• sağcısı, solcusu, dincisi, milliyetçisi; her kanattan insanın korktuğu ve korktuğunu kabul etmediği şeylerin başında gelen hede.

    herkes, en doğru yolu kendisinin bildiği konusunda çok emin. herkes, o konu yalnızca öyle tartışılsın; o iş yalnız öyle yapılsın, diğerleri ille de onun doğrusuna iman etsin istiyor. istisnasız söylüyorum, her türlü görüşten ve ideolojiden birçok insanın ödü kopuyor farklılıktan.

    arendt'ten öğrendiğim en önemli şey belki de buydu, içimde derinden rahatsızlığını hissettiğim bu şeyin adını koymamı sağlamıştı. farklılıktan korkanlar -hangi kanattan olursa olsun- düşünme metodu olarak aynı yöntemi izliyorlar, aynı kısırlığın içindeler. bunun bir kez adını koyunca, beni neyin rahatsız ettiğini daha iyi anladım.

    diyelim ki kendini feci halde bir millete ait hissediyorsun. hangisi olduğunun bence önemi yok. sen o millete ait olmanın "önemli" olduğuna inanıyorsun. inşa edilmiş bir milletin, binlerce yıldır falan yaşadığını, ezel-ebed varolduğunu düşünüyorsun. ben sana "ne hakla kendini bir millete ait hissediyorsun?" diyemem. sadece bunu saçma bulabilirim, "ben öyle hissetmiyorum, kendimi herhangi bir milletle özdeşleştirme fikrine karşıyım" filan diyebilirim. ama sen de bana, kendimi bir millete ait hissetmediğim için ya da senin milletine değil, başka bir millete ait hissettiğim için "düşman" gözüyle bakamazsın, benim canıma kastedemezsin, beni bununla aşağılayamazsın. hem sadece beni değil, "o"nu da aşağılayamazsın. ben "o"nun milletinden olmadığım halde, sen "o"nu, "o" olduğu için aşağılamaya kalkarsan sana karşı saf tutarım. bu benim "o"nun da bir millete ait hissetmesini saçma bulmadığım anlamına gelmez, sadece herkes bu saçmalığı yapma hakkı olduğuna inandığım anlamına gelir. işte tam da bu yüzden anadolu insanına "çomar" diyen ve kendini elit zanneden götü boklu kibirlilerden de, onları yeterince türk bulmayan milliyetçilerden de, kürt milliyetçiliği yapanlardan da aynı anda, eşit derecede sıkılabiliyorum. burdan bakınca çok benzer gözüküyorlar çünkü gözüme: farklılıklardan korkan, tahammülsüz, güvensiz insanlar.

    diyelim sol görüşlüsünüz. silahlı mücadeleyi savunan da var, pasif direnişi de, siyasal mücadeleyi de... herkes kendi doğrusunun en doğrusu olduğuna çok emin. geri kalan herkes işbirlikçi, küçük burjuva ya da şiddetten nemalanmaya çalışan kasaplar filan... tabii, deli misin canım! elbette en iyisini sen biliyorsun! çünkü sen "aydın"sın, halkı "kurtaracaksın"! da, bir sor bakalım, halk senin tarafından kutarılmayı istiyor mu? belki hayatından memnundur? evet, onun hayatı sana göre korkunç olabilir. ama belki o memnundur? aaa, demek farklı hayat beklentileri olanlar varmış? ne kadar ilginç!

    feministsin mesela. radikal feminist liberali, liberal olan özcüyü sevmiyor. sevmeyebilir. çok normal. hepsi farklı mücadele yöntemlerini benimsemiş. hepsi de "en doğrusunu" kendisinin yaptığına çok emin. hepsi, bütün kazanımları kendisine mal etme peşinde. halbuki hiç düşünmüyor ki, bu kazanımlar aslında hepsinin çabasının bir toplamıdır. beğenmediği farklı yol, onun davasına farklı şekilde katkıda bulunur. ama yok, başka bir yoldan yürüyenler ölmeli aslında!

    mesele şu ki, eğer en doğrusunun bu olduğuna sadece inanmakla kalıyorsam, sorun yok. eğer en doğrusunun başka bir yol olduğunu düşünsem zaten o yoldan giderdim. sorun, "herkes benim yolumdan yürümeli" denildiği anda başlıyor. evet, belki ben de diğer yolları pek şahane bulmuyorum veya eleştirebiliyorum, ama kimseyi yolundan alıkoymaya çalışmıyorum. kendini bir millete ait olarak tanımlamakla mutlu mu? peki. ben yapmazdım, ama o isterse yapsın. yalnızca parlamentoda boy göstermekle her şeyin çözüleceğini düşünüp bütün enerjisini buna mı harcıyor? peki, ben buna enerji harcamıyorum, ama başkası harcayabilir, onun yaptığının bana, benim yaptığımın ona faydalı olacağı durumlar da denk gelir muhakkak. okuduğumuz romanda bir başka feminist arkadaşımı rahatsız eden öğeler mi varmış? belki benim göremediğimi görmüştür. çorbasına limon sıkarak mı içmeyi tercih ediyor? "eşek hoşaftan ne anlar!" diye takılmadan önce bir kez daha düşün. bırak o öyle yapsın ve sen böyle yap. hanginizin daha iyi bir tercih yaptığını, hanginizin davaya daha büyük katkı yaptığını ölçmemizin somut bir yolu yok. en iyisi, hepimiz en iyi yapabileceğimiz şekilde yapalım.

    ama yok! hayatınızın en büyük "dava"sından yediğinize ve giydiğinize kadar, her anlamda dar bakışlılığınız sinmiş her şeye. dava dışındakilere karşı sert olduğunuz gibi, kendi davanızın içindekileri bile yıpratmaktan usanmıyorsunuz. karşılıklı olarak, aynı dava içinde farklı yanları öne çıkaran örgütleri "davayı bölmekle" suçluyorsunuz, çünkü bir şeye karşı birleşmeniz gerektiğinde ağ tipi örgütlenmeyle hemen bir araya gelip sonrasında kendi bildiğiniz gibi iş yapmaya devam etmektense "ölürüm de onları tanımam!" moduna geçiyorsunuz. her konuda bu böyle... sonra "nerede yanlış yapıyoruz?" diyorsunuz. sağcısından solcusuna, çoğunuz böylesiniz. farklılıkları koruyarak bir arada iş yapmak gözünüze korkunç gözüküyor. çünkü siz hep en doğruyu biliyorsunuz. ne tuhaf, o kadar benzer ve o kadar sıkıcısınız ki!

    evet, her farklılığa ben de bayılmıyorum. ama hayatıma kastetmeyen, bana fiziksel ve psikolojik olarak somut bir zarar vermeye kalkmayan bir kimseyi de durup dururken "hain!" sözüyle yaftalamaya kalkmıyorum. uzlaşma ve tolerans denen şeyden bu kadar uzak olmanızın sebebi, bizzat farklılıkların kendisinden ölesiye korkmanız olabilir mi? farklılığın bizatihi kendisini, sırf varolduğu için, bir tehdit olarak algılıyor olabilir misiniz? evet, muhtemelen öylesiniz. bu güven paranoyanız o kadar sıkıcı ki, eğer sizin gibi olsaydım, sizi zorla sizden farklı insanların arasına atıp onların da "insan" olduğunu görmeye zorlardım.

    işin en tuhaf yanı, farklılıkları dert etmeyen insanların sizden daha fazla "ortak" noktada buluşması. sizin "o yeterince türk mü, bu yeterince müslüman mı, şu yeterince erkek mi, falanca gerçek bir kadın mı, beriki en hakiki solcu mu?" diye birbirinizi yediğiniz noktada; insanların hangi milletten, dinden, mezhepten olduğuyla ilgilenmeyip hepsinin barınağa, yemeğe, güvene, sevilmeye ve takdir görmeye ihtiyaçları olduğunu görebiliyoruz mesela. yemekten hoşlandığımız yemeklerin farklı olması ya da "takdir"den anladığımız şeyin farklı olmasını sorun etmiyoruz çünkü. elbet bir yerde buluşuruz. farklılıklardan korkmayan insanlar varolmaya devam ettikçe, elbet bir yolunu buluruz.
  • farklılık insanlığa o kadar yabancı bir kavram ki, bunu bugün bir kez daha anladım.

    farklı olma çabası ile aynılaşırken, reklamlar bize "benzerlerinden çok farklı" diye öve öve bitiremedikleri ürünleri satın almamızı sağlamaya çalışırken, aslında ne kadar yanıldıklarını, ne kadar zorlama durduklarını farkettim. biz farklılığı sevmiyoruz arkadaş. en son ne zaman farklı bir şey sevdin? en son ne zaman farklı bir insanı sevdin? farklı derken, adının ayşe yahut fatma olmasından bahsetmiyorum. ne zaman sana yaşam tarzı tamamiyle zıt birine sempati duydun? travestiyi, ermeniyi, kürdü, aids hastasını, şişmanı, engelliyi, tipi sana çekici gelmeyen herhangi birini, ne zaman bu baskın özelliğini görmeden sevebildin? en son ne zaman oldu bu?

    hep reklamlarda empoze ediliyor diyordum ya, aslına bakılırsa reklamlarda da çuvallıyor. çünkü en başarılı reklamlar yine benzerlikler üzerinden gidiyor. annemin kurabiyesi, babamın parfümü, köyümün yoğurdu, babannemin sütlacı filan derken sana benzerliğini satıyorlar. sen de o benzerlik için, aslında annenin kurabiyesi yahut köyünün yoğurdundan fersah fersah uzak olmasına rağmen, gidip satın alıyorsun.

    farklılık iyi bir şey değil aslanım. öyle olsa, insanlar emin olun daha huzurlu yaşardı. kavga gürültü de olmazdı. haçlı seferleri olmazdı mesela en basitinden, tarih dersinde silifkede boğulan haçlı komutanlarını okumak zorunda kalmazdık. adam eceliyle ülkesinde ölürdü. ama kendi dininden olmayanlarla savaşmak için binlerce kilometre yolculuk etti. bu adamlar kafir yerine, bu adamlar sizinle aynı allaha inanıyor dense onlara, eminim askerlerin bir çoğu kalkıp gelmezdi. çünkü farklılığı değil benzerliği satardın. evet biraz farklı olduğunu kabul etmiş olurdun. ama çok da farklı olmazdı.

    temel sorun da bu aslında. evet biraz farklı olabilirsin. hatta toplum tarafından saygı görmene yetecek geçerli bir mesleğin yahut paran varsa farklılık konusunda toplum sana biraz daha müsamaha gösterebilir. sevilmeyeceğin anlamına da gelmez. seni severler evet. ama farklı yönünü hep hissettirirler. hep üvey evlat muamelesi görürsün. herkesin 50 liraya aldığı kahverengi mobilyayı sana 60a beyaza boyayıp satarlar. farklı olmuş olursun. sonra o mobilyayı alır pembeye boyar 100 liraya satarlar, marjinal olursun. ama evine yatak yerine çivili tahta alırsan manyak derler. dışlanırsın. kabullenilmezsin. toplum seni 42 bedene kadar tölere eder. sonrasında şişman olduğun için dışlanırsın. iş bulamazsın. eş bulamazsın. çünkü sevilmeye layık görülmezsin. seni sevilmeye layık görenler çıkar, bu sefer o sevenin ailesi seni sevilmeye layık görmez. eşcinsellik, aktif olduğun zaman tölere edilir. çünkü sikmiş olursun. feminene kaçmazsın. tamam farklı olursun. ama o kadar farklı olmazsın. onun tanıdığı bir eşcinselsen, sen gay olursun, diğer eşcinseller ibne. kadınlar zaten eşcinsel olamaz. fantezi o lezbiyenlik. ama erkek fatma olursan, erkek muhabbeti içine girersen, kendini erkeklere her türlü kabul ettirirsin çünkü onlara benzersin.

    farklılık hiç iyi bir sikim değil. benzerliğe oynayın gençler. üzülürsünüz.
  • "kaç yaşındasın?" diye sorduklarında kafa kağıdındaki yaşımı söyleyecek kadar cesur olamadım.

    insanlar ne kadar benzer olduklarını düşünmek yerine ne kadar farklı olduklarını düşünmeyi seçiyorlar. ne kadar kötü olduklarını düşünmek yerine ne kadar iyi olduklarını ne kadar kısa olduklarını düşünmek yerine ne kadar güçlü olduklarını düşünmeyi tercih ediyorlar. bu yüzden yaşlarını sorduğunuzda çoğu onlu sayılardan bahsediyorlar. binlerce yıllık evrimi göz ardı ederek.

    sefil, hüzünlü, yalnız hayatlarımız içinde saatlerle ifade edilecek kadar yaşadığımız mutluluktan bahsetmek istiyoruz. mutlu olduğumuz zamanları hatırlayıp tekrar mutlu olmak için.

    binlerce yıllık yaşanmışlığı bir kenara atabilmek? ve bunun sonucunda yaşadıgın 29 yılın sonucunda kendini bambaşka biri olarak adledmek. işte bence ukalalık bu. bu kör ukalalık ki bir bebekten neredeyse hiç bir farkımızın olmayışı hatta eksiğimiz olduğunu görebilmekten çok uzak zifiri bir cahillik.

    doğuştan kör birinin herkesle aynı mimiklere sahip olması, binlerce yıllık birikim getirdiği iç güdülerden bir kaçı. hayatta kalmamızı sağlayan bir çok gelişmiş yeteneklerimizden biri. binlerce yılın yanında bir kaç yıl bence ihmal edilebilir. o yüzden giydigimiz kıyafet ve saçımızın rengi gibi değiştirebildiğimiz şeylerle farklılaşma çabamız acınası ve bunun sonucunda yanılgılarımız ise talihsizliktir.
  • 7 milyar insanin ortak yonu..
  • "onun adı burak... kendisine medyada rastlamışsınızdır. ya bir trafik kazasının kahramanı olarak, ya babasına borç verirken, ya da milyon dolarlık işlere imza atarken... 28 yaşında... bilkent üniversitesi 'nde okurken, londra'ya burslu olarak yollandı ve ekonomi eğitimi yaptı. askerlik görevini henüz yapmadı, tecilli!.. 1998 mayıs 'ında bir trafik kazasında trt istanbul radyosu sanatçısı sevim tanürek 'in ölümüne neden oldu. şişli 'de kırmızı ışıkta durmadı. kazadan hemen sonra belediye araçlarının caddeyi baştan aşağıya yıkayarak 35 metrelik fren izini tamamen sildikleri, olayın cezai yönünün azaltılması için burak 'a kazadan sonra üç ay öncesine tarihli ehliyet verildiği, sevim tanürek 'in yakınlarının azarlandığı, tanıkların hepsinin tehdit edilip korkutulduğu iddia edildi. adli tıp trafik ihtisas dairesi, burak için "kusursuzdur" raporu düzenledi. ölen sevim tanürek 8/8 kusurlu bulundu!. burak hapisten kurtuldu. kusursuz raporunu veren dairenin başkanı eyüp bey ise, daha sonra türkiye deniz işletmeleri genel müdür yardımcılığına atandı. 2001 yılında evlendi. babası, oğlunun düğününde takılan 174 adet cumhuriyet altını 'nı mal varlığındaki artışın nedeni olarak açıkladı. ayrıca, babası 2001 yılında verdiği mal beyanında oğlu burak'a 220 bin abd doları ve 55 bin alman markı borcu olduğunu açıkladı. üniversiteden yeni mezun, o zaman 22 yaşındaki oğluna... babası ülker grubu ürünlerinin dağıtımını yapan şirketteki hisselerini 1.2 trilyon liraya satana kadar, şirket yönetimini burak sürdürdü. ve burak geçtiğimiz günlerde bir kez daha gündemdeydi. gıda sektöründeki hisseler satılınca, hemen şirketler kurup denizcilik sektörüne girdi. yüzde 50 ortağı olduğu mb denizcilik adlı şirket, 95 metre uzunluğunda safran 1 adında bir kuru yük gemisi aldı. gemiyi satan hasan doğan, satış fiyatının 2 milyon 325 bin dolar olduğunu söyledi. burak, gemiyi ortağı ile birlikte 500 bin doları peşin 36 ay taksitle satın aldı. ayda 72 bin ytl ödeyecekler. gemiyi satan hasan bey ise, 705 milyon dolara istanbul 'daki iett garajı arazisinin sahibi olan dubai şeyhi el maktum 'un küçük ortağı oldu. ayrıca, hasan bey 'in ablası remzi gür ile evli. remzi bey, burak 'ı ve kardeşlerini burslu olarak yurtdışında okutuyor, babasının yakın arkadaşı, tatillerini onun yazlığında geçiriyorlar… onun adı levent... 35 yaşında... gazetelere, televizyonlara hiç çıkmaz. ücretli bir çalışan. aylık maaşından başka bir geliri yok. iş bankası fon yönetimi bölümü'nde çalışıyor. kolay para kazanmıyor. risk alıyor, işvereni adına verdiği kararlardan dolayı stres oluyor, terliyor. ülkenin en iyi üniversitelerinden odtü'nün iktisat bölümünden mezun... eylül 2004'te kendi gibi odtü mezunu olan evren ile evlendi. çankaya köşkü'nde sessiz sedasız, sade bir düğün yapıldı. ne trafik kilitlendi nede yabancı devlet başkanları şahit oldu. davetliler arasında köşk'ten bazı personel ve şoförler de vardı. takı takma merasimi yapılmadı. gelinin gelinliği versace gibi yabancı marka değildi, ankara olgunlaşma enstitüsü'nde dikilmişti. vergisini milletin ödediği diğer şatafatlı düğünlerin aksine, babası, düğün nedeniyle çankaya köşkü'nde o saatlerde tüketilen elektriğin bedelini cebinden ödedi. nikahı kıyan çankaya belediye başkanı, çiftten "laik cumhuriyete sadık evlatlar" yetiştirmelerini diledi. istanbul 'da 1 milyar 200 milyon liraya ev kiraladılar. çalışıyorlar. büyük ihtimalle ev geçindirirken zorlanıyorlardır. çünkü, ocak ayında bir erkek çocukları oldu. bu sevindirici olay da sessiz sedasız gerçekleşti, muhabir, kameraman falan izlemedi. levent, arada bir anne-babasını ziyaret için ankara'ya geliyor. koruma istemiyor ve havaalanından taksiye binerek çankaya köşkü'ne ulaşıyor. ancak, şatafatlı ana kapı yerine, köşke ziyaretçilerin alındığı 5 numaralı kapıdan giriyor. nizamiyeden yürüyerek konuta çıkarken, her seferinde cumhurbaşkanlığı korumalarını şaşırtıyor. birinin adı burak, diğerinin levent... biri recep tayip erdoğan ‘ın diğeri ise ahmet necdet sezer ‘in oğlu…" iki insan arasındaki bariz bir farkın hikayesi. yorumsuz...
  • benzer olmama hali... (bkz: farkli)
  • "ben farklılığımdan gurur duymuyorum
    ben ayrılığa toptan karşıyım hakim bey"*
  • fark kelimesini tdk efsanevi bir şekilde açıklıyor. "bir kimse veya nesnenin bir başkasıyla karıştırılmamasını sağlayan ayrılık"

    eminim bu sözlükteki bir çok kimse "farklıdır" ya öyle düşünmüştür ya da etrafındaki kişilerden bunu duyarak ego tatmini yapmıstır. psikolojik farklılıktan bahsediyorum. daha dogrusu soyut farklılık. fiziksel farklılıklar bariz ve gerçek oldugu için tartışılamaz.

    fark kelimesini matematikteki kullanılan haliyle düşünürsek cok daha net anlayabiliriz. mavi gözlü bir kişi türkiye'de koyu renkli gözlü olanlardan farklı. fakat bu onu farklı bir insan yapmıs olmuyor haliyle. mavi gözlü insanların türkiye nüfusunun %5ini olusturdugunu varsayarsak az bulundugu için buna farklı deriz. aslında farklı degildir koyu renkli olanlardan farklıdır.

    soyut farklılık daha ilgi çekici ve karmasık. cok farklı oldugunu düşündügünüz kendiniz veya başka kişiler genelde farklılaşma cabası içinde olan kişilerdir. bu kişiler bizleri en hızlı duyumuz olan görme duyumuzla etkiler ya da işitme ve biz bu kişilerin farklı oldugunu düşünürüz. aslında farklı olma çabası sıradan olmaktır. cunki bunu yapmaya calısan cok fazla insan var bildiginiz gibi.

    insanların kökeni aynı olduguna göre genetik olarak cok cok az farklılık olduguna göre hepimiz mutlulugu belli hormonların izin verdigi kadar yasayabildigimize gore hepimizin iç güdüleri farklı seviyelerde olsa da aynı olduguna göre, farklı yollardan olsa da hepimizin amacı mutlu olmak olduguna gore insanlar arasında soyut farklılıktan bahsetmek cok mantıksız.

    canlıların amacının yasam savası verip neslini devam ettirmek oldugunu biliyoruz. bir çogumuzun düşündügü gibi fiziksel farklılık iyi bir şey degil aslında.

    fiziksel farklılıga sahip canlılar seleksiyona ugrarlar uzun vadede. ve o farklılıklarını diger nesillerine aktaramazlar. ilkel şartlarda düşündügümüzde cok uzun ve iri canlıların daha cok enerjiye ihtiyac duydugunu tahmin edebilirsiniz. ya da beyaz kaplan gibi bir farklılıgı olan hayvanlar avlanamaz çiftleşemez. mavi balina gibi cok büyük hayvanların da nesli tükeniyor.

    insanlara gelirsek kadın eşini seçerken daha uyumlu ve uç karakter olmayan biriyle evlenir ki cocugu uyumlu olsun ve daha kolay bir şekilde eş bulsun ve neslini devam ettirsin. insanların hayvanlara göre iç güdüleri zayıfladıgı için tamamen iç güdülere baglı seçim yaptıgını söyleyemeyiz. fakat imkanları iyi biriyle evlenmek herkes ister bu da saglıklı bir birey demek zaten.

    zeki insanlara farklı damgası vurulur genelde bu çok yanlış. zeki insanların beyni daha hızlı çalışır ortalama bir beyine göre, daha çok ayrıntıyı görür, daha çok kelime kullanır, problemleri daha hızlı çözer,daha iyi espri yapar, herkesin kullandıgı sözcükleri kullanmayıp başka seçenekler bulabilir, daha farklı açılardan bakabilir, bu söyledigim özellikler sözel zekayla ilgili daha cogaltmak mümkün. milyarlarca sinir hücresinden olusan bir beyni 100 lü sayılarla derecelendirmek cok komik. kac kg oldugunu soyler gibi zeka seviyesini söylüyorlar insanların. bu ayrı bir konu zaten.

    kendini farklı gören bir insan özel oldugunu düşünür özel oldugunu düşünen biri diger insanları kücük görür eger aileden de bir destek varsa yalnız ve mutsuz bir hayat bekliyordur bireyi. bu büyük bir sorun bence. bana farklı diyen insanlar orta okulda hosuma giderdi lisede aldırış etmezdim pek. universite de ise herkesin aynı oldugunu gördüm. ve farklılık sendromu yaşayan insanlara acıyorum artık.

    2 ile 2 yi daha yavas veya hızlı çarpınca neden farklı olayım. 0.1 saniye daha hızlı carpınca 0.1 saniye mi farklı oluyorum.

    hepimiz doguyor ve ölüyoruz. ölüm nedenlerimiz de aynı oksijen yetersizligi.
  • ''ormanın içinde kesişen iki yol vardı ve ben en az ayak izi olan yolu seçtim. işte farklılık budur.''

    robert frost
  • muhatabı olacak kitle ya da kişilerin doğru seçilmesi, yaratacağın farklılığın başarı oranında en can alıcı noktadır. bu da en az ana eylem kadar dikkat edilmesi zaruri bir hamle olup, başarısızlıkta oynadığı rol küçümsenmemelidir.
hesabın var mı? giriş yap