• ic sikintisinda son noktanin tanimidir.

    kendinizi bi yerden atsaniz bile fayda etmeyecekmis gibi gelir. nerelerde saklanip, insanlardan nasil kacacaginizi bilemezsiniz. kafanizin icindeki dusuncelerden kurtulmanin yolunu arar bulamaz, o seslerle kavga eder durursunuz. ne yapacaginizi bilemez, bilseniz de yapacak motivasyonu bulamazsiniz.

    daral, daraldir. daraltir.
  • 33 yıldır içinde olduğum, bazen unutur gibi olsam da, yalnız kalınca* içime oturan bilgisizlik durumu.

    yalnız kalınca.. kafamın içinde yapayalnız biriyim zaten. etrafımda insanlar konuşuyor, tartışıyor, gülüyor, oynuyor vs. benimse kafamda hep aynı şeyler dönüyor. oysa yıllar önce okuduğum, sevdiğim biri röportajında şöyle diyordu:

    "geçmişe takılsaydım ilerleyemezdim"

    geldiği yerde başarılı, sevilen biri olmuş bu kişinin sözünden ilham alıyor ve geçmişi olduğu gibi kabul ediyorum o zamanlar. hiçbir işe yaramadığını söyleyemem bu cümlenin. en azından üzülme, hayıflanma, kendimi ve koşulları suçlama işine bir son veriyorum.

    kendimi sık sık başarısız ve yetersiz hissediyorum. tek marifetim içe dönük olmak ve kendimi bilmek için olağanüstü bir heves, istek içinde varoluşumu sürdürmek. ama realitede bunun bir kıymeti yok.

    bazen arkadaşlarım "ya x, sen şunda iyi gibisin. ilgin de var. eğitimini alıp profesyonel olarak ilgilensene" diyorlar. hissettiğim ilk duygunun gözlerimde dolar işaretleriyle heyecanlanmak ve hırsla o işe koyulup bitirmek olduğunu söylemeyi çok isterdim. oysa ben korkuyorum. hırs duygusundan, insanların anlattığı başarı hikayelerinde geçen "gecemi gündüzüme kattım. uyumadım. eşek gibi çalıştım" detaylarından, yarım bırakacağımı ve sonuna kadar gitmeyeceğini biliyor olmaktan..

    biliyorum insanların büyük çoğunluğu başarısız insanı sevmezler. insan dediğin birbiri üstüne okullar bitirmeli, diller öğrenmeli, çok çalışmalı ve saygın meslekler icra etmelidir. bunlar olmamışsa değersizdir, başarısızdır. başarısızlığına bahaneler uyduruyordur. kimsenin geçmişi, yarası, yaşanmışlığı, geçtiği yolun yüzey düzgünlüğü, hava şartları kimseyi ilgilendirmez. ama insan kendi yolunu, hava şartlarını, kendisine sağlanmayan fırsatları, yapılan yanlışları, örselenmeleri de düşünmeden edemiyor.

    bir mutsuz ve öngörüsüz ailenin çocuğu olarak dünyadan geçiyor olmak beni çok eziyor. biliyorum her aile mükemmel değil ve çok kusurlu ailelerden başarılı insanlar çıkabiliyor. derdim suçu aileme atmak değil.

    ama yaradılış diye de bir şey var. belki başkasını kamçılayabilecek tutum ve davranışlar beni örseledi yıllarca. her şeyi çok bilen annem ve babamın kafaları birbirine ve hayat şartlarına bozuldukça bana ettiği hakaretler, sindirmeler, susturmalar bana kendimi hep gereksiz ve istenmeyen biri gibi hissettirdi. dünyanın en yeteneksiz, en salak çocuğu da ben olmalıydım. bir şeyde yeteneğim mi farkedildi? normal bir insan üstüne gider, çalışır, sonuç elde eder bundan. ben utanıp saklandım. konusu geçince "bilmem. hiç anlamam" dedim. bu hastalıktı düpedüz.

    çaylakken yazdığım bir entri vardı. burası özgür bir platform ve bana ait bir sayfam, nikim var. ben de cümle kurmayı bilen bir yetişkinim ve istediğimi yazarım değil mi? oysa süt dökmüş kedi gibi mırmırmır açıklama paragrafı döşediğimi farkediyor, "bunu neden yapıyorum acaba? bir ara çocukluğuma inip bakacağım" diye noktalıyordum. indiğim çocukluğumda bol bol bağıran, acımasızca, canımı çıkarana dek döven, bana asla inanmayan, doğru söylediğim halde kafasındaki senaryoları anlatıp "hayır, böyle düşündün ve böyle yaptın" diyerek cezalandıran, bana kendimi bok kadar değersiz hissettiren, ceza diye gönderdiği karanlık, soğuk odada kendi saçlarımı yola yola ağladığımı bilmeyen annem vardı. o yüzden fikrimi ifade etmekten müthiş korkuyordum. fikrim üzerine çevirilecek her göz annemin oluyordu bir anda. "saçmalıyorsun, yalan söylüyorsun, bilmiyorsun seni gerizekalı! sen nasıl olur da konuşursun?"

    babamı fazla görmüyordum zaten. işteydi o.

    birlikte olduğum insanlar "sende bir şey var" diyerek bana yaklaştılar hep. onlara göre desteklenmeli, yüreklendirilmeli idim. güvendiler de sağolsunlar. annemden, babamdan daha geliştirici olduklarını da yadsıyamam. bu ikisi sağolsun çocuk yaşta ölmeyi isteyecek kadar çalmışlardı yaşam sevincimi. farkında bile değillerdi. hala değiller. ben de bu yaşa geldim, hala kendimle ne yapacağımı düşünüyorum. evet biliyorum, su akıp yoluna gidiyor/gitmekte ve gidecek. aslında bu kadar düşünecek bir şey de yok. işim var, sağlıklıyım, topluma yük/defo değilim filan.

    ama işte insan düşünmeden edemiyor. iyi bir karne getirince bile burun kıvıran, hiç de optimal şartları sağlayamadığı, yıllarca okul denen yere uyumadan gitmesine neden olduğu, kaos ve hır gür içinde, hiç takdir edilmeden, sürekli korkutularak, susturularak, kendi kendine büyümeye çalışan bir çocuk; bunun tam tersi bir anne baba tarafından büyütülse nasıl olurdu? bu çocuk sahiden beş para etmez, yeteneksiz biri miydi? yoksa sadece özgüveninin çok kırılmış olması mı onu sindirip bir köşeye çekilmeye zorlamıştı?

    kendimi iyi biliyorum da, bu kendimle ne yapacağımı bilmiyorum. ve bana bunu söyleyebilecek hiçkimse yok.

    bundan daha büyük yalnızlık da tanımıyorum. ve bu en yakınıma dahi açmadığım, sırf sevgilim ve hayatı paylaşıyoruz diye kimsenin canını sıkmak, içini karartmak istemediğim kopkoyu yalnızlık bana bizzat ebeveynlerimin hediyesi.

    simsiyah bir zift gibi. yapıştı ve kendime ne kadar mutluluk yaratırsam yaratayım, ne kadar güzellik görürsem göreyim, hiçbir yere gitmiyor.
  • bu gibi durumlarda kendimle muhattap olmamayı seçiyorum.
    hayır bi'şey soruyoruz insan gibi cevap yok.
    bi durumu çözümleyeceğiz ortaya fikir atma yok.
    hep bi boşvermişlik bi huzursuzluk. kendim de olsa, başlarım kendime!
  • kendi kendimin ebeveyni, öğretmeni ya da yasal sorumlusuyum da sabrımın, çabalarımın ve çözüm arayışlarımın sonuna gelmiş gibi hissediyorum.

    ne yapacağım ben bu kendimle? atsan atılmaz, satsan satılmaz, başkasının idaresine versen verilmez. 37 yaşında. oha. iflah olmuyor. normal insana dönemiyor. ilaçlar psikologlar kitaplar fayda etmiyor. yaşamayı bilmiyor. bugüne kadar yanlış öğrenmiş. o yanlış öğrenmeleri unutamıyor. yeni öğrenmeleri de hayatına katamıyor. bari yenilerini siktir etse ya da eskilerini. yok. eski öğrenmeleri onu öldürüyor. yeni öğrenmeleri de çok yabancı ona. hayatına katamıyor. katamadigi halde acı veriyor. çünkü bilmek ama yapamamak.. yaşayamamak sorun değil aslinda. zaten içinden de gelmiyor. çok da umurunda değil artık. kedisiyle yeteri kadar oynayamamanin vicdan azabını çekiyor sadece, bir kediye bile bakamamanin, kendine bakamamanin, bir de koca ömrü, aklı, ruhu, bedeni ziyan etmenin acısını. bunlar da acı vermekten başka bir işe yaramıyor. itici güç, heves, irade sıfır.

    eski, içi tıklım tıkış bir çuval gibi duruyor kendim gözümün önünde. artık hiç bir bok yapamıyorum. yama, tamir, geliştirme, hatta analiz etmek bile. acıtıyor. bunaltiyor. ööyle bakıyorum kendime. kendime hiç bir şey yaptiramayarak, müdahale edemeyerek, kandiramayarak, moral ya da akıl veremeyerek, çaresizce, acıyarak. bakışıyoruz. kodumun hatasını nerede yaptık hiç bir fikrimiz yok. mecalimiz de. ne yapayım ben seni kendim? bilmiyorum. ben de bilmiyorum.
  • şu anki durumum.

    doktorun öğlenki sözleri hala aklımda; annenizin fazla zamanı yok, bir seneyi çıkaramaz..
  • evleneyim en iyisi diyorum akşamdan beri.
  • orangutan çocukları izin mi veriyor (bkz: aq)
hesabın var mı? giriş yap