852 entry daha
  • kiçikın
    ılkokulda bir arkadas icinde kitchen ve chicken gecen cumleyi okumaya calisirken boyle bir sozcuk turetmisti. sonradan cocugun adi kiçikın onur diye kaldi. hala telefon rehberimde o sekilde kayitli arkadas.*
  • ilk derste kalemliği top gibi kullanıp birbirimize atarak adımızı soyadımızı sorduğumuz bir oyun oynamıştık.

    vee ingilizce şarkılar söylerdik, dersin en eğlenceli kısımlarındandı :

    head, shoulders, knees and toes,
    knees and toes.

    head, shoulders, knees and toes,
    knees and toes.

    and eyes, and ears, and mouth,
    and nose.

    head, shoulders, knees and toes,
    knees and toes.
  • to be fiilinin birinci tekil şahıs için çekiminin hiç birşey olmamış gibi tahtaya yazılması.
    (bkz: present continuous tense)
  • (bkz: nike to meet you)

    eğitim öğretim hayatımda aldığım ilk ingilizce dersiydi. daha ilkokul talebesiyiz, doğal olarak da ingilizce dersimizi de ilkokul hocamizdan alıyoruz.

    hoca kitaptaki tanışma diyaloğunu ilk kendisi okudu, sonra da "çocuklar ordaki isimlerin yerine kendi isminizi söyleyip 'tanistigima memnun oldum' diyeceksiniz birbirinize" dedi.

    o değil de, bütün sınıf şu diyaloğu tekrar etmiştik o ders boyunca.

    + hello, what is your name?
    - my name is edebi kufur . what is your name?
    + my name is mehmet. nike to meet you.
    - nike to meet you.

    not: yds 97.5
  • monday is a gray day
    tuesday is a bore
    wednesday is ok
    but i like thursday more
    friday is near the holiday
    saturday is great
    sunday is my favourite day
    but sunday night i hate, because
    monday is a gray day... *
  • ilk ingilizce sınavıydı. meyve, sebze, hayvan ve okul eşyalarının isimleri falan ezberlemiştim bir sürü. hoca sınavda yanıma sınıfın en haylaz ve en tembel çocuğunu oturttu. neyse işte... hoca bazı kelimelerin türkçesini yazıp ingilizcelerini sormuş bi bölümde. elmanın ingilizcesini bi türlü bulamadım. o dönemler tabii applestore falan bilmiyorum. teknolojiyle aram o zamandan beri kötü işte. velhasıl yanımdaki çocuk benim kağıdıma bakıp yapamadıklarını geçiriyomuş. benim elmanın ingilizcesini yazamadığımı görmüş. "apple" diye fısıldadı bi de sıraya yazdı. o an "ben bunu nasıl hatırlamam" dedim. çocuk ısrarla "ben senden geçirdim, sen de bari şunu yaz. boş kalmasın,eminim"diyo. şimdi yazsam " wooow sınıfın ineği, dürüstlük timsali kopya çekti" diye yayacak. yaymasa bile, ben bi daha kopya çekenlere kötü kötü bakıp onları kınayamicam. yazmadım. verdim kağıdı. çocuk teneffüste herkesin içinde "niye yazmadın, bana güvenmedin mi?" deyip kitabı gösteriyo. benim cevabımsa "eğer sen söylemeseydin sınavın sonuna kadar düşünüp bi şekilde bulurdum. orayı da boş bırakmak zorunda kalmazdım. senden kopya isteyen mi oldu?" :-|.
    ama iyi havam olmuştu. insanlar "bu insan olamaz" bakışı atmış, bir yandan takdir ediyor bir yandan "yine de bu kadar dürüst olmana gerek yok. hepimiz kopya çekiyoruz" diyolar falan. neyseki sınıfta yine en yüksek alan bendim :-)
    buradan iki sonuç çıkıyor.
    1)hiçbir zaman kimseyi küçümseme. bazen senin bilmediğini hiç beklemediğin biri bilebilir.
    2)dürüstlük her zaman en iyisidir. en nihayetinde kopya çekenler hedeflerine ulaşamadılar. bense şükürler olsun hep istediğim yerlere geldim.
  • a pen ve an orange mantığını
    ''iki sesli harf yan yana gelince çok konuşuyorlar o yüzden aralarında bir sessiz olmalı'' diye anlatınca tiçırımız 4.sınıfta ingilizce hakkında bildiğim tek şey olmuştu.
  • ı the can but the me? ilkokulda yapılan iğrenç bir espriydi.
  • din kültürü hocamızın ingilizce derslerine de girdiği laik zamanlarda one kelimesinin van diye okunduğunu öğrenmem ile başladı sanırım herşey.
460 entry daha
hesabın var mı? giriş yap