• genellikle fazla yem vererek akvaryumdaki balıkları çatlatmak şeklinde görülse de, benim hikayem biraz daha farklı. kendisini soğuktan donmuş ellerimle lojmanımın kapısını açmaya çalışırken bulmuştum. dışarıda nerden baksan bir metre kar vardı. ama bizim uğur nasıl olmuşsa o soğukta canlı kalmayı başarabilmişti. bilmiyorum belki de uğurböcekleri soğuğa dayanıklıdır. zaten hakkında bilgim olsa daha uzun yaşayabilirdi hayvancağız. doğru duydunuz kendisi bir uğurböceğiydi. adı da buradan geliyor zaten.

    önce halımın üstüne bırakıp bir süre ne yapacak diye izledim onu. neşeyle sağa sola koşturdu (bana neşeliymiş gibi geldi, olamaz mı?). sonra evden çıkmam gerektiğinde kendisini tekrar bulmakta zorlanmayayım diye boş bir saç jölesi kutusu bulup, uğuru içine koydum. merak etmeyin boğulup ölmesin diye kapağına topluiğneyle birkaç delik açtım (o kadar düşüncesiz değilim canım).

    akşam eve döndüğümde, uğuru jöle kutusunun tabanından tavanına doğru koşturup sonunda en tepeye ulaştığında sırtüstü yere düşerken buldum.bunu çok sevmiş olmalıydı ki tekrar doğrulup, aynı hızla tırmanıp, yine düşüyordu. biraz da halının üzerinde takılsın diye onu kutudan çıkardım. o an aklıma ona yiyecek birşeyler vermem gerektiği geldi. peki ne yerdi ki bunlar? yeşil yapraklı birşeyler olabilirdi ama evde kış ortası olduğu için yeşillik namına bir şey yoktu, saksı çiçekleriyle de pek aram olmadığı için uğurun ciddi bir beslenme problemiyle karşıkarşıya olduğu aşikardı. sonunda ona şeker vermeyi akıl ettim. jöle kutusunun içine bir tutam toz şeker attım, ve uğuru yuvasına bırakıp ne yapacağını izlemeye başladım. her bir şeker kristalini ağzına alıp alıp bırakıyordu. sanırım başarmıştım. ne olduysa ertesi gün oldu zaten. evden çıkmadan önce uğurumun acıkmak yanında bir de susayabileceğini düşünerek kutunun dibine bir damla su döktüm.*akşam döndüğümde, uğuru suyla ıslanarak tutkal özelliği kazanan şeker yığınının içinde sırt üstü vaziyette ölmüş olarak buldum. sanırım yine tavana tırmanma oyunu oynuyordu. zavallı uğurum bu kez dönmeyi başaramamıştı.
  • küçük çocuklar için sanılanın aksine çok üzücü bir olaydır. çok küçük yaşlarda eve kedi, köpek almama izin verilmediği için civciv, balık gibi hayvanlar beslerdim. balık beslemek benim için o yaşlarda bile büyük bir zevkti fakat balıklar doğal olarak bi süre sonra ölüyordu. balıklara çok özenle bakar akvaryumunu bizzat kendim temizlerdim, balıklar maksimum süre yaşardı fakat küçük olduğum için aklım ermezdi hep yaşayacaklar sanardım. bir tanesi bile ölünce çok ağlardım, onların da ben gibi hep yaşayacağını sanardım. boyalı civcivlerden alırdım aşılı olduğu için doğal olarak kısa süre içinde ölürdü fakat bir kere aldığım normal civcivlerin 2 tanesi bildiğiniz tavuk, horoz boyutuna ulaşmıştı, çok sevinmiştim. herkes hayvan bu ölür dese de beslenilen bi hayvanı kaybetmek çok üzücü bir durum olsa gerek...
  • su kamplumbağam vardı. adı maaşallah'tı. onu nazarlardan korumak için bu ismi seçmiştim.
    günde bir tane yem atıyordum akvaryumuna. o yetiyordu ona.

    birgün bir baktım, akvuryumun tepesinde 5-6 tane yem var. ''kim yaptı?''bunu diye bağırdım tabi görür görmez.

    babam atıldı:
    -ben attım yemleri, noldu?

    -niye baba ya, o günde bir tane yiyor.

    -koydum işte, acıktıkça yer.

    ama acıktıkça yemedi işte. ölene kadar yedi. zannediyorum mide fesadı geçirdi. rahmetli çok tatlıydı ya.
  • hepiniz küçükken sapanla kuş avlamışsınızdır. ben de yapıyordum arasıra. ancak yapmaya çalıştığım yaralayıp beslemeye çalışmaktı. ve bir gün bu isteğim oldu. hayvanın kanadı kırılmıştı hemen eve götürüp kibrit çöpleriyle kanadını şıkıştırmak suretiyle tedavi uyguladım. önüne de bir kaç parça kuru ekmek koyup üstüne eleği kapattım. ertesi gün kahvaltımı yaptıktan sonra yanına gittiğimde bir de ne göreyim. verdiğim ekmeklerin hiçbirini yememiş hayvan. açlıktan ölmesin diye düşünerek ıslattığım buğdayları yedirmeye çalıştım. işte o gün anladım ki kuşların ağzını açtırmak için ensesini sıkarsanız boynu kırılıyormuş. hemen avlunun köşesindeki güllerin dibine mezar yapıp kuşu oraya gömdüm ve bir daha da sapanla kuş avlamadım.
  • (bkz: fare)
  • sadece fazla yiyecek verilerek değil aynı zamanda yanlış yiyecek verilerek de gerçekleşebilecek hadise.

    küçüklüğümden beri hep bir hayvanım olsun istemişimdir ancak her evde rastlanabilecek "annenin temizliğinden ödün vermeme tutumu" neticesinde balık ve kuş türevi, insanın hayvan sevgisini tatmin etmeye yetmeyen ama bir nebze de olsa oyalanmasını sağlayan hayancıklarımla yetindim. ama bir gün, tahmini 12 yaşlarındayken kapımız çaldı ve gelen dayımdı, elinde de bir kutu vardı, kutuyu bana uzatıp açarken dikkatli olmamı tembihledi. kutuyu elime alınca içinde canlı bir şey olduğunu hissetmiş ama yine olsa olsa içinden kuş çıkar diye düşünüp çok fazla heveslenmemiştim. kalbimin hızlı atışları arasında kapağı kaldırmamla içindeki tatlı beyaz tüy yumağı tavşancıkla göz göze gelmem bir oldu. sanırım bu hayatımda aldığım en güzel hediyeydi, o yüzden o anı hiç unutamam, süper mutlu olmuştum; ne de olsa artık akvaryumda yüzen ve dokunamadığım bir balık ya da sıkı sıkı tutmazsam kaçacak olan ve de elimi ısıracak olan bir kuşum değil istediğim kadar sevebileceğim bir tavşanım olmuştu. tabi ki her güzel şey gibi bu mutluluk anı da pek uzun sürmedi. tavşanın ne yemeyi sevip neyi sevmeyeceğine dair pek bir fikrim yoktu, bugs bunny'nin aksine bu tavşan hiç havuca yanaşmıyordu. bunun üzerine ben de bilimin her şeyden önce geldiğine dair güvenimle açtım gazetelerden toplanmış bir kütüphane dolusu ansiklopedilerden birini ve de "t" harfini takiben "tavşan" kelimesini bulup sevgili tavşanım ne yer ne içer diye okumaya başladım. ansiklopedide bahsi geçen yiyeceklerin hiçbiri bizim evimizde yoktu ama sonra gözüme "süpürge tohumu" kelimesi takıldı ve işte o anda beynimde bir ampul yandı. tabi ya süpürge tohumu! kuş yemi görmüş olanlarınız bilirki yemin arasında süpürge tohumu da vardır, aynı zamanda muhabbet kuşum da olduğu için evde bol miktarda kuş yemi vardı. kuş yemi kutusunu kaptığım gibi tavşancığa yöneldim ve deneme yapmak amacıyla avucuma döktüğüm bir miktar kuş yemini tavşana uzattım. büyük bir hızla tavşan bütün yemleri süpürge tohumuna bakmadan bir güzel mideye indirdi. tabi ben de bu durumdan çok memnun kaldım, biricik tavşanımı hem doyuracak hem de mutlu edecek bir yiyecek bulmuştum keskin zekam sayesinde! yalnız hiç göz önünde bulundurmadığım ve yıllar sonra öğreneceğim bir gerçek varmış ki tavşana ne kadar yemek verirsen yermiş meğer, öyle çok fazla yedirmemek lazımmış. sonuç olarak tavşancığımla geçirdiğim çok mutlu 2 günün ardından artık ya kuş yemi yemeye dayanamadığı için ya da sürekli yemeye dayanamadığı için bir sabah kalktığımda taş kesilmiş yatıyordu kutusunda zavallıcık. daha isim bile koyamamıştım...
  • evde beslemeye tesebbus ettigim su yilanimi yosun yiyodur bunlar muhtemelen o zman nane de yesil birsey olarak iyi bi besin kaynagi olabilir diye dusunmek suretiyle gerceklestirdigim salaklik . 4 yasindaydim . yilanlarinizi yesil naneyle beslemeyiniz
  • kuzenim yalvar yakar olup günlerce dil dökerek teyzemi, eve bir yavru kedi almaya ikna etmişti. öyle pet shop'tan falan değil, sokaktan. neyse buldular bi tane zavallı bişey. zayıf, sarsak... kuzenim çok mutlu ama. besleyecek, büyütecek, nasıl hevesli... bir gün teyzemle bize geldiler. anlata anlata bitiremiyo kedisini. ben de heveslendim, gelirim, severiz, oynarız falan diye hayal kuruyoruz.

    neyse, kızcağız eve gitti ki ne görsün? kedi taşlaşmış, ölüp kalmış yazık.

    sonradan anlamışlar ki, bu kuzenin bir boy büyüğü olan abisi, bu zavallı kedinin sarsak sarsak ortada dolaşmasına ve bir türlü düzelememesine sinir olmuş, bir miktar supradyn'i ezerek sütüne karıştırmış. hayvan sizlere ömür. biz de bir süre, küçük kuzenin, abisinin kulağına gece uyurken kızgın yağ dökmesinden endişe ettik ama neyse ki bir müddet kavgalı kaldıktan sonra barıştılar.

    bu iş de teyzeme yaradı. o üzerine düşeni yapıp iznini vermişti. ölmeseydi hayvan n'apalım!
hesabın var mı? giriş yap