• "kendi kendimize yarışmaktayız gülüm.
    ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı,
    ya da dünyamıza inecek ölüm."
    >nazım hikmet ran<
  • peşisıra gidenlerin ardından bağlanır hayat yolları bir dönem. çaresiz ayakta kalınır yaşamaya mecbur. giderek alışılır. dalga dalga özlem kaplasa da alışılır. giden 1.derece yakınlar olur, arkadaşlar olur, giden baba olur bazen, hatta giden abla olur. ama alışılır. ayakta kalınır. hayatta kalınır.
    evlat acisi cekenlere cehennem yoktur lafının %1500 doğru olduğunu gördüğünüzde, bizzat çevrenizde yaşadığınızda anlarsınız ki alışılamayan, hayat yollarını tamamen bağlayan ölüm de varmış. diğer bir evladın bile yarasına çare olamadığı anneyi gördüğünüzde anlarsınız. ölümün götürdüğü candan aziz tutulan evlatsa eğer, hayatın yolları ebediyyen bağlanırmış.
    candan aziz tutulan sevgili akla gelir. bir dua kontrol dışı dökülür kalpten:"önce ben."
  • insanın zaman algısıyla ıstıraba dönüşleri şöyle anlatılır;

    "...yalnız insanoğlunda idi ki yekpare ve mutlak zaman, iki hadde ayrılıyor, içimizde bu küçük idare lambası, bu isli aydınlık çırpındığı, çok basit şeylere kendi mudil riyaziyesini soktuğu için, süreyi toprağa düşen gölgemizle ölçtüğümüz için, ölüm ve hayatı birbirinden ayırıyor ve kendi yarattığımız bu iki kutbun arasında düşüncemiz bir saat rakkası gibi gidip geliyordu. insanoğlu, zamanın bu mahpusu, onun dışına fırlamağa çalışan bir biçare idi. onun içinde kaybolacağı geniş ve biteviye akan nehrinde herşeyle beraber akacağı yerde, onu dışarıdan seyre çalışıyordu. onun için bir ıstırap makinesi olmuştu. bir itiliş, haydi ölümün ucundayız; her şey bitti. mademki sıfırın bütününü kırdık, adet olmağa razı olduk, bunu kabul etmek lazım. fakat hız bizi kendiğilinden öbür hadde götürüyor; hayatın ortasındayız, onunla doluyuz, tekrar hızımızın oyuncağıyız; fakat bu sefer terazi mutlak surette ölüme doğru eğiliyordu. bütün ıstıraplar kendi misilleriyle artacaklardı."

    huzur, ahmet hamdi tanpınar.
  • asla yanyana gelemeyen. biri gelince diğeri gitmek zorunda.
    ve aslında ölüm; katilidir hayatın.
  • aralarında ince bir perde olan iki mefhum. incedir bu perde ama ne ölüler tarafı hayattakilerden haberdardır ne de nefes alabilenler alamayanlardan.
  • hayat ve ölüm birdir.
    derin kavrayışa sahip insanlar bu gerçeği bilir.
    çünkü herşey zıttıyla varolur.
  • hangisinin nerede başladığı hangisinin nerede bittiği belli olmayan iki büyük sonsuz kavram.
  • bir ölüm tehlikesi atlatmadıkça, bir yakınımızı kaybetmedikçe üzerinde fazla düşüncelere dalmadığımız iki kavram. daha fazla düşünenler de bir sonuca varamamış zaten. niye doğduk, ne halt etmeye yaşıyoruz, sonra nereye gideceğiz gibi konular açıklığa kavuşmamış. var bir takım teoriler, dinler falan seçip beğenip inanıyoruz veya kişisel teoriler geliştiriyoruz.

    ernest hemingway'in çanlar kimin için çalıyor romanının bir önsözü vardı. hiç bir insan tek başına bir ada değildir, bir bütünün parçasıdır diyordu. o yüzden her ölüm insanlık bütününden yani senden kopmuş bir parçadır. ölüm habercisi kilise çanları kimin için çalıyor diye merak etme, senin için.

    bir yakınımı kaybetmem ve çok çok üzülmem münasebetiyle bir bütünün parçası veya zerresi olma fikri cazip geldi. ben birşeyler daha kattım ve kişisel bir teori geliştirdim. bedenlerimiz bağımsız birer ada, evet. ruh veya bilinç dediğimiz şey bir bütünün, çok daha büyük bir bilincin parçası olmasın ? bu ruh veya bilinç bedenimizin içinde bulunmuyor. biz o bilinç için bir nevi alıcı yani anteniz. büyüdükçe, olgunlaştıkça alıcının bazı fonksiyonları aktif hale geliyor ve biz akıllandığımızı, olgunlaştığımızı sanıyoruz. aslında o potansiyel doğduğumuzdan beri var, fakat aktif değil. insanların üreme potansiyeli de, belli bir süre geçmeden ortaya çıkmıyor ya hani, onun gibi. bilincin beden dışında olduğuna dair bir takım emareler de yok değil. uyku hali var, rüyalar var, telepati ve telekinezi yeteneği ileri boyutta insanlar var... ölüme yakın deneyim yaşayan insanların anlattıkları var sonra. hintlilerin karma felsefesi de bu teoriye uyuyor. önceden o felsefenin, düşük kasttaki insanları " ses etmeyin, halinize şükredin, belki sonraki hayatınızda raca olarak doğabilirsiniz" cinsinden dizginlemek için uydurulduğunu düşünürdüm.

    neyse, antenlik meselemize geri dönelim. alıcının fonksiyonları bozulduğunda vericiyle bağlantı kopuyor haliyle. illa ölüm halinde de olmuyor. beyin fonksiyonları zarar gördüğünde aptal saptal üç yaşındaki haline dönen insanlar var. görünür hiç bir sağlık problemi olmadığı halde alzheimere yakalanıp, son yıllarını bebek gibi bakıma muhtaç geçiren insanlar da var. ya bitkisel hayat'a ne demeli ?

    bu düşünceler ışığında bir yakının ölmesi o kadar da acı verici görünmüyor sanki. yalnızca alıcı ile bağlantısı kopmuş bir bilinç parçası o. benim de parçası olduğum büyük bir bilincin. nasıl ki, yaşarken ben onu düşündüğüm anlarda o da beni düşünüyor çıkıyorsa değişen bir şey olmamıştır. bir yerlerde hala seviyordur bile.

    neden böyle bir döngü içindeyiz peki? ona kafam basmadı açıkçası. belki o farkındalığa ulaşmak için birkaç evrim daha geçirmemiz gerekiyordur. şu anten de bozulmayaydı iyi olurdu be !:/
  • modernlerin icad ettiği yanlış bir karşıtlığın iki unsurudur.

    ölüm hayatın değil doğumun karşıtıdır, yavrucuğum. hayatın karşıtı burada değildir; o (ölüm de bir tür doğum olduğu için) ölümden sonra başlayan başka bir tür hayat olabilir ancak.
  • amcaoglulardir
hesabın var mı? giriş yap