• (bkz: ikinci el)
  • "tekrar evleneceğimi sanmıyorum. sevmediğim bir kadın bulur ona bir ev satın alırım daha kolay." lewis gozzard
  • birinci henuz sonlandiysa "asla yapmam bu hatayi bir daha" derse de tekrar bir kadini sevmeyi özler, genelde erkekler. ve yaparlar ikinciyi cebinde parasi varsa eger. ama ögrenmistir artik bir kadinla yasamayi kadina bakmayi ve kadina sahip olmanin ne demek oldugunu.
  • kadınların ikinci kez evlenmeleri kocalarından nefret etmelerindendir. erkeklerin tekrar evlenmeleriyse ilk karılarına tapmalarındandır. kadınlar bahtlarını denemek için yaparlar bunu, erkeklerse bahtlarını kaybetmek pahasına.
  • ikinci çocuğu yapan, ikinci evliliği yapamayan olmasın?

    dedemin arkadaşı olan bir küçük tüccar, kendince (ve toplumca) evlilik sayılarına yorum ve eşleştirme bulmuştu: "birinci evlilikte eşini allah bulur.
    ikinci evlilikte eşini konu komşu (toplum) bulur.
    üçüncü evlilikte eşini şeytan bulur."

    ben ikinciye evlendiğimde en şaşırdığım tepkilerden biri, çok iyi konuştuğum bir arkadaşım dedi ki: "ben ilk evliliğinde geldim. bir daha nikahına gelmem." adamsam hakkım bir taneymiş. insanın eski flörtü, eski eşi bile evlenme törenine katılabiliyor öte yandan.

    ilk evlilikte herkes evlenme adayına 'bu senin günün, sen seç, sen iste,' havasındadır. ikinci evlilikte çevrenin küstahlığa, baskıya hakkı var, ikinci artık "herkesin günü". ilk evlilikte gün senindir, ama sen kendin için sanırken "birileri için" evleniyorsun, herkes karışıyor. sonrakinde senin ve eşinin seçimi/rızası olduğu belli, riski kendin aldığın, kimseye vaat vermediğin, "kendin için" evlendiğin belli. herkes sunulmayanı, olmakta olandan kitle hakkını müdahil olarak almaya çalışıyor.

    ben ikinci eşimle baştan beri didişme içinde sevgi ürettim. ürettim diyorum ama didişmeyi, kavga* böyle kullanabilmeyi öğrenen ben, öğreten o sayılır. son yıllarımızda aramızdaki sükunet, duru barış yadırgatıcı bir hal almıştı. belki şimdiki uzaktan özleme, yakından kavganın yerini tutuyor. uzaktan kavga saymıyorum bunu. uzak özlem, sevgi eşdeğerliğiyle belki ikimizin de içinde çiçek açtırır, veya sadece bana açtırır, o yoluna yürür gider. gideceğini gösterdi.

    şaşırdığım bir farkediş, ikinci evlilik sırasında hemen hemen tamamen sıkıntısız ve huzurluymuşum. yorulma, durgunluk, öfke, küsme, korku onlar hepsi sıkıntının aslından, özünden farklıymış. şimdi istemiyorum ya, ya yaşamak sıkıntı bilgisiyse diye reddedemiyorum da. zaten bir şey yapmak gerekmiyor, kendisi ya yol, yön, akak buluyor; ya bulut gibi ağıyor, dağılıyor. (bkz: kimlik bunalımı/@ibisile)

    (bkz: evlilik/@ibisile), evlilikler/@ibisile
    (bkz: iyi bir evlilik yapmak/@ibisile)
    (bkz: ilk evlilik/@ibisile)
  • ikincisi iyi oluyo diyolla.
  • insan bir hatayı bir defa yapar.
  • birincisinin degerini iyi anlamak
  • deprem olunca camdan atlayan, daha sonra içeri girip artçı sarsıntıda tekrar atlayan bir adamın haberi vardı. (bkz: deprem sırasında camdan dışarı atlamak)
    ikinci evlilik biraz buna benziyor.
    evlilik evliliktir, kiminle yapıldığının pek bir önemi yoktur. eğer boşanmışsanız evililik müessesesinden memnun kalmamışsınız (ya da kurbağa misali tencereden çıkmayı akıl edemiyorsunuz) demektir.
    ikinci kez evlenince ne değişecek?
    hiçbir şey.
    ey makul insan! ya boşanma, ya da boşanmışsan bir daha evlenme.
  • "bu aşk dağkeçilerinin özgürlüğünü tehtit eden kahrolası kartallara itaf edilmiştir. seni herşeyinle seviyorum bitanem!!!" (imla hatalarının kusuruna bakmayın, karım açılışı yapmak için çok ısrar etti.)

    bakmayın öyle, dağ keçileri iyidir.

    ben şanslı bir adamım ve tahmin edeceğiniz gibi bunu şu andaki karıma borçluyum. (borçluyuz evet, bencillik yok.) ikinci evliliğimin (biz karımla buna yeniden doğuş diyoruz) sıradan bir hikayesi var aslında. bu mutluluğu "manga" namıyla ünlü arsa zengini fatma teyze'ye borçluyum.

    fatma teyze felç geçirdi bir süre önce, yataktan kalkamıyor, konuşamıyor ve çok kilo aldı. ama karımla ben onu yine de çok seviyoruz, bayramlarda ziyaret etmek konusunda da çok hevesliyiz fakat henüz fırsat olmadı. hikayeme geçeyim (malum, karım sıkıştırıyor.)

    yıllar önce, ikinci evliliğim nedeniyle ayrıldığım baba evimin olduğu sokakta (ilk karımla birlikte berbat iki yıl geçirdik orada) her üç ayda bir aynı tekrar yaşanırdı: sokağa birileri taşınırdı.

    daha önce hiç görmediğim bir yerde daha önce hiç tanımadığım insanlar, hummalı bir telaşla bir kamyonun üzerine eşyalar yüklemeye başlarlar ve bunu nedense hep akşamüstü yaparlardı. (konuya gir diyor karım)

    o gece ben, doğup büyüdüğüm sokağımın yavaş yavaş soğuyan asfaltında oturmuş batan güneşi izliyordum. ben güneşi ve alıp götürdüklerini izlerken kamyon, asla duymadığım gürültüsüyle yükünü aldı, hiç tanımadığım o insanlarla birlikte hiç tanımadığım yollara düştü. ("yollara düştü" kısmı karıma ait. kendisi sosyal paylaşım sitelerinde yazarlık yapıyor.)

    o insanların varlıklarından haberim olmadığı için ardında bıraktıkları eski evleri ve yaşamları umurumda olmadı, yaşadıkları ayrılık acısı aklıma bile gelmedi, ben sadece batan güneşi seyrettim ve alıp götürdüklerini. (ilk karımdan ne kadar ama ne kadar nefret ettiğimi söylemiş miydim? onu elime geçirip sarılmak, sonra böyle sımsıkı ama sımsıkı -öyle böyle değil- boğmak istiyorum. keşke ölse!)

    karanlık göğsüme indi, nefesimi kesti ve gökyüzü kayboldu.

    rüzgar belki bir şarkı mırıldanıyordu ama ölen biri için bunun bir anlamı yoktur zaten.

    bir başka yerdeyse kamyon gitmeye devam etti, dilediği yere!

    bir köşeye çekilip sessizliği rahatsız etmeden karanlığa karışmayı bekledim, dudaklarımdan sözlerini hatırlayamadığım şarkılar ve ilk karımın ismi döküldü. (beter ol neriman!)

    rüzgar saçlarımı okşadı (rüzgar -kimyanın tersine- duyguları olan bir hava olayıdır.)

    cebimdeki "sigara" ciğerlerimle tanışmak için sabırsızlandı. el ayak çekildiğinde sigaramı yaktım ve tedirgin bakışlarla içmeye başladım.

    bu arada kamyonun içinde yol alan göçmenlerden biri dayanamayıp ağladı ardında bıraktıklarına ama benim ruhum bile duymadı bunu. (çok mutsuz... pardon, çok duygusuzum, evet) sigaramın dumanı tedirgin bakışlarıma inat salına salına yükseldi havaya ve sanki yıllardır bu karşılaşmanın sabırsızlığıyla tutuşuyormuş gibi neşeyle rüzgarın seline karıştı.

    sokak lambası -içinden çıkan seslere rağmen- yanmadı, bu yüzden etraf daha karanlık, yıldızlarsa daha parlaktı. evler gittikçe karanlığa gömülüyor, içlerinde yanan sarı ışıklar, tembel, miskin bir işçi edasıyla "nereden çıktı şimdi bu yanma işi, ne güzel uyuyorduk" diyorlardı. (enerjileri düşüktü neriman -pardon! tıpkı neriman gibi enerjileri düşüktü- sönüklerdi.)

    kamyon gidiyordu, ağır, hantal, gürültülü ama kimin umurunda! (sigaram çok güzeldi.)

    sokağımın bittiği yerdeki yaşlı caddeyi umursamadan üzerinden geçen arabalar kirli sesleriyle yokuş yukarı tırmanıyorlar, yukardan gelenlerse farlarıyla sokağı şöyle bir aydınlatıp karanlığa karışıyorlardı.

    yüzüme vuran her ışıkta sigaramı sakladım ve içlerinden birinin sokağa sap-maması için dua ettim. (tabii ki şaka yapıyorum hayatım, bütün araç gürültülerinde seni hayal ettim ben.)

    sokağa sapan kamyon, sessizliğin ortasına bomba gibi düşen sesiyle her şeyi altüst etti. yüzüme vuran ışıktan ellerimle korunmaya çalışarak önümde duran kamyonun beni çağıran şoförüne doğru yürümeye başladım sonra.

    yanına gittiğimde henüz bir şey sorulmadan "burası çıkmaz sokak" dedim, "caddeyi takip etmelisiniz."

    şoförün yanında oturan yirmi yaşlarında (ya da otuz) esmer (ya da sarışın) sert bakışlı (ya da mülayim) bir kadın (ya da kadın) "manga'nın evini arıyoruz biz" dedi.

    o anda içim, daha önce hiç görmediğim, tanımadığım, varlığı ya da yokluğu hayatımda hiçbir şeyi değiştirmeyen, kesinlikle umursamadığım bu kadın (ya da "melek" -karım bu sıfatı daha uygun buldu)) için sonsuz bir heyecanla doldu; çünkü ikinci karım olacaktı. (ikinci hayata içelim neriman!) ne dedim ben?
hesabın var mı? giriş yap