• yılda 800.000’den fazla insan sinek ısırığı yüzünden hayatını kaybediyor.
    gıdıklanmak, beynimizin bizi tehlikeden korumak için bulduğu bir korunma yöntemidir.
    sadece damarların yoğun olduğu (kan) yerlerimizden gıdıklanırız.
    ve umulmayan bir tehdit olmadigi icin kendi kendimizi gıdıklayamayiz.

    edit: kaynak soranlar oluyor. japon nhk tv'de bir programda duydum.
  • maruz kaldığımda kontrolsüzleştiğim için tahammülüm olmayan eylem. zarar görmek ve de zarar vermek işten değil sayesinde, biraz sakarlık da varsa hele.
  • yerde oturan arkadaşınızın yanlışlıkla ayağınızı tutması sonucu yaşadığınız garip şey gıdıklanmaktır mesela. sonra hayatında gıdıklanmak duygusunu hiç tatmadığını söyleyerek sizden bunu anlatmanızı ister arkadaşınız.

    aşk gibi bi şey cümlesini sarfedersiniz önce şuursuzca ve devamını getirmeye çalışırsınız. yani beyninizin vücudunuza verdiği emir, "kocaman bi kahkaha at"dır, suratınızda kocaman bi gülücük oluşuverir, ama bi taraftan da rahatsız edici bi duygudur, istemezsiniz bunu, gıcık bi şeydir!! yani kişi kendi bütününde çelişkiler içindedir gıdıklanırken. gülme eylemi hoşa giden bi hadise sonucu meydana gelir oysa gıdıklanırken aynı zamanda da acı çekersiniz...

    ne tuhaf şey yahu gıdıklanmak...
  • çaresizliğin gıdak hali. ilkokul bilmemkaçtan beri alemlere inat tırnak yiyor ya da sıkıldığınızda kaşlarınızı yolup saçlarınızla oynuyor olabilirsiniz misal; bunlar sizin özene bezene geliştirdiğiniz arızalardır, tescili kendinizden menkul tercihlerinizdir. ama gıdıklanmak, gıdık alan insan olmak böyle değildir kardeşler, arkadaşlar. gıdıklanmak asla kişinin seçtiği, “hadi ben de muhtelif yerlerine dokunulunca elektroşok yemişçesine zıplayan hiperduyarlı insanlardan bir insan olayım bari” diyerek girdiği bir tarik değildir. gıdıklanan insan yaradılışdan böyledir, refleksif bir biçaredir. acı çeker ve acı çeken pekçokları gibi bundan hoşlanmaz, acısından hazdır, neşedir çıkaramaz. bu yüzdendir ki, gıdıklanan insanı durmaksızın gıdıklayarak iflah edebileceğini sanan veyahut daha basitçe, ortama neşe saçmak, gergin yayları dolma parmak marifetiyle gevşetmek gayesiyle harekete geçen gafil kuşbeyinlerin itlafı vaciptir.
  • evrim mucizesinin delilleri çalışmamızın bu haftaki konusu gıdıklanmak üzerine.

    gıdıklanmanın deneyimlenmesi için çoğunlukla bir gıdıklayana gerek var, zira kendi kendimizi gıdıklamak pek de kolay değil. tesadüfen vücuda dokunan elbise parçası, tüy gibi nesneler haricinde bir insanı gıdıklayan kaynak yine başka bir insan oluyor. yani bu iş çoğu zaman gıdıklayan ve gıdıklanan iki insan arasında gerçekleşiyor. peki, bir insan diğerini neden gıdıklar? (gıdık gıdık dedikçe kelimenin komikleşmesi?)

    konunun diğer bir boyutu olarak da kimleri gıdıkladığımızı düşünelim. yetişkinler diğer yetişkinleri pek gıdıklamazlar, bu olayın daha ziyade bir yetişkinle bir çocuk arasında gerçekleştiğini görürüz. gıdıklayan, gıdıklanandan yaşça daha büyüktür ekseriyetle. çocukların aklına diğer insanları gıdıklamak pek gelmez, buna mukabil yetişkinler bir çocuk gördüğü zaman ısırmak, mıncıklamak ve gıdıklamak güdüleri gün ışığına çıkar.

    şimdi bu girizgah ışığında, neden böyle güdülerle donatılmış olabileceğimize dair şu alıntıyı değerlendirebiliriz (#13907787):
    "diğer olasılıkları bir kenara koyup, insanı ele alalım. bebekler hayatlarının ilk aylarında, bir dış dünyanın varolduğundan habersiz bir şekilde yaşıyorlar büyük ihtimalle. kendi bedenini dış dünyadan tam olarak ayrıştıramayan bebek, gördüğü, dokunduğu her şeyi, hatta annesini bile, kendisiyle bir tutuyor. bu tabir yanlış aslında; onun için 'kendilik' kavramı olmadığı için "her şey benim zihnimde" solipsizminde değil. aksine, benliğinin farkında olmadığı için "ben" ve "dış dünya" diye bir ayrıma sahip değil.

    bebeğin bu şirin zamanlarında onu hafiften canını acıtacak şekilde ısırmamızın, aynaya götürüp ona kendisini göstermemizin (bkz: mirror stage), gıdıklamamızın ve kaşımamazın altında, ona kendi varlığının sınırlarını gösterme çabamız yatıyor olabilir mi? yoksa biz manyak mıyız? neden ısırıyoruz miniminnacık bebeği?"

    evet, gıdıklamanın kökenlerinden birisi, bebeğe kendi bedensel sınırlarını öğretmek olabilir. ama bu açıklama yeterli değil kanımca, daha önemli bir sebep daha var: bedenin hassas bölgelerini savunmanın öğretilmesi. evrime yaptığım gönderme de buradan kaynaklanıyor.

    gıdıklanan bölgeleri sayalım: boyun, koltuk altı, bel, ayak tabanı. diğer hayvanlar gibi doğada cıbıldak halde yaşayan bir canlı olduğunuzu hayal edin. doğrudan sizi yemek isteyen yırtıcı hayvanlardan, sizden yararlanmaya çalışan böceklere kadar sayısız düşmanın arasında yaşıyorsunuz. işte burada ayağınızın altında hissettiğiniz gıdıklanma hayati önem kazanıyor. görmeden adım attınız, ve bir kıpırdanmadan kaynaklanan refleksif bir gıdıklanma hissettiniz. "orada bir şey yoktu ki, hay allah var mıydı, dur şu bacağımı kaldırıp bakayım" diyene kadar büyük ihtimal zehirlenir ve ölürdünüz; bu yüzden bu kıpırdanmaya verilen tepkiyi bilinciniz değil, daha alt tabakalarda yaşayan sinir sisteminiz üstlenecektir.

    peki ya boyundan koltuk altından gıdıklamalar ve ısırmalar? avını haklamak için yaptığı ilk iş boynunu ısırmak olan kaplanları falan görünce durumun korkunçluğunu daha iyi kavrayabiliriz. boynunuza yaklaşmış bir ağız hissediyorsanız, ölüme en yakın olduğunuz anı yaşıyor olabilirsiniz. sahi, ölümün nefesi neden başka yerde değil de ensede hissedilir? (bkz: ölümün soğuk nefesini ensede hissetmek)

    toparlarsak, özellikle yetişkinin gıdıklayan, çocuğun gıdıklanan olduğu bu oyunda hem bedenin sınırları, hem de bu sınırlar dahilinde en büyük yaşamsal öneme sahip bölgelerin yerleri öğretilir. gıdıklanmayı spinoza "bölgesel sevinç", psikanalistler "cinsel korku" diye tarif etseler de, kökeni itibariyle "bölgesel korku" tanımının daha uygun olacağını düşünüyorum.
  • varlığıyla insana değer kazandırdığını düşündüğüm eylem.

    bir insanı değerlendirirken göz önünde muhakkak tutulması gereken kriterlerden biridir gıdıklanıp gıdıklanmaması. hatta kopenhag kriterleri nüfusun belli bir yüzdesinin gıdıklanıyor olmasından sorumlu tutsa aday ülkeleri, gıkım çıkmaz, soğukkanlılıkla karşılarım. öylesine inanıyorum gıdıklanan insanın gıdıklanmayan insan karşısında 1-0 önde olduğuna. denize düşseler misal, gıdıklanan adama doğru seri kulaç darbeleriyle yüzmek gerekirken gıdıklanmayan adamın yüzüne bile bakılmaması lazım gelir, diğer özellikleri ortak ise.

    inancıma göre, gıdıklanmayan kişi içten pazarlıklıdır. kişi ki gıdıklanmıyor; sakladığı bir şeyler vardır, ketumdur, arkasında sakladığı ikinci bir yüze sahiptir. gıdıklanmayan şahıs samimiyetsizdir, şakadan hoşlanmadığı gibi, kendisiyle dalga geçmeyi de bilmez. bir kalkanın arkasına saklanmış, sürekli kendisini müdafaa ediyor, açığa çıkmaktan korkuyordur.

    oysa ki sen gıdıklanan insan... ne güzel gülüyorsun lan öyle!,
  • kişinin bir cani tarafından gerçekleştirilen gıdıklamak eylemine maruz kalması durumu,
    ama karşı taraf bilmelidir ki gıdıklanan kişinin sağı solu hiiiç belli olmaz.
  • tikin mi var denilince uyuz oluyorum. hayır arkadaşım hayır gıdıklanıyorum işte.

    bi de nerede, ne zaman yapılacağını da bi öğrenemediniz gitti. ben ciddi ciddi bi şeyle uğraşırken öyle gıdık gıdık diye dokunulunca sinirleniyorum çocuklar yapmayın şöyle şeyler aaa. yoksa istediğiniz kadar gıdıklama savaşı oynayabiliriz hiçbir sorun teşekkül etmiyor. bir de parmaklarınızı derime geçirmeyin ayarsızlar! acıyo acıyo! bak yine sinirlendim.
  • nefret ettiğim eylem. ilk başta kibar kibar uyarırım bunu yapan kişiyi "yapma" diyerek ama inadına devam ederse bi anda ciddileşirim daha sert bi şekilde "yapma!" derim karşımdaki de şok olur eylem anında sona erer. yapma diyosam yapma işte kardeşim niye inat ediyosun?
  • "niye kendimi gıdıklayınca gülmüyorum
    bazı şeyler tek başına zevk vermiyor."

    -anonim-
hesabın var mı? giriş yap