güne bir şiir bırak
-
“... ve insanlar, ah benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi,
halbuki açsınız,
etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız.
ve beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya,
göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.
insanlar, ah benim insanlarım...” (bkz: nazım hikmet) -(bkz: ellerinize ve yalana dair)
ve 2018'in 15 ocağında (bkz: nazım hikmet 116 yaşında) -
hep geceye mi bırakacağız
biraz da güne bırakalım...
beni bu güzel havalar mahvetti,
böyle havada istifa ettim
evkaftaki memuriyetimden.
tütüne böyle havada alıştım,
böyle havada aşık oldum;
eve ekmekle tuz götürmeyi
böyle havalarda unuttum;
şiir yazma hastalığım
hep böyle havalarda nüksetti;
beni bu güzel havalar mahvetti.
orhan veli -
yalnızlık
kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdesin.
su olsan kimse içmez,
yol olsan kimse geçmez,
elin adamı ne anlar senden?
çıkarsın bir dağ başına,
bir ağaç bulursun
tellersin pullarsın
gelin eylersin.
bir de bulutları görürsün,bir de bulutları görürsün
bir de bulutları görürsün
köpürmüş gelen bulutları
başka ne gelir elden?
çın çın ötüyor yüreğimin kökünde şu dünyanın ıssızlığı
tanrı kimsenin başına vermesin böyle bir yalnızlığı!
yaşar kemal -
yeni başlayan güne kırgınıım. her şey normalmiş gibi davranan insanlara da kırgınım. bir gün daha yaşayacak dermanım kalmadı derken; her sabah yorgun gözlerini makyajla kapatan, tek bir cümle daha çıkacak hali kalmamış dudaklarını jilet kırmızısına boyayıp güne koca bir kahkahayla başlayan ve kendini gizleyen kadınlara da kırgınım. kendime kırgınım. güçlü olmak, güçlü kalmak ve güçlü görünmek zorunda olduğum her an'a, her dakikaya, her insana kırgınım. hıçkırarak ağlamam gereken yerde, acı bir tebessümle umrumda değilmiş gibi davranmayı öğreten hayata kırgınım. tüm bu kırgınlıklarıma rağmen yine de güneş doğdu, yine de başladı gün. bana da bembeyaz bir kahve kupasının üzerine, keskin kırmızı bir iz daha bırakmak düştü.
duymuşsunuzdur, abd’de yaşayan bir adam köprüden atlayarak intihar ediyor. cebinden çıkan notta ise 'evden köprüye kadar gittiğimde eğer biri gülümseseydi intihar etmeyecektim' yazıyor. ben hiç umudu kalmamış birilerine gülümsemek istedim. kırgınlıklarının ruhunda yarattığı kırıklarla yaşamaya çalışan, sırf gülmesi gerektiği için gülüp, konuşması gerektiği yerde konuşan -aslında mütemadiyen sessiz kalmayı yeğleyen- herkese küsmüş, en çok da herkes gibi hissetmediği için kendine küsmüş, girdiği her savaştan mağlup ayrılmış insanlara gülümsemek istedim. ama içten. ama gerçek.
#günebirşiirbırak yazdım kağıtlarımın üzerine. son 2 haftadır her gün bir köşe başına bırakıyorum. bu bana amacım olduğunu hissettiriyor, ben gece ölmeye karar verirsem, ertesi gün şiir bırakmazsam birisi ölecek diyorum. bi süredir tanımadığım birisinin gülümsemesi için, köprüden önce son çıkışı olması için yazıyorum. eğer bir yerde görürseniz şiirimi, eğer gülümserseniz lütfen o köprüye gitmeden önce birini gülümsetin.
*iki sigaram kaldı bu gece için
yüzyıl yetecek çocukluğum,
iki muhabbet kuşum,
biraz da ateşim var.
dua ediyorum ateşe
vazgeçsin diye beni yakmaktan bu gece
dünyanın bütün sabahları için iki bilet al maviş anne
aman umutsuz bir yer olmasın!
iki kendim varmış maviş anne
biri benmişim biri mutsuz
ben ölürsem maviş anne, mutsuz için
dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al.
ben ölürsem mutsuza iyi bak! -
firuze
—bilmeyenler seni ne anlasın
firuze sen hayal üstü bir kadınsın—
gün doğar
gece aydınlığa karışır
saçlarını umut gibi
yaralı yüreğinle toplarsın
hayata her gün bir adım
ve bugün bir adım daha atarsın
firuze bırak yaşanmamışlık
yeni bir heyecanla yaşansın
kelebekler yaşama kanat çırpar
çiçekler tozpembe
ağaçlar rüzgârda saçını tarar
ırmaklar sütbeyaz çağlar
bırak firuze bırak
hayat akışında aksın
seni bilmeyen görmeyen ne anlasın
sen hayal üstü bir kadınsın
gökyüzü gözlerini kıskanırdı
bakışların bir sürgün
bakışların hapis eden bir zindandı
firuzem her sabah
yeni bir tılsımla uyanırdın
ellerin gökyüzünden
düşen bembeyaz kar tanesini
saçların göğsünde dağılan
binlerce ırmağı andırırdı
güneş tenine değmeye utanırdı
bulutlara gizlenir
akşam vardiyasında
sana görünmeden usulca batardı
senle her zaman yeniden
bir doğuş yaratılırdı
adın aşktı; sevdaydı.
(firuze şimdi seni görmeyen
beni ne anlasın
sen hayal üstü bir kadınsın)
vakit tüm arzulara gebe
bir kez bile olsun
hayatla koşuşturma
bırak hayallerin yüreğinde
yeşersin yeni bir ümitle
sen sadece sessiz sedasız
tüm güzelliğinle durduğun yerde beni bekle
—ama böyle olmuyor ki firuze
beni iyice dinle—
adım hayat olmasa da
kapı eşiğinin yaşama aktığı yerde
gelir bulurum seni
hiç beklemediğin bir günde
söz o gün tüm gecikmeleri
satır aralarına koyacağız bir şiirin
yeniden ve kararlı bir halde
(evet, o günü bekle
her zaman ki gibi zarif duruşun
ve saçına taktığın kırmızı gülle)
gel otur hasretin kucağına
geceyle örtelim acılarımızı
mazi defterini yeniden açalım
yeniden anlatalım sırlarımızı
ama sil gözlerindeki bin yıllık yaşı
hadi firuze hadi ülkemin kızı
— nasıl unuturum deme firuze
biz bu topraklarda neler unuttuk—
küçükken anne kucağında
dinlediğimiz ninnileri unuttuk
bir yıldız gibi parlayan gözlerimizde
birbirimize bakıp el ele tutuşup
kurduğumuz hayalleri unuttuk
—oysa bende bilirim bende
biz bu coğrafyaya umuttuk—
kardeşlerimizin toprağa düşen
o masum gözyaşlarını
alev alev yanan yüreğimizde kuruttuk
sustuk firuze bile bile sustuk
—oysa biz bu coğrafyaya umuttuk—
ama gel gör ki her yerde zülüm
her yer karanlık
alev topları üstümüze üstümüze
firuze yandık ki ne yandık
çıra gibi aşk gibi
yandıkça hayatı anladık
—üzülme artık firuze
yüzümüze güleni dost sandık—
demek buymuş göreceğimiz
demek çarkın yalancı
hilebaz oyunlarına kandık
umduk firuze umduk
iyiliği mutluluğu güzelliği
umduk ki hiç birini bulmadık
—belki de firuze heyecanlarımızı
bu yüzden bile bile unuttuk—
(oysa biz bu coğrafyaya umuttuk)
yorgunduk durgunduk
alışılagelmemiş bir zamanın yolcusuyduk
toprağı aşındıra aşındıra
okyanuslara karışıp kaybolduk
ırmak gibi usul usul
aka aka savrulduk
firuze kaderin her cilvesinde
alnımızın akıyla doğrulduk
mütevazıydik mağrurduk
her gece yavaş yavaş
senle ateşlerde kavrulduk
sevda gibi aşk gibi
aynı kalpte başladık
aynı coğrafyaya umuttuk
(suskunduk firuze suskunduk
farkında değildik ama
aynı yolun yolcusuyduk)
—aynı yolun yolcusuyduk—
kaderin o acı, tatlı
o kaçınılmaz ilk cilvesine kapıldık
bir pardon kelimesinin öncesinde
dalgınca kalabalıkta çarpıştık
belki de her şeyin son bulacağı yerde
biz o an bu hikâyeye başladık
—ne zaman bu anı hatırlasak
senle uzaklara dalardık—
firuze gözlerin o yağmurlu gün gibi
hala ürkek hala bana tanıdık
sen abranı kaçırmanın telaşıyla kızgın
ben ise yüreğim sevdana kapılırcasına
paramparça ve yanık
— derken ayağa kalktın
ve hiç konuşmadan ayrıldık—
(daha seni hiç tanımadan
nasıl oldu da inceden inceye
kalbime işlendi ayrılık)
— bir adım... bir adım daha
kaybolup gittin durdum öylece—
her bir adımın koca bir hiçlik
her bir hiçlikte yeni bir yokluk
her yoklukta varlığını buldum böylece
firuze aşkın büyük darbesi
umulmadık anda böyle inince
gidişini seyrettim durup sessizce
—hala da gidişlerin korkutur beni
yakar canımı her gün sessizce—
aradan günler haftalar geçti
aynı mahallede göz göze geldik
sevmeye başladım seni gizlice
(nerden bilirdim firuze
aynı mahalledeniz diye
kader oyununu oynamış işte)
her güm uzaklardan usul usul
gizliden sana bakardım
bir sevda bulutuydum
gözlerinde durur ikliminde yağardım
çünkü bilirdim firuze
sen senden olanlardan farklıydın
—bir kürdün acısına gülmezdin
onun derdini kendi derdin sayardın—
oysa sende ben gibiydin firuze
ve benzemiyordun diğerlerine
belki bu yüzden
bilinmez bir sırla girdin kalbime
—bilinmez bir sırla girdin kalbime—
ve karanlığımda çıkardın yalnızlığına
yaşam olmayan yüzüyle sana bakardı
gözlerin gökyüzüne takılır
gözlerim gözlerine takılırdı, susardık…
oysa iki ayrı kaderin saklısındaydık
gözlerinde yıldızlar kayardı
gözlerimde yıldırımlar çakardı
—işte firuze bunun adı aşktı; sevdaydı—
sen bilmediğim düşüncelerle
bir cam kenarında sessiz
bir sigara dumanında semaya bakardın
bense yağmurlu bir gecede
özlemimle tane tane sensizliğe akardım
—oysa iki ayrı hayatın saklısındaydık—
ben ki kürd çocuğuydum firuze
bozuk türkçemle konuşurdum hayalinle
ağırdı dilimin yükü
kaldıramazdı hiçbir dil işçisi
her birinin fermanı sürgüne ölüme yazılıydı
—ve işkence hapisti tek kelimenin bedeli
kürtçe yasaklarla prangalıydı—
seninle aynı ülkenin çocuklarıydık
senin yaşadığın hayat hayattı
benim yaşadığım önceden yazılmış
bir kadere katlanmaktı
—ben kürdüm demenin bedeli
ilmiği boynuna dolamaktı—
—her birinin fermanı sürgüne yazılıydı—
kimisini amed zindanında
aldı bir işkence anında azrail
götürüp taa sonsuzluk diyarına
kimisini darağacında selamladı ölüm
düşürüp yiğitleri kancık ağına
—oysa firuze her biri
nice umutlarla sarılmıştı yarına—
anter’ide ansızın
bir sokak ortasında
amansız yakaladı kahpe kurşunlar
ki firuze
yitik bir dilin gözyaşlarıydı
anterden dökülen sımsıcak kanlar
— ve meçhule karıştı
zulme yazgılı garip hayatlar—
unutulmuştuk bir kara parçasında
haritanın en karanlık y(alanında)
sancılarımız saçını beyazlatırdı
umutlarımızın umut dağıtan
mevsimlerin baharında
firuze bir çocuk gibi koşardın
tükenmişliğin içinde yeniden
anlam katarak hayatıma
—cümlelerimin yorgun olduğuna bakma
daha akmadım anlamların ırmağına—
ne demeli ki
sansürlenecekse düşüncelerim
daha söylenmeden sıcağı sıcağına
suç özgürlük kelimesinde mi saklı?
bu muydu düşen payıma?
öyleyse işte bileklerim
vurun kelepçeyi
vurun dipçikleri kafama
ve didik didik edin
arayın atın her birini bir yana
yağmalayın sözcüklerimi
dağınık bırakın öylece, ellemeyin
anlamsız ve kopuk kalsınlar
anlamasın diye insanlar cümlelerimi
vurun hadi daha can çekişiyor
vurun hadi yok edin benliğimi
—zaten ne anlam ifade eder ki
haykırmayacaksam kimliğimi—
ama unutmayın
saklıyım hayatın her karesinde
beni öldürdükçe
bir benzerim alır yerimi
prometus gibi var olmak için
yeniden yeniden toplarım küllerimi
—firuze üzülme tutsak etiler diye bedenimi
ruhum hep özgür öldürmediler, öldüremezler beni—
ama kırdılar her yanımı
ve dediler: aykırı davranmak ne haddine
sonra doğu(m) sancıları ektiler içime
güneşin yoldaşıydım her sabah
dağlara dayardım sırtımı ağrı da
oysa firuze karanlıkları örttüler üstüme
—karanlıklar ki korkutur beni
karanlıklar ki yalnızlığıma gebe—
insanlar bilirim doğumdan ölüme gider
ben ki doğ(r) u(m) dan
doğrudan, doğudan, doğrumdan
alnı açık giderdim ölüme
bırakma firuze beni yalnızlığımda
yalnızlıklar ki karanlığıma gebe
bu yüzden gel sokul yanıma
kaldırımlara emanet etme gölgemi
geceler hain, düşmeyeyim yollara
yollar ki kan gölü ülkemin
her sokak başında vurulmuşum
dört parça, dört parça bedenim
—ne olur firuze gel yanıma
tutarsa bir sen tutarsın beni bu şehirde
anlarsa bir sen anlarsın—
vakitsiz gitme sokağımdan
caddelerim mühürlüdür sana
gidersen ‘mart kalırım, eylül kalırım’
yanar bir yanım, bir yanım üşür
vurulurum gene taa derinden
gene.. gene..gene..
—kız firuze seni sevdiğimi bilirler
kullanırlar bana karşı
ne olur gitme, ne olur gitme: t(uzaklara)
sürgüler çekilmiş tüm kıpılara
kuytuluk her yer, her şey ıpıssız
in cin top oynamaya çıkmış meydanlara
ellerim cebimde yürüyorum
derken her defasında selam
veriyorum yoldaşım yıldızlara
ve bir de seni, seni düşlüyorum
—oysa firuze hiç sorma
sensiz ne çok üşüyorum—
haydi, firuze gidecek hiçbir yerim yok
arala bana perdeni aç camını
yoksa tünerler şimdi başıma
sararlar dört bir yanımı
gitme demiştim sana
gene de gelirim diye
yitirsem de ansızın infazlarda canımı
vurgundur ihanetler geçmişime
sensiz binlerce infaz
yaşamışım illegal sevmelerde
derken yanmışım temmuz sıcaklığında
‘tanyeri atarken van da’
sonra firuze arif’in kaleminde
firari güvercinler olmuşum
subaşlarında, mengene dağında
—şimdi gidip de kırma kanatlarımı
33 kan pınarı! akmaz, göl olmuş bu dağda—
ve sürgün kalmışım kendi ilimde
sürekli vurulup, kovulmuşum
mecbur, yalnız koymuşum anlayacağın
bacı, kardaş, sılayı geride
33 kurşun bu, saplanmış öylece
yıllardır paslanır belleğimde
(33 kurşundur bu firuze
saplanmış ülkemin kalbine)
—aç camını şimdi
bana; dur! gitme, gitme de— -
halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
herşey naylondandı o kadar
ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı
ama geyikli geceyi bulmadan önce
hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.
geyikli geceyi hep bilmelisiniz
yeşil ve yabani uzak ormanlarda
güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
hepimizi vakitten kurtaracak
bir yandan toprağı sürdük
bir yandan kaybolduk
gladyatörlerden ve dişlilerden
ve büyük şehirlerden
gizleyerek yahut dövüşerek
geyikli geceyi kurtardık
evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
üç güvercin görsek meksika geliyordu aklımıza
caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
bilir bilmez geyikli gece yüzünden
'geyikli gecenin arkası ağaç
ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
çatal boynuzlarında soğuk ay ışığı'
ister istemez aşkları hatırlatır
eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
şimdi de var biliyorum
bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
dağlarda geyikli gecelerin en güzeli...
hiçbir şey umurumda değil diyorum
aşktan ve umuttan başka
bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.
biliyorum gemiler götüremez
neonlar teoriler ışıtamaz yanını yöresini
örneğin manastırda oturur içerdik iki kişi
ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
koltuk altlarımız gitgide tatlı gelirdi
geyikli gecenin karanlığında..
aldatıldığımız önemli değildi yoksa
herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
gümüş semaverleri ve eski şeyleri
salt yadsımak için sevmiyorduk
kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
ne iyiydik ne kötüydük
durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı...
ama ne varsa geyikli gecede idi
bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
büyük otellerin önünde garipsiyorduk
çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
yahut bir adam bıçaklasak
yahut sokaklara tükürsek
ama en iyisi çeker giderdik
gider geyikli gecede uyurduk
'geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
imdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
sultan hançerleri gibi ay ışığında
bir yanında üstüste üstüste kayalar
öbür yanında ben
ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
domino taşları ve soğuk ikindiler
çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
gölgemiz tortop ayak ucumuzda
sevinsek de sonunu biliyoruz
borçları kefilleri bonoları unutuyorum
ikramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
iyice kurulamıyorum saçlarını
bir bardak şarabı kendim için içiyorum
'halbuki geyikli gece ormanda
keskin mavi ve hışırtılı
geyikli geceye geçiyorum'
uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum. -
gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
üşür müydük nar çiçekleri ürpeririken
gidersen kim sular fesleğenleri
kuşlar nereye sığınır akşam olunca
sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
sustuğun yerde birşeyler kırılıyor
bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
bir de seni ekliyorum susuşlarıma
selamsız saygısız yürüyelim sokakları
belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
adını bilmediğimiz doslar kalır yalnız
yüreğimize alırız onları, ısıtırız
gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam
gidersen kar yağar avuçlarıma
bir ceylan sessizliği olur burada aşklar
fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
yangınları anımsatıyor genç ölülere artık
bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
isyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
devriyeler basıyor karartılmış evleri yine
gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
bir tufan olurum sustuğun her yerde -
sence biz ikimiz
bir gün evlenebilir miyiz
kaderin aynı sayfasına dökülür mü yazgımız
ve aşkımıza secde eder mi bahtımız
sence biz ikimiz
bir gün evlenebilir miyiz
kutsal bir nikah yeminiyle kenetlenir mi ellerimiz
aynı yastığa dökülür mü saçlarımız
sence biz ikimiz
bir gün evlenebilir miyiz
birbirimizin avuçlarında uyur mu yüreklerimiz
zaman ölüme doğru akıp giderken
sonsuzca yaşayabilir miyiz
sence biz ikimiz
bir gün evlenebilir miyiz
kucaklarımızda ağlarken bebeklerimiz
cennete varmışçasına gülebilir miyiz
sence biz ikimiz
bir gün evlenebilir miyiz...
(bkz: isa yılmaz) -
sabah
son yağmurlar da dindi dinecek,
yazın habercisi kırlangıç
saçakta
senin o atlıkarınca gülümseyişinle.
cevat çapan -
en güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
en güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
düşmanımdır ikisi..
sana gelince...
yazıyorsun..
okuyorum..
kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
ne yazık!..
ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri..
sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!.
satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için...
en güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
biri sensin,
biri o,
biri ötekisi...
kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
sana gelince...
ne ben sezarım,
ne de sen brütüssün...
ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
artık seninle biz,
düşman bile değiliz..
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap