiler, öncelikle sikmişim doğasını, gezginliğini, tamam mı? yani bunları övmeyi falan bir kenara bırakın artık. buradan ne ekmek çıkar, ne ideoloji çıkar, ne felsefe ne de başka bir şey çıkar. o yüzden samimi olarak sikmişim doğasını, ormanını. önce bunu bir koyalım artık ya. ibretçi tayfa eğer biraz samimi ise, şu an şu dakika siktir olup gider yerleşik düzenden. gidin abi. orada burada ağlamayın, "evli çift her şeyi bırakıp ormana yerleşti," gibi haberleri orada burada paylaşmayın. siktirin gidin ya da susun. dersu uzala karakterinde, doğa ve gezgincilik bir dekordur. dersu uzala asıl olarak burada değildir. bunu net olarak söylemek gerekiyordu, söyledik. şimdi okumamızı detaylandırarak şenlendirelim ve derinlere doğru girelim, girelim evet.

    bu filmdeki ana mesele, kişinin kendi gerçekliğine dışarıdan bakmasıdır babaerenler. bizler, koşullarımızla, doğduğumuz yer ve yaşadığımız muhit, toplum vs ile birlikte bir gerçekliğin içine hapsoluruz. bu gerçeklik bizden azadedir, biz ona doğarız, yani inşa etmeyiz. ve bu gerçeklik aksaktır, bu gerçeklik eksiktir, hatalıdır ya da belki de en doğrusudur; bunu bilmemiz çok zordur. bugün bir fransız salyangoz'u hapur hupur götürür, biz ise yiyemeyiz. çünkü bu orospu çocuğunun adı zaten sümüklü böcektir bizde. sikerler, yiyemeyiz. işte bu bizim gerçekliğimizdir. biz bu gerçekliğimize bakma şansını ancak ve ancak orospu çocuğu sümüklü böceği utanmadan tiksinmeden yiyen birisini görürsek elde edebiliriz. işte o zaman, bir saniye deriz ve işte ancak o zaman, dünyamızı aşarız. duvarların ötesine geçeriz. abi deriz, farklı, bambaşka olaylar var bu dünyada, bu yaşamda acayip işler var ve ben belli duvarlarla örülüymüşüm meğer. bizim böyle lafları edebilmemiz, aslında bizim kendi gerçekliğimize dışarıdan bakabilmemizdir. bakma şansına erişmişizdir ve vay amk demişizdir. işte filmin ana olayı budur. yoksa dersu uzala bir ideal değildir; pekala bir mülkü olan insan dersu'dan daha iyi, daha güzel ve bu önemli; daha anlamlı bir hayat yaşayabilir. bunu koyalım. buradaki mesele, kişinin kendi gerçekliğine dışarıdan bakmasıdır yani, yedi yüz kere daha tekrar edebilirim. evet. film bunun üzerine kurulu.

    peki bu kendi gerçekliğine dışarıdan bakma hadisesi nerede vuku buluyor? tam olarak, yarraklara yan basacaklarken dersu uzala sayesinde sığındıkları balıkçı ailesinin evinde. orada dersu diyor ki: yüzbaşım, kapitan, beni affet, ben ormanı bırakıp şehre gelemem. param olması ise mesele, samur da paradır ve ben bunu avlayacağım. bu benim para birimim ve bu benim para kazanma biçimim. filmin bu sahnesinde yüzbaşı ve askerleri donarlar. ev sahibinin ikram ettiği balığı görmez olurlar. işte bu kutlu an, bir insanın kendi gerçekliğine dışarıdan bakma şansını elde ettiği andır. donup kalmaları ondandır. dersu uzala sayesinde gerçekliklerinin dışına çıkmışlardır o an. abi dünya benim gerçekliğimden ibaret değilmiş demişlerdir. okunduğunda basit gelen bu şey basit değildir. bence hayatın en boktan şeyidir bu. çünkü kendi gerçekliğinizin dışına sadece ve sadece görürseniz çıkabilirsiniz. işte dersu uzala bunu göstermiştir o sahnede ve bizim elemanlar donmuştur. yönetmenin büyüklüğüne bakar mısınız amk? bu sahne çok anlamlıdır ve bilinçli çekildiği her halinden belli. nefis ve büyük bir iş bu. koçum kurosawa!

    filmin ilk kırılma anı işte bu. o sahnede adamlar kendi gerçeklerine dışarıdan baktılar ve dondular. bu bir.

    ikinci mesele ise bence simgesel anlatımın sınırları içerisine giren detaylar. yüzbaşı ve askerler, bir temsilin ifadesi aslında. bu film özelinde yüzbaşı, yani kapitan, gerçekten de bu hayatta kitleden ayrılan bir ruhu ve algısı olan insan. askerler ise kitlenin temsili. bunu neye dayanarak söylüyorum: kapitan, dersu uzala'yı anlamanın peşine düşerken; askerler olayın taşağındaydı. tıpkı kitle gibi. ki dersucuğumuz da, ulan siz ne ciddiyetsiz adamlarsınız iki dakika gülmeden durun lan diye payladı bunları zaten. işte kitle budur. her şey onlar için bir malzemedir. eğlen geç, üzerinde durma, anlamaya asla çalışma! oysa amirleri, yani yüzbaşı ve yani kapitan nasıl? o, dersu'yu anlamaya çalışıyor. bir yabancıyı malzeme etmemesi gerektiğini, onu anlarsa çok fazla şeyi anlayacağını biliyor adam. kim olursa olsun, bir insana yaklaşmaktaki o inceliğin farkında. asla yargılamıyor, asla küçümsemiyor, anlamaya çalışıyor. işte kitle ile kitlenin dışındakiler arasındaki fark da budur. bir insanı anlamaya çalışmıyorsanız, panayırın soytarılarından birisinizdir. fazlası değil. bir insanı gerçekten anlamaya çalışmayı karakter bellemiş iseniz artık soytarı değil, yüzbaşısınızdır, kaptan, yani dersu'nun tabiriyle: kapitansızdır.

    filmde simgesel olarak bunun böyle kurgulandığını düşünüyorum ve bunu da çok başarılı buluyorum. diğerleri bomboş bir hayatın içerisinde takılırlarken ve dersu'yu taşağa almaya çalıştıkça dersu'nun yarrağına otururlarken yüzbaşı dersu'daki olayı fark etmişti. peşine düştü. yer yer rehber edindi onu. işi düştüğünde, ormanda göreve çıktığında rehber odur dedi. ona saygı duydu. diğerleri ise inceliksiz, derinliksiz bir yaratıklar sürüsü olarak gülüp geçtiler; tıpkı hayatı yaşama biçimleri gibi. tıpkı hayata baktıkları gibi ve tıpkı hayatlarının bomboş olması gibi; dersu'ya bakışları da bomboştu. bu da ikinci önemli nokta.

    üçüncü olay dersu'nun gözlerinin bozulması ve filmin ikinci kırılma noktası da bu zaten. isyan ediyor dersu, sikerim hayvanları ilk ben görürdüm, şimdi göremiyorum, amına koyarım böyle işin diyor. buradaki isyan hüzünlü bir isyan. hüzün şurada: dersu, egodan, herkesten yüce olduğundan delirmiyor; o, eğer bu yeteneği sönerse seçtiği yolda yürüyemeyeceğini bildiğinden deliriyor. ölümle aynı şey yani onun için görememesi. allah kahretsin, son sahneyi siktir edin, asıl burada ağladım ben. onun çabası, falan filan. amına koyayım. hüzün asıl buradaydı işte. dersu, orada ölmüştü çünkü. nefes alıp veriyor olmasından azade bir ölümdü o. gerçek ölümdü ve acı olan, bunu kendisi de fark etmişti.

    son kırılma anı, dersu'nun kapitana abi ben şehirde yapamıyorum demesiydi. sonunda saldılar adamı, hadi git emmoğlu, sen dağlara aitsin bre deyu. buradaki kırılma mükemmel biçimde şuydu: kişi, kendi gerçekliğine dışarıdan baksa bile ondan kopamaz. yani keşke gidip yönetmenin önünden eğilseydim. bu kadar başarılı bir anlatım olamaz aminor. dersu'nun bizim elemanlara yaşattığını, filmin sonunda dersu'ya yaşatıyor yönetmen. dersu kendi gerçekliğine dışarıdan bakıyor. ancak buradaki tema şu: ne yaparsan yap, gerçekliğinden kopamazsın. bir türk olarak o siktiğimin sümüklü böceğini yiyemezsin. bu gerçekliğindir senin, kadir cangızbay'ın tabiriyle: hamurundur. erasmus bok püsür ama çorum vardır, yozgar vardır sende. bunu atamazsın. ve gider dersu uzala dağlara. hayatta kalamayacağını bilerek gider. tam da bu noktada şimdiki yeni yetmelerin anlayamayacağı bir kavram olarak haysiyet giriyor devreye.

    dersu uzala'nın yüceliği, doğa sevgisi bok püsür değil yani. onlar bir dekor. orospu çocukları gibi bulunduğu kabın şeklini almıyor adam. alamıyor. bunu yapamıyorum diyor. öleceğimi biliyorum ama yine de gideceğim çünkü ben bu değilim diyor. yücelik burada işte. ateşin başında bir hışımla kalkıp, yerleşikliğin sembolü battaniyeyi üzerinden atıp sikerim diyor; ben bu değilim. koçum benim. öleceğin bilerek gidiyor ve ölüyor. duruş budur. haysiyet budur. dersu uzala'nın yüceliği buradadır. böyle bir filmden kalkıp da doğa falan çıkmaz yani. hümanizm falan dekor sadece. işin aslında bunu izleriz. umarım iyi ifade edebilmişimdir. küfürler için özür dilemek isterdim ama sikerler, dilemiyorum. hüzünlüyüm.

    itüsözlük'ün vakti zamanında estiricisi olan değerli dostum komiser cemal gibi konuşmak gerekirse: bu filmde sadece doğa güzellemesi bulan herkes biraz alçaktır! geceniz güzel olsun.

    edit: sarhoş olduğumdan bir sürü imla hatası yapmışım. onları hallediyorum. fak yu bana.
77 entry daha
hesabın var mı? giriş yap