• benim kediyi veterinere götürdük geçen hafta, cebimizdeki son paramızı da vericez ibnekar için. taksi paramız bile yok, arkadaş geldi aldı sağolsun arabayla. neyse girdik içeri, benim manyak zaten veteriner görünce delleniyor. işemeli sıçmalı dejenere partiye çevirdi içerisini. benim ellerimde ısırmasın çizmesin falan diye takılan o kocaman eldivenler, kan ter içinde kedi kovalıyorum odada, benimki bi yandan sıçıyor, bağırıyor, işiyor koşturuyor falan içerde, peşimizde de elinde iğnesiyle veteriner kızımız. yok, baş edemiyoruz pezevenkle. o sıra içeri bir ana kız girdi, kızın da kucağında bir kedi. üçü de bok gibi para kokuyorlar. kızın adı ılım. ılım 16-17 yaşlarında, ılımdan güzellik akıyor. ılım ağır bir kız, çok yüz göz olmuyor bizimle, annesi anlatıyor bize ılım'ı, ılım "evet, o mükemmellik benim" der gibi bakıyor sadece. ılım'ın kucağında sinba var. ılım'ın kedisi. kedi o kadar vakur duruyor ki, bırak kutuyla taşımayı, taht olsa tahtla getirirsin veterinere. sinba ılım'ın kucağında, pencereden uzaklara bakarken veteriner yapıyor aşısını, dönüp bakmıyor bile sinba, bir "of ulan" bile demiyor, öyle mağrur. fransız sanat filminden bir sahne gibiler içeride. dönüp benim kediye bakıyorum sonra, adı haydar, 10 yaşında, bir dişi kırık, nefes nefese bokun sidiğin ortasında yatmış bana bakıyor, ben elimde koca eldivenler kan ter içinde mal mal dikiliyorum orda. haydar benden utanıyor ben haydar'dan o an. boynumuzu büküp çıkıyoruz veterinerden. "amına kodum sinba'sı" diye mırıldanıyor haydar.
  • on yaşlarında sakat bir çocuğun, tekerlekli sandalye yerine, bebek arabasında taşınmak zorunda kalındığını gördüğün an. muhtemelen o her yeri dökülen bebek arabasını da başkası vermiştir çünkü çocuğun annesi 1,5 lira olan otobüs parasını bile zor denkleştirdi, ''1 lira olsa olmaz mı? daha geri döneceğiz bir de'' dedi. muavin gencin bile gözleri oldu ''abla hava sıcak, su alırsınız, para istemez bizden olsun'' dedi. bizim kampüsün girişindeki araştırma hastanesinde onlar inene kadar kimseden çıt çıkmadı.
    insanların böylesi zorluklar yaşadığı bir ülkenin vatandaşı olmaktan utanıyorum...
  • "hocam size çay ısmarlayacağım, bugün param var, annem maaşını almış da!" (arada sırada kahvaltı ısmarladığım öğrencim)

    "hocam sadece 50 liram var, hangi lys'lere gireyim?" (bakanın lys'lerin hepsine girin, açıklaması ardından başarılı bir öğrencim)

    "geçen çocukları dışarı çıkardım izin günümde; biz de dışarıda yemek yedik diyebilsinler diye tavuk dönerciye götürdüm. 3'er liradan 12 lira. ama taburede oturduk, masaya otursak daha pahalı olurdu" (asgari ücretle ev geçindiren velim)

    yüzlerce an sayabilirim de özetle

    içine sıçayım adaletsiz dünya.
  • kitap alamadığınız anlardır.

    her kütüphaneden kitap alırdım. bir keresinde hoca zorla herkes bir tane bağış yapacak dedi.
    evdekilere yük olmamak için haftanın üç günü edüt var deyip okuldan sonra eve tam 2.5 saat yürüyordum deli gibi.

    milletin kantinde yediği o bastırılmış kaşarlı tostlara o kadar özenirdim ki hala deliririm bir yerde görsem.
    tam 7 yıl boyunca ya bir kere yedim ya iki.
    her gün evden getirip, öğlen arası herkesden kaçarak bahçede gizli bir yerde yerdim.
    ya da sınıfda sıranın altına saklamaya çalışarak.

    çünkü o pek zeki öğretmenler görürlerse yemekhaneye gönderirlerdi sonra. sınıfda yenmezmiş. hiç akıl edemezlerdi o yaşlarda çocukların nasıl acımasız olduklarından.

    doğum gününe biri davet edince geberirdim. ne alabilirdim ki. bir keresinde ilkokulda evdeki bir kitabı hediye yapıp götürmüştüm. en sevdiğim kitapdı. sevdiğim bir arkadaşımdı deniz. hediyelerin hepsinin yanına bıraktım kitabı kaçtım. sonra hediyeler açılıyordu tek tek. batmanler, kocaman lego setleri ıvır zıvırlar. benim kitabı açtı sonra arkadaş. sonra hep birlikte dalga geçmeye başladılar. kitap getirmiş biri. hayvanlar gibi gülüyorlardı. bende güldüm onlarla getire getire kitap getirmiş dedim.

    lisede beden eğitimi dersi için istenilen bağışı yapamadığım için notumu düşük veren, herkesin içinde azarlayan bedenci.
    düşük gelen orta öğretim başarı puanı.
    0.001 ile kaçırdığım itü elektronik müh. ( ki hayalim o bölümdü)

    belki fazla şey kaybetmedim; ama hakkımı helal etmiyorum o öğretmene. ahirette iki elim yakasında. tabi sevgili müdür yardımcımızın kızının bütün arkadaşlarının bir anda ortalamaları 5.00 olmuştu ya da en baştan öyleymiş. kim bilebilir ki . kim hesabını soracak bunun.
  • alisveris sitelerinde siralamayi ucuzdan pahaliya yapmak.
  • ortaokulda dersaneye giderken annenin harclik verip "bunu harcaman icin vermiyorum, yaninda bulunsun" demesi. ogle arasinda tum herkes hamburger tost karnini doyururken benim cebimdeki parayla yutkuna yutkuna onlari izlemem.
  • ekmek almaya giderken ya yetmezse diye bozuk paraları devamlı saydığınızı anladığınız anlar bütünüdür.
  • çocukken insan herkesi kendi gibi sanabiliyor. bizimkiler de memurdu sonuçta ama ne bileyim maaşı yüksek memurlardandılar. dolayısıyla öyle soba başında ısınmayı beklemek ya da ne bileyim istediğin oyuncağın alınmaması gibi durumlar olmadı, biz istemeden getirdiler her şeyi sağ olsunlar. neyse belli bir yaşa kadar da hep kuzenlerle oynayınca herkes bizim yediklerimizden yiyebiliyor diye düşünmüştüm. neyse böyle böyle okula başladım. arkadaş çevremin aileleriyle samimiydi bizimkiler, yemeklere çıkılıyor, haftada bir gün birinin evinde toplanılıyor falan o yüzden bendeki algı tam gaz devam ediyor. bir gün işe giderken annem seni x'in evine bırakacağım annesi götürecek sizi okula demişti. kalktık gittik. o an hissettiklerimi herkes abartabildiği kadar hissetsin, valla yumruk yemişten beter olmuştum. arkadaşımla abisi yerde önlerinde bir örtü serili oturuyorlardı. ellerinde su bardağında çay, yarımşar ekmek, ortada bi kase içinde 3-4 zeytin ve yağ. ekmeği ona batırıp yiyorlardı. o güne kadar her etkinliğie geldikleri için durumlarının kötü olduğunu hiç düşünmemiştim. incelememeye, bakmamaya çalışarak yiyip bitirmiştim kendimi. o an başladı sanırım tüm çelişkilerim. neden yardım etmiyoruz onlara? ama yardım edersek yanlış anlarlar. x bize geldiğinde şunları bunları yemesek mi artistlik yapar gibi... insanlığını sorguladığın an sanırım fakirliğin anlaşıldığı an. bir yanın evsizlere yardım edelim diye ağlayıp evdekileri komaya sokarken, diğer yanın acaba üstünlük hissi mi yaşıyorum diye düşünüp sorgulayabiliyor (ailenin senin bu isteğini başkalarına anlatıp övünmesinin etkisiyle sanırım). ve bunun için büyümek de gerekmiyor, o an düşünebiliyorsun bunları.
  • ben de kediden devam edeyim, bizim kedimiz yoktu. öğrenciyken ev arkadaşlarımızdan birinin kız arkadaşı tatile giderken kediyi bırakmak istedi arkadaş da ne desin kabul ettik, tabi giderken bize yüklüce kedi maması parası verdi. arkadaş sevgilisini yolcu eder etmez, parayla önce lokantada karnımızı doyurduk, kalanıyla evin alışverişini yaptık, burada detay vermeliyim, sefillikte zirvede oldugumuz için toptancıdan büyük sanayi tipi makarna olur ya 5-10 kiloluk ondan aldık, bulgurdu bolca hazır çorbaydı, yumurtaydı, tavuk kıymaydı :) ozaman tavuk kıyma efsanesi vardı bilen bilir. biraz da akciğer aldık kediye nerdeyse bedava verecek kasaplar kilosu 1-2 lira gibi bişey kuşbaşı doğrayıp pişirip dolaba atarız arada veririz dedik sonra nasıl olduysa la bu ne güzel koktu et lan bu verilir mi, kendimiz yiyek dedik akciğerden de mahrum kaldı garibim sonrasında biz ne yesek kedi onu yemek zorunda başta biraz burun kıvırdı falan, dayıyoruz bulguru makarnayı bir iki gun direndi. sonra yumurtaydı makarnaydı ne geldiyse yemeye başladı. arkadaşın sevgilisi geldi. kıza yabani gibi bakıyor, kız kucağına aldı ya bu ne kokuyor böyle dedi, biz de salağa yatıp birbirimize bakıp çok garip ne kokabilir ki? türünden...
  • kış soğuğunda köşede tanesi 1 liradan maydanoz, limon satan teyzenin ,hepi topu 50 tl olan bütün tezgahındakileri alıp ''hadi teyzecim evine git bugün ısın'' diyememek
hesabın var mı? giriş yap