• camilerinde kızlı-erkekli-alkollü grup seks partilerinin yapıldığı, iskelelerinde deri eldivenli üstü çıplak güruhların kadınları yere yatırıp üzerlerine işediği, bebeklerin yüzüne şeyini sürttüğü, mezarlarından ölülerin çıkarılıp üzerine sıçıldığı, evlerinde hamile kadınların doğranıp çocuklarının pişirildiği, sokaklarında pembe kanatlı gay tavşanların kaplumbağa çorbası içtiği, fünikülerinde... vay amk gideni siksinler.
  • istanbul'un, düşündükçe acıdığım semti. gelenlerin büyük çoğunluğu kabataş'ın kendisi için gelmiyor buraya. ya fünikülere binmek için gelirler, ya otobüslere kalkış noktasından binmek için, yahut adalara gitmek ya da üsküdar'a geçmek için.
    kalabalıklar içinde yapayalnızım diye çığlıklar atıyor her gün sanki, bizim duyamadığımız. kalabalıklar içindeki yalnızlığın sözlük karşılığıdır belki de, kim bilir...

    zalımsın dünya!
  • ilk olarak ortaokul basket takımında oynarken tanıştım sayılır bu semt ile. 38-16 kaybetmiştik kabataş'a karşı.
    yıllaaar geçmiş olmasına rağmen skorun aklımda kalması 11 sayıyı ben attığım içindir elliham...
    gezmelere çıktığımızda her daim önünden geçerken bu anı aklıma gelir, biraz da hüzünlenirim işin gerçeği.
    neyse bu kısa girizgâhtan sonra esas konuya döneyim:
    tramvay yolculuğu yaparken ortadoğulu olduklarını düşündüğüm bir aile vardı hemen yakınımda. ancak türkçe biliyorlar ve konuşmalarını türkçe yapmaya çalışıyorlardı. baba, eşine ve çocuklarına durakları söylüyor, arada gülüşüyorlardı. bir ara adamcağız acaba doğru telaffuz ediyor muyum endişesiyle kapıda bekleyen bir arkadaşa sordu: "kabataş di mi, öyle söylemeliyim." o arkadaş da; (aynen söylediği hali yazıyorum) "he he gabataşj gabataşj!". diyerek doğruladı.
    adam bu sefer döndü eşine "gabataaj, gabataaj" dedi. tüm aile birbirlerine "gabataaj, gabataaj" diyerek doğru telaffuz etmeye çalıştılar.
    bense şaşırdım, bir şey de diyemedim. güleyim mi, ağlayayım mı dostlar.
  • iskelenin yanında "göktürk" adlı bir çay ocağı barındıran semttir. bu çaycı küçük beyaz güvenlik kulübesi tarzı plastikten odalar olur ya hani onlara kuruluydu. ocak ve malzemeler oradaydı ve dışına da tabureler ve küçük masalar konmuştu. dış kısımdaki taburelerin üzeri ise tanıtım çadırı tarzı beyaz 4 ayaklı tente ile örtülü idi. eski zamanlarda bu çaycı benim eminönü, karaköy, sultanahmet,galata,beşiktaş,ortaköy gezilerimde hep bir durak olmuştur. (gezi dediysem turistik gezsisi değil. kafam atınca sigaramı alıp dümdüz yürümeye başladığım bunalım gezisi diyelim) zaten hepsinin yolu üzerinde diyebiliriz. bir üs gibi bir şey. orda oturur ve yeniden yürümeye başlamadan önce çayımı sigaramı içerdim boğaza karşı.

    sahipleri iyi insanlar idi. vapur iskelesinin orada en az 5-6 kedi gördüm çaycıya da gelen. bu abi müşterilere çok yaklaştıklarında onları höytr ulan diye tatlı-sert bir şekilde kovsa da aslında kıyamayıp onları sucukla kaşarla besliyormuş. bunun haricinde vapurdan inen iyi niyetli entel burjuvalar da kedi maması veriyorlardı kedilere sağ olsunlar.

    orada oturmak keyiflidir gerçekten. işletme gibi bir yer değil, böyle ayak altı, dandik, bildiğiniz çay ocağıdır. bu da çeker insanı biraz oraya. sonra boğazı ve oraya yanaşıp kalkan vapurları görebilirsiniz. bazen boğaz çok eser. vapur yanaştıkça görüş açınız vapurla dolar ve kapanır. ve sonra insan akını başlar bir anda her yer kalabalık olur. bir dakika sonra yine eski haline döner her şey ve sonra da vapur kalkar ve size bir süreliğine daha boğazı gösterir.

    şimdilerde bakıyorum da biraz daha geliştirmişler orayı. boğazla arasına cam bir duvar konmuş rüzgarı kesmesi için. ve sandalye masalar yenilenmiş. ben dandik halini daha çok seviyordum ama. böyle sadece yaşlı amcalar ve küçük şehir insanları değil, herkes gelir oturur artık. gelmesinler demek zor ama normalde hor gören, küçük gören insanlar gelmesinler.
  • bir rivayete göre;
    at meydanı'ndaki güngörmez kilisesi'nin baruthane olmasından sonra hava şartlarının kötü olduğu bir gece baruthaneye yıldırım düşer. bina tabiri caizse infilak eder. binanın parçaları üsküdar, galata hatta adalar'a kadar uçar. en büyük parça da kabataş'a nasip olur. bu büyük parça semte adını vermiş. daha sonra köse kethudası mustafa necip efendi yalısını tamir ettirirken bu kaba taşı da yontturmuş, iskele haline getirtmiş.

    lodos rüzgarlarına açık olması sebebiyle kayıkların yanaşamama durumunu ortadan kaldırmak amacıyla sultan abdülmecid 1850 yılında burada bir liman yapılması emrini vermiş.
    hatıra olarak da buraya taş bir abide koydurmuş. bu taş da hadika taşı adıyla anılır. üzerinde sultanın tuğrası yer alır.
  • akşam vakitleri (22.00-00.00) benzinlik ile camii arasında yan kesicilerin ve hırsızların kol gezdiği bölge. dikkatli olmak gerekli.
  • mini yenikapımsı dehşetengiz çirkinlikte bir projeyle ve dolguyla geri dönülemeyecek bir biçimde dönüştürülecektir.

    projenin bu şekilde yaşamayacağını anlatsak booş, mimari açıdan bu tür bir yapının herhangi bir referansı, yaşamı, niteliği olmayacağını anlatsak boş.

    sonra hizmet filan.
    yalan, çirkin, biçimsiz daha kötüsü işlemeyen projeler üzerinden hizmet ol-maz!

    orası yaşamaz.
    yaşamayan çirkin kent parçaları içerisinde kentlilerin yaşam alanı daralıyor.

    ve kahrolası hiç bir şey yapamıyoruz.
  • niye escinsellere kitlenmeye calisiyor anlamiyorum. ne zamandan beri isemeli kafaya yarrak surmeli fanteziler escinsellere ozgu ki?
  • önümüzdeki yıl eşcinsel şenliklerine ev sahipliği yapacak yer. bilin bakalım kimden ötürü?
hesabın var mı? giriş yap